Salman parmaklarının ucuyla Duru'nun tenine değmeden tişörtünün yakasını çekti ve açık üç düğmeyi tüy gibi dokunuşlarla ilikledi. Duru farkında olmadan sesini çıkartmadı, çıkartamadı ve neden böyle bir şey yaptığına anlam veremedi. Sadece sustu susmak istedi...
Geldikleri bina bir gökdelendi, Duru sessizce çevresini inceledi bu onun böyle bir şirkete ilk girişiydi. Büyük harflerle Hayyam Holding yazıyordu, üstü açık arabadan inmek için hareket ettiklerinde kapıdaki adamlar hızla yanlarına geldi ve kapıları açtılar, onlar indiğinde adamlardan biri sürücü koltuğuna oturarak arabayı sürdü.
İçeri girdiklerinde girişteki kız ayağa kalktı ve kontrol kısmına kart okuttu böylelikle turnikelerden rahatça geçtiler, asansöre doğru yürürken sol taraflarında rafineri resimleri vardı muhtemelen petrol kuyularının resimleriydi.
Duru, bu nasıl bir varlık diye düşünmeden edemedi, bu kadar varlık içinde bir insan nasıl böyle mutsuz olur diye düşünürken prens melankolik tavrıyla Duru'nun yüzüne bakıp açılan asansörü işaret ederek geçmesini bekledi.
"Demek ki toplum içinde nazik olabiliyorsun."
" Bunu biraz da sen denesen nasılsın olur? Mesela sen de biraz erkek çocuğu gibi davranmaktan vazgeçsen iyi olacak!"
"Tabi Borkan Bey iş sahası içinde bunu yapacağımdan hiçbir şüpheniz olmasın."
Prens buna hiç inanmayarak, "İşte bu iyi, demek ki istediğin zaman uslu bir kız çocuğu olabiliyorsun." diyerek imalı bir şekilde Duru'nun gözlerine baktı.
Asansörün durmasıyla kahverengi tonların hâkim olduğu büyük alana girdiler, birçok kişi kabinli bölmelerde çalışırken bir kız bankonun arkasında tek başına oturuyordu. İnsanların arasından yürüyerek ona ulaştıklarında esmer güzeli mavi gözlü kız konuşmaya başladı.
"Günaydın Salman Bey hoş geldiniz, programınız hazır üzerinden geçmemi ister misiniz?"
"Günaydın Zehra, sizi tanıştırayım bu bayan Duru, özel asistanım. Ona işi öğret ama şu işten çıkan eski asistanım gibi olmasın, son vukuatı elle tutulur cinsten değildi. Hata istemiyorum mükemmellik istiyorum," derken ki ciddiyeti görülmeye değerdi.
"Peki efendim."
Genç kadın, "Şimdi odama geçiyorum size kolay gelsin." diyerek hemen bankonun karşısındaki odaya geçti.
"Merhaba Duru, öncelikle tanıştığımıza memnun oldum. Şimdi gel de sana işinden bahsedeyim." diyerek Duru'yu bankonun arkasına çağırdı. Duru hızlıca yanına geçti, kızda kibir yoktu. Bu herhalinden belliydi, bu da ona kanının ısınmasına sebep olmuştu.
"Önce sana bir ajanda vereyim, önemli notları oraya yazarız, bu da Salman Bey'in iş takvimi olan ajanda buraya tüm işleri saati saatine yazılır, bana düşen notları ben söylerim ondan gelenleri boşluğa göre yazarsın. İstersen önce muhasebeye inip girişini yaptır, sonra notları almaya başlarız."
Duru, "Benim giriş yapmama gerek yok ben gönüllü çalışacağım. Salman el Borkan bin Hayyam, namı diğer sarıklıya borçluyum onun karşılığında çalışacağım." dediğinde Zehra şuh bir kahkaha attı ardından:
"Sarıklı mı? Böyle dediğini duymasın sakın! Çok resmî bir adamdır."
"Belli canım küçük prens," dediğinde bu kez tebessüm etti.
"Tamam o zaman bunu siz bildiğiniz gibi halledin, şimdi Salman Bey ile ilgili bilmen gereken şeyleri söyleyim. Sabah yedide mutlaka kahvaltı masasında olur, şirkete gelince önce bir saat yalnız kalır, bu da dokuzdan ona kadardır. Saat on buçuğa kadar Bahreyn'den gelen kahvesini içer ve programının üzerinden geçilir, bu program yalnızca önemli bir toplantısı varken bozulabilir onun dışında asla hata kabul etmez, on iki ve bir arasına asla program yapılmaz. Bu yaz kış saatine göre değişir. Bu yalnız kalma zamanıdır."
"Mazi kampına gitseydim daha iyiydi."
"Eski nişanlısı Birsu ne yaparsa yapsın karşılaşmalarına müsaade etme, senden önceki asistan bu yüzden gitti. Alkol kullanmaz mekânları ona göre ayarlayacaksın daha sonra ben sana liste veririm, akşam beşte mutlaka işi biter eve girdiği dakika kendiyle kalır pek konuşmaz ve rahatsız edilmekten hoşlanmaz."
Duru, Zehra'nın son dediklerini de yazdıktan sonra derin bir nefes alıp kalemi masaya bıraktı.
"Ne sıkıcı bir adam bu böyle."
"Biraz öyledir ama iyi bir adamdır, şimdi gidip kahvesini yapalım."
"Sadece bir kahve ben hallederim."
"Biraz farklı, gel arka tarafa ufak bir mutfağımız var." dedi ve kalktı birlikte arkadaki mutfağa geçtiler.
"Önce dallahı çıkartalım."
"Dallah mı o nedir?"
Zehra, "İşte bu." diyerek değişik cezveyi gösterdi ama değişik ve Harika görünüyordu.
"Çok değişik!"
"Bu bakır ama Bahreyn'de altınları var, bir kez orada bulundum."
Duru sevimlice, "Görgüsüz canım bunlar," dedi ve gülümsedi.
"Bir çorba kaşığı Arap kahvesi çekirdeği, koyuyoruz.
Bir bardak su, bu kakule üzerinde yazıyor bir çorba kaşığı kakule iki adet bütün karanfil, yanlışlıkla bir yada üç olsa anlar iki olacak Bir tutam safran Bir çay kaşığı gül suyu, dedi ve karışımı nasıl yaptığını gösterdi."
"Gül suyu mu? Safran mı? Safranın kilosu olmuş 60 bin lira adam kahvesine koyuyor. Ben daha tadını bilmiyorum. Vay be..."
"Esanssız gerçek Gül suyudur her ay düzenli Isparta'dan gelir."
"Artık şaşırmayacağım, ben daha Isparta'ya gitmedim adama her ay Isparta geliyor."
Zehra Duru'ya rağmen, ciddiyetle yarın verirken, "Olmak üzere, şimdi ocağı kapat ve fincana koy." dedikten sonra Duru raftan Türk kahvesi fincanı aldı.
"Hayır o değil bu olacak." diyerek kulpsuz bir fincan gösterdi.
"Vay Harika bunlara bayıldım."
"Hadi soğumadan götür."
"Tamam." dedi ve tepsiyi alarak küçük mutfaktan çıktı.
Bankonun yanına geldiğinde tepsiyi bir anlık bırakarak ajandaları çantasına atıp çantayı da koluna taktı. Tepsiyi alıp içeri girdiğinde, prens kafasını önündeki defterden kaldırıp büyük defteri eliyle kenara itti.
"Kahvenizi getirdim, sayın prensim." diyerek ufak bir reverans yaptı.
"İki dakika şımarmadan duramaz mısın?"
"Durabilirim."
"O zaman karşımda ciddi ol," demesiyle tepsiyi masasına koydu ve işi gereği mecbur sustu. Yanından kovulma gibi bir lüksü yoktu.
O kahvesini yudumlarken Duru da çalan telefonunu çantasında aramaya başladı. Arayan patronuydu, hızlıca reddedip tekrar çantaya koydu.
T
ekrar sarıklının masasına yaklaştığında yüzüne alaycı bir şekilde bakarken, "Sevgilin biraz bekleyecek, benim yanımdayken ona zaman ayıramayacaksın." dedi.
"Ben krizleri fırsata çevirmesini bilirim, şimdi dinlerseniz programınızın üzerinden geçelim."
Salman, "Seni dinliyorum." dedikten sonra ajandada yazanları bir bir sıraladı, tam çıkacağı sırada, "Nereye?" diye sormasıyla tekrar geri döndü.
"Ayakta mı bekleyeceğim?"
"Karşıdaki masaya geçip oturacaksın, mümkünse sessizce."
Duru, onun da dediği gibi sessizce yerine geçip oturduğunda boş boş etrafına bakındı. Sarıklıysa masasında bir şeyler yazıp duruyordu. Masada titreyen telefonuna baktıktan sonra tereddütle açtı.
"Efendim."
"Sana bıraktığım tableti inceleyebildin mi?"
"Şu an müsait değilim sonra konuşsak olur mu?"
"Tamam müsait olduğun ilk fırsatta ara beni."
Duru'nun, "Tamam, şimdilik görüşürüz." deyip kapatmasıyla Salman kafasını işinden kaldırıp ona baktı.
Duru'yu basit bir kız olarak görüyordu ve Duru bunun farkındaydı ama ona kendini göstermek gibi bir çabası olmayacaktı. Öğleden önce girdikleri bir toplantının ardından sarıklıyı odasında tek bırakarak Zehra'nın yanına geçen Duru onun da öğle molası için çıktığını fark etti.
"Karşıda bir restoran var oraya gidiyorum gelmek ister misin?"
"Teşekkür ederim ama öğlede yalnızca kahve içerim. Yemeklerimi ayak üstü sadece canım istediğinde yerim."
Zehra, "Bu bir felaket." dedi ve gülümseyerek asansörlere doğru yürümeye başladı. Ofis katında kimse kalmadığında arkadaki mutfağa gidip kendine kahve yaptıktan sonra çantasından bisküvi çıkartıp bankonun üzerine oturdu ve kahveye batırarak yemeğe başladı. Kısa bir süre sonra odasından çıkan sarıklı dikkatle onu incelemeye başladı ardından sarkıttığı ayaklarına dikti bakışlarını.
"Sende hiperaktivite bozukluğu olabilir mi acaba? Bir doktora görünsen çok iyi edersin bence."
Duru bana karışma dercesine, "İş saatleri dışındayım şu an." dedi ve bankodan inmek için bir hamle yaptı fakat sendeleyerek yere düştü. Aklından, 'Pis sarıklı, düşmemi engellemek için hiçbir hamlede bulunmadı,' diye geçirirken çaresiz yerden tek başına kalktı. Sanki onu tutsa incileri dökülürdü.
"İnsan düşmemi engellerdi."
"Çıkmasaydın, ayrıca ben sana dokunmam."
Duru, "Ne yani, dokunulmayacak kadar iğrenç birimiyim?" diye söylenirken geçen gece neden elini hızla çektiğini anlaması için iyi bir cümle oldu söylediği.
Salman ifadesiz bir biçimde, "Bilmem belki," dedi ve arkasını dönüp odasına doğru yürümeye başladı. Duru hızlıca toparlanıp arkasından koşar adım odaya girdi, "Dur bir dakika!" diyerek kolundan tuttu.
Prens dehşete kapılmış gibi, "Kolumu hemen bırak!" diyerek sert bir uyarıda bulundu fakat Duru onu dinlemedi.
Duru'nun, "Dokunmamdan da iğreniyorsun demek?" demesiyle Salman ona önünü döndü. Bu kez inadına iki kolundan yakalayıp yüzüne baktı.
"Güzellikle uyarıyorum bırak kolumu."
Duru içerlemişti meydan okurcasına, "Gücün yetiyorsa sen çek ellerimi," dedi çünkü bana dokunmamak için hamle yapmayacağına adı gibi emindi.
"Ya sabır! Kadın! Benim sinirlerimle oynama." dedi ve derin bir nefes aldı ardından üzerine doğru bir adım attı Duru mecbur geriledi sonra iki adım daha atınca mecbur yine geriledi. Bu geri gidiş ise sırtının duvara çarpmasıyla son buldu.
Salman, "Şimdi bırak kollarımı ben çekmeyeceğim." diyerek sabırla Duru'nun ellerini çekmesini bekledi ama çekmedi. Lanet olası pislik ona berbat hissettirmişti çünkü.
Duru, "İğrendiğin ellerimi, çekemiyorsun demek!" diyerek alayla güldü.
"Kadın! Zorlama beni!"
Duru'nun, "Ne yapabilirsin ki?" demesiyle Prens korkak bir bakış ile gözlerine baktı ardından Duru'nun yüzüne doğru yaklaşmaya başladı. İğrendiği birini öpecek hâli yoktu, 'Umarım sıkı bir kafa yemem.' diye düşünürken daha da yaklaşıp başını kulağının hizasına getirdi fakat saçının teline bile değmiyordu.