8

1323 Kelimeler
Yahu, insan biraz edep adap bilir. Odada kadın varken öylece çıkılır mı banyodan. Ben seni o halde görmek zorunda mıyım? Şimdi ben bu görüntüyü nasıl sileceğim aklımdan? Tövbeler tövbesi yarabbim sen aklıma mukayyet ol. Adım sesleriyle irkildiğimde tereddütle arkamı döndüm. Üzerinde gri bir eşofman takımıyla kapıya doğru ilerlerken durdurdum. "Yemeğe gitmeyecek miyiz?" diye sordum. "Hayır." dedi umursamaz bir tavırla. Ne demek hayır. "Sabah baban öyle söyley..." İşaret parmağını dudaklarımın üzerine yerleştirip konuşmamı engellediğinde, dokunuşunun verdiği sıcaklıkla nefesimi tuttum. "Sende öyle düşündün, yanlış düşünmüşsün. Bana karşı bir umudun olmasın. " Parmağını dudaklarımdan çektiğinde sinirle soludum. Elini kaldırıp "Hadi eyvallah!" dedikten sonra odadan çıktı. Adama bak, adama. Pardon adam dedim. Şerefsiz diyecektim. Sanki keyfimizden hazırlandık. Ruh hastası, manyak. Ben sanki çok meraklıyım seninle gezmeye. Umut etme diyor bir de kendini beğenmiş manyak herif.. Sinirle üzerimi değiştirirken içimden en nadide küfür silsilem, Poyraz için haykırıyordu. Böyle kabalığı başka nerede görmüştüm ki? Eyvallah diyor bir de sosyopat. Yatağıma içi içime sığmayan öfkeyle girip uyumaya çalışsam da sinir bir kere girmişti kanıma. Çıkmıyordu namussuz. Karnımın guruldamasıyla doğruldum. Ruh hastası yüzünden bir de aç kalmıştım. Mide önemliydi tabi, o ruh hastası yüzünden aç kalacak değildim. Hızla yataktan kalktım. Öfkemi bir kenara savurduğum sırada kapıya varmıştım çoktan. Kapıyı aralamamla gecenin ayazı çarptı yüzüme. Merdivenlere yönelirken radar edasıyla konağı süzmeye başladım. Bu adam nerede kalıyordu acaba? Anası, danası fark etmiyor muydu aynı odada kalmadığımızı. Fark etseler ne diyeceğiz ki, aman Çiçek fark ederlerse düşünürsün bunları. Odalarda ışık belirtisi yoktu, tahminimce herkes uyumuş, sadece merdiven tarafındaki aydınlatmalar ve duvar diplerindeki aydınlatmalar açıktı. Yavaş yavaş birinci kata indim. Muhtemelen mutfak oradadır, orada yemek yenildiğine göre düz mantık zeka gerektirir. Haha, yine çok zekiyim... Yavaş yavaş odalara baka baka en sonunda mutfağı buldum. Mutfakta ne mutfak, büyük bir alana U şekilde yapılmıştı dolaplar, beyaz üzerine altın işlemeler vardı. Başımı iki yana sallayarak buzdolabına doğru ilerledim. Peynirimi alıp tezgaha koydum ardından ekmeğimi de bularak peynirimi ekmeğin içine koyup küçük bir sandviç yaptım. Büyük bir bardağa da su koyup hızla odamın olduğu kata ilerledim. Odamın olduğu kata geldiğimde geniş balkonda duran şezlong tarzında kanepeler dikkatimi çekti, orada yıldızlar eşliğinde yemenin daha keyifli olacağını düşüp oraya doğru adımladım. Sandviçimi bitirip koltuğa uzandığım da yıldızları izlemeye başladım. Her bir ışıltı ruhumun derinliklerinde bir kapı açarken, bu evde geçirdiğim süre zarfında buranın en iyi arkadaşım olacağı besbelliydi. Yıldızların mükemmelliğini izlerken ağır ağır kapanan göz kapaklarıma engel olamadım. Burnumun derinliklerinde hissettiğim portakal kokusu yüzüme ufak bir tebessüm eklerken, kokuya kendimi sindirdim. ☘️ Uzun bir gerinmeyle gözlerimi açtığımda iki bacağımı yatağa sertçe vurdum. Etrafıma pür dikkat bakarken, aklıma düşen bilinmezlikle hızla doğruldum yataktan. Dün akşam balkonda uyumuştum, sabah yatağımda uyandım. Işınlanmayı mı icaat ettim lan uykumda. Portakal kokusu? Portakal kokuları? Portakal mı? Portakal mı getirdi beni yatağıma? Aman işte ruh hastası portakal. Ne diyorum ben be. Banyonun kapısının açılmasıyla bakışlarım o yöne çevrildi. Banyodan buz mavisi gömlek, altında kot pantolonuyla hiç yüzüme bile bakmadan odadan hızla dışarıya çıktığında şaşkınlıkla arkasından bakakaldım. Ruh hastası, deli midir nedir! Hırsla yataktan kalkıp banyoya ilerledim, elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Giyinme odasına ilerleyip üzerime siyah şifon gömleğimi, altıma siyah  kot pantolonumu, ayaklarıma da siyah sporlarımı geçirdim. Makyaj masama oturup hafif bir makyaj yapıp saçlarımı da at kuyruğu yaptıktan sonra odadan ayrıldım. Kahvaltının kurulduğu kata indiğimde gördüklerimle heyecanla gözlerim açıldı, karşıdan Arife ablanın küçük oğlu Emir hızla üzerime doğru koşmaya başladı. "Çiçeeeekk!" diyerek boynuma atlamasıyla bende ona sıkıca sarıldım. "N'aber yakışıklı." diyerek burnunu sıktım. Emir dört yaşında, çok tatlı bir çocuktu. Düğünde eteklerimin dibinden ayrılmamıştı ve birbirimizi çok sevmiştik. Zaten ben çocukları çok severdim. Zaten çocukları kim sevmez ki? Kafasını iki yana sallayıp gözlerini bana dikti ellerini de iki yanına yerleştirdi. "Yapma şunu, sevmiyorum!" dedi sinirle. Dilimi çıkartmamla oda aynı şekilde koca dilini çıkarttı. Başımı sallaya sallaya yanağına doğru götürüp kocaman bir öpücük bıraktım. Helin, arkamızdan bağırarak, "Kıskanıyorum ama." A sını uzata uzata yanımıza geldi. Emir de iki elini yumruk yapıp birbirine vurduğunda kahkahalarla karşılık verdik. Ufacık çocuğun yaptıklarına bakın yahu. Kahvaltı sofrasında herkes birbiriyle şakalaşıp gülüşürken Poyraz ve ben önümüzdeki tabaktan başımızı hiç kaldırmadık. Ne bekleniyordu ki, birbirini sevmeyen iki kişiyi evlendirirsen böyle olur. Birbirimizi görmek dahi istemiyoruz resmen. Bu iş böyle nereye gidecek merak etmiyor değilim. Kahvaltı Faslı bitmişti, veranda da kahvelerimizi içiyorduk, daha doğrusu onlar içiyor ben içmeye çalışıyordum. Emir beni rahat bırakmıyordu, kolumdan çekiştirerek, "Çiçek, Çiçek!!!" Ben ise sürekli gözlerimi deviriyordum. Haşmet Ağa, elindeki kahveyi sehpaya bırakıp "Yenge diyeceksin yenge!" diyerek kıkırdadı. Emir de cevap olarak koca dilini dedesine çıkarmasıyla, herkesin hep bir ağızdan kahkaha atması da bir oldu. İçemediğim kahvemle vedalaşıp Emir'e döndüm. "Buyur yakışıklı?" dedim sırıtırken. Elimden çekiştirerek beni ayağa kaldırdı. "Hadi gel kovalamaca oynayalım." dedi. Başımla onaylayıp avluya kadar takip ettim. Belki bir belki iki saat avluda Emirle bir o yana bir bu yana koşarken pertim çıkmıştı ama o bana mısın demiyordu, zalımın oğlu. En sonun olduğum yere oturup bağdaş kurdum, sırtımı da fıskiyenin duvarına yasladım. Ellerimi havaya kaldırıp "Bittim!" diye bağrındım. Koşarak yanıma gelip kucağıma oturdu. Kafasını göğsüme yasladığında, "Yorulmadın mı?" Sordum yavaşça saçlarını okşarken. Cevap olarak omuzlarını silkti, "Uykun gelmedi mi?" diye sordum bu sefer de. Yine omuzlarını silkmesiyle omuzlarından tutup yüzünü yüzüme çevirdim. "Bak ne diyeceğim benim odamda seni uyutayım mı?" Kaşlarını çatıp "Ben bebek miyim? Üç yaşındayım ben üç!" diye bağırdı. Yaşını söylerken dört parmağını kaldırıp tabiri caizse, gözüme soktu. Hareketiyle hafif kıkırdayıp "Özür dilerim o zaman beraber uyuyalım olur mu*" dedim boynumu büküp. Biraz düşündükten sonra ayağa fırladı. "Dayım da gelirse olur." diyerek hızla merdivenlere koştu. Merdivenlerden çıkarken "Dayı dayı!" diye bağırıyordu. Bende yavaşça ayağa kalkıp merdivenlere doğru ilerledim. Dayında nereden çıktı şimdi beraber uyuyacaktık ne güzel. Merdivenlerin başında duran dayısının kucağına hızla atlayıp "Dayı, biz Çiçek ile uyuyacağız sende gelsene." dedi kocaman gülümsemesiyle. "Benim ne işim var?" diye sorarken kaşlarını çattı Poyraz. Bu sülalede kaş çatmak genetik herhalde, küçüğünden büyüğüne herkesin kaşları çatık mübarek. Dudaklarını büzüp "Bana ne! Bana ne, sende gel!" dedi Emir ısrarla. Poyraz, Emir'in yanağından öpücük aldıktan sonra, "Seni mi kıracağım aslanım." dedi ve odamıza giden merdivenlerin yolunu tuttu. Odamız mı? Odamın pardon, dağdan geldi bağdakini kovuyor misali adamın odasını gasp ettim bir de benim odam diyorum. Odaya girer giremez Poyraz'ın kollarından kurtulup yatağın üzerinde zıplamaya başladı. Poyraz da bir eliyle onu yatağa sabitleyip diğer eliyle de hunharca gıdıklamaya başladı. Bende uzaktan hayranlıkla onları izledim. Poyraz'ın ilk defa bu kadar içten, bu kadar sıcak görmüştüm. O kaba saba duran adamın içinden böyle candan gülümseyip küçük bir çocuğu mutlu etmek için elinden geleni yapan bir adamın çıkması beni biraz şaşırttı açıkçası. Onu hep sert bakışlı, katı yürekli falan olacağını düşünmüştüm. Bu tabloyla beraber onun hakkındaki düşüncelerimi biraz yanıltmış oldu. Emir çaresizce gülücüklerinin içinden, "Çiçek yardım et yardım et!" diye yalvarırken, olduğum yerde kıkırdamaya başladım. Yavaşça yanlarına ilerlerken güçlü bir eli kolumda hissetmemle sırtım yatağı boyladı. Bir eliyle beni yatağa sabitlediğinde diğer eliyle de gıdıklamaya çalışıyordu. Onun hareketiyle beraber Emir'de üzerime çıkıp beni gıdıklamaya çalıştı. İşin enteresan tarafı şu ki, ben gıdıklanmam. Karşımda kısık mavi gözler içimi ısıtırken, gülüşü yazın gelişini müjdelemişti pır pır atan kalbime. Nefeslerim düzensizleşirken zorla dudaklarımı aralayıp "Ben gıdıklanmam." diyebildim. Benim gözlerim onu takip ederken ellerimi bırakıp yatağın başlığına sırtını dayadı, kollarını da ensesinin arkasına bağladı. Beni bırakmışlardı ama ben hala büyünün etkisinden çıkamamıştım. Aval aval ona bakıyordum. Emir'in kolumu çekiştirirken kurduğu cümle zorda olsa kendime gelmemi sağlamıştı. "Çiçek, hadi kalk." Hızla yataktan kalkıp pikeyi kaldırdığımda benden önce Emir daldı içine. Benimde yatağa giriş yapmamla kolumun altına girip başını göğsüme yasladı. Bende yavaşça başımı başına yasladım. Hafif hafif saçlarını okşuyordum. Poyraz da bize dönük vaziyette koluyla başına destek vererek bizi izliyordu. On on beş dakika geçti geçmedi Emir derin bir uykuya daldı. "Çocukları seviyorsun" dedi yamuk gülümsemesiyle, ne güzel gülüyormuş bu adam. Ne diyeceğim şimdi? Seviyorum dersem 'Hadi gel bir tanede biz yapalım.' derse ne diyeceğim? Onaylarca başımı sallayarak hafifçe gülümsedim. "Sen?" Sordum sessizce. Kız ne yapıyorsun kendine gel! Oda onaylarca başını sallayarak sırt üstü döndü, bir kolu ensesinin altında bir kolunu da serbest bırakmıştı.   Bende Emir'in kokusunu çekerek ve yorgunluğun bana verdiği yetkiyle derin bir uykuya daldım. Yorumlarınızı bekliyorum ❤️ İnsta: adilece__ Twitter: adilece__ Wattpad: rabadile
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE