Mavi Yılmaz
Güçlü kollarıyla omuzlarımdan tutup sarsıyordu.
“BU SEFER ELİMDE KALACAKSIN LAN!” diye bağırırken gözlerinden alev fışkırıyordu.
“Özür dilerim,” dedim sessizce, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken.
“Özür ha!” dedi, omuzlarımdan sertçe çekip yüzünü yüzüme yaklaştırarak. “Hiçbir özür affettiremez artık, Zeynep!”
“Ben bir şey yapmadım, Allah’ın belası! Bıktım artık senin paranoyalarından!” diye haykırdım, güçlü ellerinin arasında çırpınırken.
“Bıktın ha! O zaman buna bir son verelim!” dedi. Beni havaya kaldırıp salonun ortasındaki cam sehpanın üzerine fırlattı. Sehpa ağırlığımla parçalanırken sırtımdan yükselen acıyla nefeslerim düzensizleşti.
Yumruk yaptığı elleriyle üzerime yürüyordu. “OROSPU!” diye bağırdı.
Yerden kaptığı cam parçasını boğazıma dayadı. “Hoşça kal!” dediği anda elime geçen büyük bir cam parçasını hızla ona sapladım. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
Elindeki parçayı fırlatıp göğsünün altına saplanan cama baktı. “Ne yaptın lan sen!” diye inledi. Sonra başka bir parça alıp ayağa kalkmaya çalıştığımda kolumu sıkıca kavradı.
“Anca beraber, kanca beraber!” dedi. Elimi tutup camı karnıma doğru bastırmaya çalıştı.
“Allah belanı versin şerefsiz!” diye bağırırken gözyaşlarım oluk oluk akıyordu. Boşta kalan elimle göğsüne sapladığım camı daha derine ittirdim. O da acıyla haykırdı.
Aynı anda elindeki parçayı karnıma sapladı. Bağırışlarımız birbirine karıştı…
“Mavi, sana diyorum!” Kumru’nun sesiyle kafamı sallayıp ona döndüm.
“Efendim?”
“Civan Bey aradı. Yeni kayıt yapılan öğrenci dosyalarını istiyor. Götürebilir misin?” dedi, üzerimi süzerek.
“Tamam,” dedim ve hızla sandalyeden kalkıp dosyaları aldım.
“İyi misin?” diye sordu; kuşkulu bakışları üzerimdeydi. Başımı sallayarak onayladım ve merdivenlere yöneldim.
Hiçbir zaman iyi olmamıştım ki.
Civan Bey’e dosyaları teslim eder etmez odadan çıktım. Başım önümde merdivenlerden iniyordum ki tanıdık bir ses kulaklarıma çarptı.
“Mavi,” dedi. Gözlerimi kaldırdığımda mavilerle çarpıştım.
Yine mi bu adam!
“Buyurun, Afran Bey,” dedim sakin olmaya çalışarak.
“Sadece Afran,” dedi, kocaman bir gülümsemeyle.
“Peki.”
“İyi misin?” diye sordu.
“İyiyim, sen?” dedim sessizce.
“Ben iyiyim de sen hiç iyi görünmüyorsun,” dedi; endişeli mavilerini üzerimde gezdirerek.
“İyiyim, iyi günler,” deyip merdivenlere yöneldim.
“Bir saniye,” dedi, kolumdan tutarak.
Bakışlarımı tekrar mavilerine diktim.
“Öğle arasında müsait misin?” diye sordu hevesle.
“Neden?” dedim, kaşlarım istemsizce çatılırken.
“Beraber yemek yiyebiliriz.”
“Teklifiniz için teşekkürler, fakat müsait değilim,” dedim. Yine merdivenlere yönelmiştim ki bu kez kolumdan kavradı.
“İş çıkışı?” diye sordu.
“Şansa bak,” dedim, kolumu kavradığı ele ters ters bakarken. “Randevu defterimde hiç boşluk kalmamış.” Elimi sertçe çekip merdivenlerden aşağı indim.
Adım sesleri peşimden gelirken sinirlerim zıvanadan çıkmıştı. Çalışma masama geçtiğimde mavilerle yine karşılaştım. Dirseklerini masaya koydu, gözlerini gözlerime dikti.
“Gün gelecek o defterde sadece benim ismim yazacak, göreceksin,” dedi; ardından göz kırpıp çıkışa doğru ilerledi.
Tövbest!
Kumru gözlerini kocaman açıp bana baktığında, “Sus!” dedim öfkeyle.
Öğle arasında Kumru biraz rahatsız olduğu için benimle yemeğe gelmedi. Masada sessizce yemeğimi yerken bir tabldot önüme bırakıldı. Başımı kaldırdığımda Civan Bey’in gülümsemesiyle karşılaştım.
“Oturabilir miyim?” diye sordu tüm kibarlığıyla.
“Tabii,” dedim, gülümsemesine karşılık vererek.
“Çok düşünceli duruyorsun,” dedi; yüzümü bir şey arıyormuş gibi süzüyordu.
“Düşünmeyen insan var mı? Varsa bana da öğretsin,” dedim alayla.
Kaşlarını hafifçe kaldırdı, çarpık bir gülümsemeyle: “Doğru söylüyorsun. Bir sıkıntın varsa anlatabilirsin, belki yardımım dokunur.”
“Çok teşekkür ederim. Aşamayacağım şeyler değil,” dedim gülümseyerek. İş yerinde kaçak çalıştığımı biliyordu. Kim bilir ne senaryolar kuruyordu kafasında… Kurduklarının bin beteri bende saklıydı.
“Sevindim öyle olmasına,” dedi, sonra önündeki yemekle ilgilenmeye başladı. En azından uzatmadı.
Sessizlik içinde yerken masaya iki tabldot daha kondu. Başımı kaldırdığımda Afran ve Arya Hanım’ı gördüm; gözlerim şaşkınlıkla açıldı.
“Oturabiliriz değil mi?” dedi Arya Hanım.
“Sorman hata Arya,” dedi Civan Bey, yine o kocaman gülümsemesiyle.
Ulan, ben oturuyordum bu masada!
İkisi de sandalyelerine yerleşince bakışlarımı tekrar yemeğime indirdim.
“Çok önemli işlerin varmış, Mavi!” dedi Afran, imalı bir tonla. Bakışları da sözlerine eşlik ediyordu.
Arya Hanım ikimizi de süzdü, ardından pis pis sırıtıp yemeğine döndü. Utancımdan yerin dibine girdim.
“Size afiyet olsun,” diyerek kalktım.
“Nereye?” diye sordu Civan Bey.
“Doydum,” dedim sessizce.
“Bir şey yememişsin,” diye ekledi bu kez Arya Hanım.
Afran çatık kaşlarla bana bakıyordu. Sana ne oluyor be adam, gören de kocam sanacak!
“İşlerim var!” diyerek hızla masadan uzaklaştım.
Benim bu adamdan çekeceğim vardı. Belli oldu.
❤️
Telefon elimde odamda bir sağa bir sola dolaşıyordum. En sonunda rehberden ismini bulup aramayı başlattım, telefonu kulağıma yerleştirdim. İki üç çalmadan sonra açtı.
“Efendim.”
“Nasılsın, Can?” dedim; sesim korkuyla titriyordu.
“İyiyim Zeynep, sen nasılsın?”
“İyiyim ben de,” dedim, yatağa bağdaş kurarak oturdum. “O…” dedim sessizce.
“Şu an bir sorun yok,” dedi; sesi gayet sakindi.
“Hâlâ arıyor mu?” diye sordum, korku hâlâ içimdeydi.
“İnanmazsın belki ama eskisi gibi değil artık. Hayatına birini bile soktu,” dedi neşeyle.
“Gerçekten mi?” dedim; sevinçle ayağa kalktım.
“Evet. Hatta kim olduğunu duysan şoka girersin,” deyip ufak bir kahkaha attı.
“Kim?”
“Senin arkadaşın var ya, Esra. Onunla beraber.”
Bir an nefesim kesildi. “Oha,” dedim sessizce. Esra benim okuldan en yakın arkadaşımdı, bizi de o tanıştırmıştı. Yaşadığım her şeyi biliyordu. Nasıl onunla beraber olabilirdi? Aptal mıydı bu kız?!
“Öyle işte. Neyse, daha sonra görüşürüz. Kendine dikkat et ve artık kafana takma,” dedi ve cevabımı beklemeden telefonu kapattı.
Hızla salona geçip Kumru’nun yanına oturdum. “Kumru…” dedim, hâlâ şokun etkisiyle.
“Ne oldu? Bak, dizinin en heyecanlı yerindeyim,” dedi; çitlediği çekirdeğin sesi kulaklarımı dolduruyordu.
“O, Esra’yla berabermiş. Ve… beni artık aramıyormuş,” dedim; gözlerim dolarken.
Önce çekirdeğin sesi kesildi. Uzun bir süre başparmağı ve işaret parmağı arasında tuttuğu çekirdek havada asılı kaldı. Sonra yan bakışlarıyla, “Şaka…” dedi. Ardından hızla bana döndü. “Bizim Esra?!”
“Evet.”
“Sinsirellaya bak sen! Ama iyi olmuş. Çok şükür, Allah’ım, dualarımı kabul ettin,” diyerek ellerini açtı, dua etti. Yüksek sesle, “Amin!” dedi.
“Yine de içim hiç rahat değil,” dedim; gözümden bir damla yaş süzülürken. Kumru omuzlarımdan tutup hızla kendine çekti, sarıldı.
“Neden?” diye sordu sessizce.
“Hiçbiri aklımdan çıkmıyor Kumru. Hepsini tekrar tekrar yaşıyorum. O geceyi yaşıyorum. Acısını hissediyorum ama ölmüyorum,” dedim; gözyaşlarım artık hunharca akıyordu.
“Geçecek güzelim. Hepsi bitecek bir gün, bana güven. Artık seni öylece başıboş bırakmam. O şerefsize gitme dediğim halde gittin, bak neler oldu. Artık beni dinleyeceksin. Söz mü?” dedi.
Başımı sallayarak onayladım, dizine uzandım.
“İyi ki varsın, Kumru,” dedim. Tam o sırada telefonuma mesaj geldi. Cebimden çıkarıp ekrana baktım.
053 *** ** ****
Gönlü güzelin nazı da güzeldir, azizim.
Mesaja baktığım anda bütün üzüntüm uçup gitmiş, üstüne bir de kahkaha atmıştım. Kumru telefonu elimden kapıp mesajı okuyunca o da kahkaha patlattı.
“Afran değilse benim de adım Kumru değil!” dedi. Biz yeniden kahkahalara boğulduk.
Telefonu bana uzatıp, “Cevap ver!” dedi.
“Hayır, engelleyeceğim direkt!” dedim. Üzerime diktiği kızgın bakışlarıyla,
“Cevap ver adama, kızdırma beni!” diye çıkıştı. Ben hızla kanepeden kalkıp odama doğru ilerlerken, “İyi geceler!” diye bağırdım.
Bu adamdan kurtulmam lazımdı. Böyle bir şeye hazır değildim, bırak bir daha hayatıma bir adamı sokmayı… Ben kimseye güvenemezdim.
Her kapı çaldığında korkuyla zıplayan ben, nasıl devam edebilirdim ki? İsmini bile anmak istemediğim o hayvan, bir gün geri döner, hayatımı yeniden altüst ederdi. Biriyle olsa bile, sonunda beni bulacaktı. Ben her gün o gün gelmesin diye dua ederken, korkularıma birini daha dahil edemezdim.
Afran iyi bir adama benziyordu; onun gibi değildi. Ama işte kötü olan da buydu. Sırf mutlu olmak için kimsenin hayatıyla oynayamazdım. Diyelim ki olduk… ileride gerçekleri öğrendiğinde nasıl bakardım yüzüne?
Üstelik biz İstanbul’da değil, Mardin’deydik. Buradaki yaşam tarzı benim hayatımla örtüşmüyordu. Daha muhafazakâr bir kesim vardı ve yaşadıklarıma saygı duyacaklarını sanmıyordum. En iyisi uzak durup saklı gizli yaşamaktı. Ben de öyle yapacaktım.
Numarayı engelleyip yatağıma girmiştim ki telefon çalmaya başladı.
054 *** ** ** arıyor…*
“Bu kim şimdi? Başka bir numara mı?” diye mırıldanarak açtım. Sert bir sesle, “Efendim,” dedim.
“Neden engelledin?” dedi tok bir ses.
“Afran?” dedim yatakta doğrulurken.
“Benim.”
Adamı engellemişiz, hâlâ pes etmiyordu.
“Aaa, mesaj atan sen miydin?” dedim, yalandan şaşırarak. Az değilsin kız!
“Yalan söyleme konusunda biraz daha çalışmalısın,” dedi adam; ismi bile yalan olan bana.
Derin bir nefes aldım. O sırada odanın kapısında Kumru belirdi. Elinde terlik vardı; bakışları, ‘Adam akıllı konuş yoksa bu terliği kafana yersin!’ diyordu. Yanıma gelip oturdu.
“Orada mısın?” diye sordu Afran.
“Evet,” dedim.
“Bak, Afran. Bana karşı ilgini anlamamak için salak olmam lazım sanırım. Ama seni tanımıyorum,” dedim.
Kumru, elindeki terliği bacağıma geçirdi.
“Anlamana sevindim. Tanımayı neden denemiyorsun?” diye sordu Afran.
Ben telefonu elimle kapatıp Kumru’ya ters ters baktım. “Git şuradan!” diye fısıldadım.
“Demin söylediklerimi ne çabuk unuttun! Doğru düzgün konuş, dinliyorum!” dedi, tehditkâr bakışlarla.
Çaresizlikle ofladım, telefonu kulağıma yerleştirdim. “Tamam,” dedim sadece.
“Ne tamam?” diye sordu.
“Yarın akşam sekizde beni gelip alırsın. İyi geceler,” dedim ve hızla telefonu kapattım.