Sanki bütün restoran susmuş onları dinliyor gibi hisseden Medusa kekeleyerek "Affedersiniz." dedi.
"Affetmiyorum, dikkat etmenizi öneriyorum!" diyen adama bakarken şaşkınlığını gizleyemeyen Medusa dediğinde ciddi olup olmadığını düşünüyordu. Ciddi olduğunu anladığında bu ukalalığı karşısında sinirle konuşmaya başladı sabrı taşmıştı artık.
"Bana mı dediniz?" diye sorarken gözlerinden ateş çıkıyordu.
"Sizden başka dikkatsiz biri var mı acaba burada?"
"Sizin gibi ukala, kendini beğenmiş, ne dediğini bilmeyen ikinci bir kimse de yok!" dedi sesini daha fazla yükselterek.
Genç adam, "Sizin gibi, illetini de görmedim ayrıca!" deyip gitmeye kalkınca sinirle önüne geçerek onu durdurdu ve "Bu kadar kolay kurtulamazsınız, hemen özür dileyin benden!" diyerek sitemle haykırdı adamın yüzüne karşı.
Gença adam bu kez de "Hiç sanmıyorum!" diyerek hızla yanından uzaklaştı. İyice sinirleri bozulmuştu o hışımla düşünmeden yerine oturdu ama ona ağzının payını veremediği için içinde patlamayan bir öfke taşıyordu. Yemeği gelmeden Efe'ye mesaj yazarken sinirden titreyen parmaklarını engelleyemedi. Yemeğini yerken Efe'den gelen son mesaja baktı, yarım saat sonra sahilde olacağını yazıyordu. Ne kadar sakinleşip yemeğinin tadını çıkarmaya çalışsa da adamın yaptığını unutamıyordu.
En nihayetinde yemeğini yiyip sahile geçtiğinde Efe onu çok şirin bir çay bahçesinde bekliyordu. Oturduğu masaya yaklaşırken arkadaşının yüzünü inceleme fırsatı buldu. Onunla görüşmeyeli çok uzun zaman olduğundan, hayatın onu yormuş ve yıpratmış olduğunu yüzünün her zerresinde gördü. Yanına yürüdüğü kısacık anda düşündü, gerçekten uzun yıllar olmuş muydu görüşmeyeli? Ya da görüşmediği yıllar fazla şey mi alıp götürmüştü ondan? Bilemedi.
Mesusa'nın da gelmesiyle çaylar söylendi. Hem kahvelerini içip hem de muhabbet ediyorlardı ''Sinirli görünüyorsun'' diyen Efe arkadaşının yüzünü inceliyordu. İyi tanırdı Medusa'yı bu yüzden hemen anlamıştı hâlini.
"Evet densizin birine çattım da!" dedi o anın ateşi aklına düşünce ve yine sinirlenip "Ukala!" diye düşündü.
"Neyse boş ver şimdi, neler yapıyorsun? Anlat bakalım."
"Ne yapayım boştayım, iş arıyorum."
"Antalya'yı mı seçtin bunun için?"
"Geçici, biraz kafa dağıtmak istiyorum."
"Benim çalıştığım otelde, organizatöre ihtiyaç vardı yapabilir misin?"
"Sorduğun şeye bak yaparım tabi! Ne olsa olur yeter ki iş olsun."
"Bildiğim kadarıyla mali sıkıntın yoktu Medu ne bu iş sevdası, üstelik Türk dili ve edebiyatı okumuştun!"
"Biraz değişikliğe ihtiyacım vardı ondan buraya geldim."
"Tamam ben senin için konuşurum, yarın sabah haber veririm sana."
"Anlaştık, öyleyse."
"En son kimseyi hayatına almıyordun var mı biri hayatın da?"
"Hâlâ yok, kafa dengi birini bulamadım!" derken sebepsizce o ukala geldi aklına, hayalindeki güçlü karaktere benziyordu fakat onu çileden çıkartmasıyla tüm hayalleri silinip yok oluyordu.
"Sen?" diye sorarken merakla parmağındaki yüzüğü gösterdi.
"İki ay oldu yüzük takalı, görsen muhteşem biri."
"Harika, ne zaman tanışıyoruz?" dedi neşeyle.
"En kısa zamanda." dedi ve gülüşerek masadan kalktıp çay bahçesinden çıktıktan sonra sahilde yürümeye başladılar, saatlerce eski günleri yad edip güzel vakit geçirdikten sonra Efe eve kadar Medusa'ya eşlik etti. İçeri girene kadar onu bekleyip yavaşça oradan uzaklaştı. Yukarı çıktığında, evde hiçbir gıdanın olmadığını anımsadı ve markete çıkma işini yarına bıraktı.
Bilgisayarını alarak balkona çıktı. Balkondaki masa ve sandalyeler beyazdı, masmavi deniz kendisine yansıyan ışıklarla parıldarken o güzel manzarayı karşısına alarak yazmaya başladı.
Her ne kadar, sinir olsa da yeni romanına Mirza Arslan yani nam-ı diğer Ukala ona ilham kaynağı olacaktı. Hava alanında başlayıp Antalya'ya kadar olan kısmı akıcı bir şekilde kaleme aldıktan sonra kader ne gösterirse kalemi onu yazacaktı.
Bilgisayarı kapadığında saat ikiye geliyordu. Yatmalıydı sabah markete gidip dolabı doldurması gerekiyordu. Yatak odasına geçtiğinde ilk önce makyajını sildi artık yatması için hiçbir engel yoktu. İnce pikeyi üzerine alarak istemsizce uykunun kollarına bıraktı kendini.
***
Zilin çalmasıyla sıçrayarak kalktı yataktan, korkuyla kapıyı açmaya gittiğinde sabah olmuştu. Düşünmeden kapıyı açtığında en berbat hâli üzerindeydi, uykuluydu ve yatak hâli en doğallığıyla üzerinde duruyordu. Kimseyi beklemediğinin bilincinde olmasına rağmen düşünmeden açmıştı kapıyı. Karşısında gördüğü kişiyle şaşkınlığını gizlemekten çekinmedi.
Gelen Mirza Arslan'dı hiçbir şey söyleyemedi âdeta dili tutulmuştu.
"Beni içeri davet etmeyecek misin?'" diye soran Mirza vereceği cevabı beklemediği gibi izin de istemeden içeri girdi.
"Ne işin var senin burada?" diye sitemle sorduğunda, pişkin pişkin "Seni almaya geldim!" dedi.
Medusa'nın, "Seninle yan odaya bile gitmem!" demesiyle elinden tuttu ve tek bir hamlede Medusa'yı kendine çekti. Diğer eliyle de beline sarılarak daha da yakınlaştı.
Medusa, "Bırak beni!' dedi kızgın bir şekilde ama genç adam denileni yapmadı aksine aynı anda tutkuyla dudaklarından öpmeye başladı.