5.BÖLÜM "ORMANDA MANGAL"

3029 Kelimeler
“Yatır önümüzde!” Güçlükle konuştuğumda Aslı ve Dilan da korkudan titriyorlardı. Işık birden açıldı ve önümüzdeki Hira’nın bedeni birden belirdi. Gözlerim korkudan irice açılmıştı. Ona öylece bakmayı sürdürdüğümde biri mideme tekme atmıştı sanki. Başparmağımın içini üst dişlerime bastırıp çenemi geri ittipimde şoka girmiştim sanki. Kızların da sesi soluğu kesilmişti. Onlarda hayrete düşmüştü. “Ne yapıyorsun kızım sen manyak mısın?” Aslı birden parlayınca kendime gelerek silkelendim ve sırtımı doğrultup suratımı sıvazladım. Hira resmen ödümüzü kopartmıştı. Bir şey yapmamış gibi birden kahkaha atmaya başladığında psikopat gibi gözüküyordu aynı. “Nasıl da korktunuz ama!” Karnını tutup kahakahalarını sıralamaya devam edince ona bakarak gözlerimi devirdim. Aslı yataktan kalktı ve ona doğru kaldırdığı işaret parmağını sabit tutarak “bir daha sakın böyle saçmalıklar yapma.” Diye uyardı. Ardından tuvalete gidince Dilan da kalkıp kendi yerine oturmuştu. Hira’yla yalnız kalınca iri bakışlarımı üzerinden çektim ve yatağıma iyice kuruldum. “Bir şey mi var Rüya?” Dedi yumuşak sesiyle. Bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım. Yine o masum maskesini takmıştı. Tabii, hiçbir şeyden haberimin olmadığını sandığı için böyle düşünmesi kolaydı. Ona cebap vermeden önüme döndüğümde yatağımın ayak ucunda bir hareketlenme oldu. İzin almadan oturduğu için ona ayar olmuştum. Bakışlarım yüzüne doğru yükseldi ve ona iğnelercesine baktım. “Affedersin, izin almadan oturduğum için kızdın mı?” Onaylar anlamda kafamı salladım ve ters ifademle bakmayı sürdürdüm. Bir an önce yanımdam defolup gitmesini istiyordum. “Yani, ilk zamanlarda aramızın iyi olduğunu sanıyordum.” Şaşkınca etrafa bakma bahanesiyle gözlerini benden kaçırdı, ifadesini toparladı ve tekrardan suratıma baktı. “Sonrasında bana karşı oldukça soğuk davranmaya başldın. Bunun sebebini anlamaya çalışıyorum sadece.” Dudaklarım alayla kenarlara doğru kıvrıldı. Ona karşı net olcaktım. Herhangi bir ekincem yoktu. Her ayrıntıyı bilmese de sebebinden bahsedebilirdim. “Çünkü seni samimiyetsiz buluyorum.” Dedim. Bu karşılığı almayı beklemedi. Kaşları birden yay gibi yuları doğru kıvrıldığımda yumuşak ifadesini bozmada da bakışlarının sertleştiğini hissettim. Bu kadar kaba olmamdan nefret etmişti. Üzgün bir ifadehle bana baktı ve kedi tüyü kadar yumuşak bir sesle “neden… Çok üzüldüm benim hakkımda bu şekilde düşünmene…” diye tamamladığında bu kızın rol yapmaktan yorulup yorulmadığımı merak ediyordum. “Her neyse.” Bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım ve hızla. “Bunlar yalnızca benim düşüncelerim.” Dedim. Bir yandan da konuşurken suratımı buruşturmamak için kendimi zor tutuyordum. “Herkesin kimyası tutmak zorunda değil. Sen sordun, ben de cevap verdim.” Bu kadarının onun için yeterli olmasını umuyordum. Bir an önce yakamdan düşmeliydi. Yavaşça soluğunu verdikten sonra bakışları kısıldı. Yüzündeki o cici kız ifadesi giderek soluyordu. Kollarını göğsünün altında bağlayarak geriye doğru uzattı bedenini ve keskin bir sesle “ne yaparsan yap değişmeyecek diyorsun yani.” Tek kaşımı kaldırarak başımı salladım ve “evet, aynen öyle diyorum” dedim. Kısık gözleriyle bir süre öylece bakmayı sürdürdü. Belki de akşınca beni korkutmayı düşünüyordu, ondan çekineceğimi umuyordu. Donuk bakışlarımla ona karşılık verdikten sonra pes ederek ayağa kalktığında il zamanlarda gördüğüm o cici kızdan eser kalmamıştı. Anlamıştım ki artık bana o yüzünü de göstermeyecekti. Onu tanıdığımı biliyordu. İçindeki asıl Hira’yı çözdüğümü biliyordu. Artık asıl Hira’yla karşılaşacaktım. Öğleden sonra tüm öğrenciler toplanmış, geldiğimiz otobüslere binerek yeşillikle kaplı bir ormanın içine dalmıştık. Öğretmenlerimizin eşliğinde yaptığımız yürüyüşte Eymen’le yan yanaydık. “Hocam daha ne kadar yürüyeceğiz?” Adının bugün Külide olduğunu öğrendiğim, ikinci Sınıfların birincisi olan gözlüklü kız konuşmuştu. Başarı sıralaması olarak onların üzerindeki sınıfın da birincisi olsam da hiçbir zaman böyle çalışkan kız triplerine girmemiştim. Bana saçma geliyordu. “Az kaldı çocuklar, gelin şöyle.” Akşama ormanda mangal yakacaktık. Araç buraya kadar girmediği için tüm malzemeleri aramızda paylaşarak taşıyorduk. Neyse ki ışıklandırmalar Eymen’le bana kalmıştı. Fazla ağır oldukları söylenemezdi. “Burası nasıl Gülben Hocam?” Namık hocanın gösterdiği yer güzeldi ancak dikkatimi ondan daha çok farklı bir şey çekmişti. O da Namık Hocanın, Gülben Hocaya karşı olan bakışları. Dudaklarımı büzüp, kısık bakışlarla ikiliyi izlerken Eymen beni omzuyla dürttü. Düşüncelerimin arasından sıyrıldım ve öfkeli bakışlarla ona baktığımda hemen yanımdan yürüyordu. “Ne var be?” Bakışlarını azarlarcasına kıstı ve sitemle “şu ağza bak. Ne ara bu kadar terbiyesiz, saygısız bir kız oldun sen?” Yorgun bir soluk aldım. Onunla münakaşaya girecek havamda olmadığım için görmezden gelmeyi seçmiştim. “Sen de mi fark ettin?” Geri vites yapmamı fırsat bilerek sorusunu yöneltince dudaklarımı büzdüm ve anlamazdan gelerek “neyi?” Dedim. Gülümsedi. O sırada Namık Hocanın buldukları yeri onaylamışlardı. Eşyaları Selim hocanın talimatıyla belirli yerlere bırakıyordu öğrenciler. “Neyi olacak? Namığın Gülben’e abayı yaktığını.” Usulca kenara doğru ilerleyip ışıkları nazikçe bırakırken fısıldadım. “Şşşh! Sessiz olsana! Yakacaksın diplomamızı.” “Evet çocuklar! Kendi aranızda uğuldamayın da br dinleyin!” Namık hoca ellerin çırparak önümüze geçip durduğunda doğrularak onu izledim. “Evet. Öncelikle bir kısmınız bizimle kalıp masaları, ışıkları hazırlayacak. Diğer kısmınız da gidip ateş için çalı çaput bir şeyler toplayacak.” Deyince öğrenciler kendi aralarında uğuldaşmaya başlamıştı tekrardan. “Hocam ben ormana falan girmem! Yatırım otelindeyiz zaten! İyice başıma bela almak istemiyorum!” Dedi Jülide. Yatır kısmından sonra herkeste ayriyeten bir ürperme ve uğuldama olmuştu. “Eh! Yeter! Sizi tatile getirdiğimize daha fazla pişman etmeyin bizi! Şu yatır saçmalığını da bir kenara bırakın!” Namık hoca iyice hararetlenerek işaret parmağıyla Jülide’yi gösterdi ve bağırarak “sen ateş için ormanda gezeceklere katılacaksın!” Dedi. Kızın o anda korkudan aklı çıkmıştı. Ben bile onun yerine korkmuştum. Hayretle ağzım açıldı ve öylece bakakaldım. “Hocam! Siz ne diyorsunuz!” “Bundan sonra her kim yatır derse o da ormana girecek!” Sorarcasına öğrencilere bakmayı sürdüğünde oldukça tehtidkar davranıyordu. “Var mı bir sorunu olan?” Herkes korku dolu bakışlarla baktı ve kafasını onaylamaz anlamda salladı. Namık Hocanın suratında eski Türk filmlerindeki kötü karakterleri andıran o gülüşlerden oldu. Ardından başını salladı ve “tamam o zaman. Şimdi söyleyin bakalım, orman için gönüllü olan var mı?” Dediğinde otobüsteki iri yarı çocuk ayağa kalktı hevesle. “Ben girerim hocam!” Diye anırdığında arkadaşları da onu desteklemişti. “Oo! Yürüyen dolar! Sen varsan biz de varız!” Hoca soran bakışlarla bakmaya devam edince Eymen el kaldırdı “hocam Rüya’yla biz de varız.” Gözlerim hayretle araşandı ve inanamayan bir ifadeyle Eymen’e dönüp öylece baktığımda şaşkınlıktan nefesim kesilmişti. Ne? O az önce ne demişti? “Sen deli misin?” Omzuna vurarak devam ettim “kafayı mı yedin?” Korkuyla önüme dönüp öğretmenime seslendim “Namık Hoc-“ Adam ellerini çırptı ve suratındaki sıcak tebessümle beraber bize döndü “ evet, arkadaşlarınız gördüğümüz gibi her konuda oldukça mantıklı. Sizin gibi aptalca fikirlere kapılmıyorlar!” Gözleri tekrardan bizi bulduğunda korkudan tüm ifadem dağılmıştı. Hayretle ona bakmayı sürdürdüğümde bizi alkışladı ve “müthiş bir cesaret örneğisiniz, bravo!” Dedi. “Sen ne yaptığını sanıyorsun!” Gücümü sonunda toparlayabildiğimde midesiyle dirseğine bir tane geçirmiştim. Bıyık altından gülerek homurdandı “ne istersem yapcağını söylemiştin.” “Bu kadarını da değil!” Alçak çıkan bir sesle cırlarcasına konuşmuştum. Ona hayretle bakmayı sürdürdüğümde halinden fazlasıyla memnun gözüküyordu. “Sana inanamıyorum Eymen, resmen çıldırmışsın!” Beni umursamadı. Gruplar iyice ayrıştığında Etmen montumun kolunun ucımdan tutmuş, beni de kendisiyle beraber sürmeye başlamıştı. Ormana doğru daldığımızda bizimle beraber çalı arayanların gittiği yerlere değil de ıssız yerlere girmemizi sağlıyordu. Giderek yoğunlaşan ağaçların görüntüsünden ürktüm. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırdığımda midem ağrıyordu. Dilan’ın bahsettiği yatır muhabbeti aklıma gelince dişlerimi birbirine geçercesine bastırdım. Korkudan damaklarım sızlıyordu. “Rüya?” Seslenmesiyle irkilerek bakışlarımı hızla ağaçların üzerinden çektim. “Eymen! Şöyle birden seslenmesen diyorum?” Hızlı adımlarla yanına gittim ve öfkeli ifademle suratına bakarak “cidden bir gün ödümü kopartacaksın sen.” Diyerek önüne geçip yolu çok iyi biliyormuş gibi yürüyordum. Yeşilliklerin güzelliğine dalıp öylece yürümeye devam ettiğimde havanın kısa süre içerisinde kasvetli bir hal aldığını fark ederek durdum. Kafamı kaldırıp gökyüzünü izlemeye başladığımda aydınlık bulutlar dağılıyordu. “Eymen, baksana hava ne çabuk kara-“ omzumun üzerinden arkama döndüğüm an orada kimsenin olmadığımı fark etmemle yüreğimin ağzına gelmesi bir oldu. Gözlerim irice açıldı. “Eymen…” titreyen sesimi işittim ve korkulu ifademle öylece bakmayı sürdürdüm. Sertçe yutkunduğumda sırtım karıncalanıyordu. Sanki biri sırtıma dokunacak korkusu yaşıyordum. Ürkek bakışlarım etrafta dolandı. Orman her geçen saniye daha da küçük geliyordu gözüme. “Eymen!” Bağırışım kendi kulaklarıma yanlı yaptığında dizlerim çözüldü. Sol taraftaki çalışrdan bir hışırtı geldiğimde artık parmaklarıma kadar titriyordum. “Kim var orada.” Kalbim hızla atıyorken hava daha da ağırlaştı. İşti şimdi gerçekten korkmaya başlamıştım. Korkudan gözlerim dolunca kuruyan dudaklarımı ıslatıp hızlı adımlarla geldiğim yere doğru yürüdüm. “Eymen! Eğer beni korkutmaya çalışıyorsan seninle cidden konuşmam. Hemen çık karşıma.” Dudaklarım büzüştü. Deli gibi titriyordum. Çalıların oradaki kıpırtı iyice arttı ve ben oradan uzaklaştım. Bir yandan da korkuyla omzumun üzerinden dönüp ardıma bakıyordum. Tam önüme dönecekken iri bir bedene çarptım. çığlık atarak önüme döndüğümde geriye doğru düşüyordum. Dengemi son anda topladım ve Eymen’in de yardımıyla kendimi toparladığımda son anda düşmekten kurtulmuştum. “Eymen!” Gözlerim dolmuş, korkudan titremiştim. Bu kadar kötü olacağımı beklememişti. Endişeyle ifademi izledi ve “Rüya… Ben özür dilerim. Bu kadar çok korkacağımı düşünememiştim.” Dedi. Sabahtan beri gereksiz yere korkutulduğum için artık daha fazla dayanamadım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Elimi kaldırıp göğsüne vurduktan sonra kollarımı göğsümün aştında bağladığımda hıçkırıyordum. “Sana korktuğumu söylemiştim!” Burnumu çektim. Bana sarılmaya çalışmasına izin vermeden yanından geçip gittiğimde hiçbir şey düşünemiyordum. Şu yatır muhabbeti tüm psikolojimi bozmuştu. “Rüya!” Koşturarak yanıma geldi ve beraberimde yürümeye devam etti. “Özür dilerim.” Bir şey söylemeden ağlamaya devam edip burnumu çektim. “Gerçekten de özür dilerim eşeklik ettim.” “Pisliksin Eymen!” “Evet! Pisliğin tekiyim.” Dirseğimin içiyle suratımı sıvazladım ve gözyaşlarımı temizledim. Adımlarımı durdurduktan sonra elimle etrafı gösterip öfkeyle konuştum “ne topluyorsan topla çabuk. Geri dönmek istiyorum.” Suratına bile bakmadan konuşmuştum. Önüme geldi ve bakışlarını sürekli gözlerime isabet ettirmeye çalıştı. Çabasını boşa çıkartıyor, sürekli etrafa bakıyordum. En sonunda çenemden tuttu ve yüzümü suratına kaldırdı. Bu hamlesini beklemediğim için sudan çıkmış misali gözlerine öylece bakakaldım. O anki gün ışığıyla beraber yüzü öyle güzel gözüküyordu ki kızları kıskandıracak kadar mükemmeldi. Öylece baktım. Kararlı ifadesinden, onu daha fazla reddedemeyeceğimi görüyordum. Pes etmeyecekti. “Bak, gerçekten de özür dilerim tamam mı? Sadece biraz kafanı dağıtmak istemiştim.” Son sözlerine inanamadan ona öylece baktım. “Sağ ol ya. Me güzel kafamı dağıtıyorsun sen bemim öyle…” Bakışları gölgelendi. “Tamam, abartma olur mu?” Kolumla elini ittirdim ve yanımdan geçerken konuştum “saçmalama Eymen ya. Yapıp yapıp bana abartıyorsun deme sakın.” Yüzüm buruştu ve tekrardan etrafı işaret ettim. “Hadi, ne toplayacaksak toplayalım ve defolup gidelim şuradan.” Bıkkınlıkla bir soluk verdi ve konuşmadan yalnızca kafasını sallamakla yetindi. “Tamam, gel o halde şöyle.” Dedi ce önden yürümeye başladı. Tripli ifademle peşine takılıp onunla beraber ilerlediğimde artık ikimizde sesimizi kesmiştik. Yerlerde birkaç çalı bulduğunda çömelerek toplamaya başladı. Ben de ona ayak uydurup eğilerek kucağımı doldurmaya başladığımda etraftan korkutucu sesler yayılıyordu. Alt dudağımı dişleyerek hareketlerimi hızlandırdım. O yatır muhabbeti aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Ne demişlerdi? Adamın sürekli buralarda gezindiğini mi? Birden telrardan tüylerim ürperdi ve içim buğuz etti. “Tamam, bu kadar yeter.” Konuşmasını beklemediğim için tekrardan ürpermişti içim. İrkilerek doğruldum ve ğeşine takılıp onunla beraber ilerledim. “Küs müyüz hala?” Baykuş sesleri iyice yaygınlaştığında hava neredeyse tamamen kararmak üzereydi. Midemdeki kıpırdanmayla beraber ona biraz daha yaklaştım ve yalın yürüdüm. Bir yandan da içimden bunu fark etmememsi için dua ediyordum. “Biz nereden gelmiştik ya?” Öfkeyle gözlerimi devirdim. “Saçmalama Eymen ve şaka yapmayı kes artık!” Adımları tamamen durduğunda etrafa meraklı ifadesiyle bakmaya devam etti. Eğer on numara bir oyuncu değilse gerçekten de geldiğimiz yolu hatırlamıyordu. Korku tüm bedenime yayıldığında hayretle ifadesine bakmayı sürdürdüm. Bir an önce geldiğimiz yolu hatırlamasını bekliyordum. “Rüya,” kafasını çevirip yüzüme baktı. “ beni izleyeceğine sende yolu hatılamaya çalışsan nasıl olur acaba?” Kaşlarım yay gibi yukarı doğru kıvrıldı. “Sen gerçekten de ciddisin.” Dedim hayretle. “Günaydın.” Suratına kondurduğu yapmacık tebessümüyle beraber konuşmuştu. Ağlamaklı ifademle etrafa baktım. “İnanmıyorum ya! Gerçekten de bunu bana haptığına inanamıyorum!” Dönerek etrafa baktım. “Beni korkutmayı planlayacağına yolu kaybetmeseydin. Hava da kararacak şimdi ne yapacağız?” Birden kurtlar ulumaya başlayınca gözlerim irice açıldı. Nefesimi tutmuştum. Süt dökmüş kedi gibi etrafa öylece bakıyordum “Sakin ol. Bu kadar panik olma.” Kollarımdaki çalıları tek koluna kaydırdı be koluma girip benimle beraber yürümeye başladı. Onunla daha da yakınlaşımca paniğim az da olsa azalmıştı. “Şu taraftan gelmiştik sanki ağaçlar daha bitişikti.” Önümüzdeki yol ikiye ayrılıyordu. Dediği yönün aksine baktım. İki yolda birbirinin aynadaki yansımasıydı sanki… “Diğer tarafla aralarında hiçbir fark yok emin misin?” “Değilim.” “Sağ ol ya, bu çok net oldu.” “Ne diyeyim Rüya? Yalam mı söylememi istersin?” Tam o esnada bir kurdun uluma sesini duymaya başladığımızda midemdeki kramplar iyice belirgin bir hal aldı ve canımı yaktı. “Az daha oyalanırsak kurtların yemeği olacağız, bir şeyler düşünsene Eymen!” “Tamam ya sağ taraftı gelsene” deyip beni de beraberinde ilerlettiğinde ellerim titriyordu. “Tamam hadi acele edelim.” Onu da acele ettirdim ve beraberinde ilerleyerek adımlarımı hızlandırdığımda ayağım boşluğa geldi ve birden bire çukura düşmeye başladım. “Ah!” Kol kola olduğumuz için benimle beraber Eymen de son süratle düşüyordu. Aldığım darbelere engel olamadan kendimi kalça üzeri yerde bulduğumda neredeyse tüm kemiklerim sızlamıştı. “Ah…” Birkaç zaman sonra kendimize geldiğimizde elimi omzuma atarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. “Ah…” ikinizden de çıkan olumsuz mırıltıların ardından güçlükle sırtımı doğrultabildiğimde canım yanıyordu. Kafamı çevirip Eymen’e baktığımda onun da toparlanmaya çalıştığını gördüm. Alnını sıvazlayıp bana acı içerisinde baktı ve “bravo Rüya.” Dedi sadece. Dirseğimin kenarını sıvazlayıp orada biriken acıyı dağıtmaya çalıştığımda bacağıma kramp girmişti sanki. “Cidden her seferinde başını belaya sokmayı nasıl başrabiliyorsun anlamıyorum?” “Bilerek yapmışım gibi konuşuyorsun? Üstelik yolu kaybeden sensin! Deli misin?” Eymen beni gerçekten de delirtecekti. Acı içerisinde kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım ve inleyerek gözlerimi yumdum. “Şu anda seninle bu durumda olduğuma inanmıyorum.” “Başka kiminle bu durumda olduğuna inanacaktın Rüya?” “Bu durumda bile bana trip mi atıyorsun? Ciddi misin sen?” Beni dinlemeden telefonunu çıkartıp ekranına baktı. “Telefon çekmiyor.” “Ne yapacağız?” Birden elim ayağıma dolanmıştı. Panik olmuştum. “Sakin ol Rüya.” Dedi ve kafasını yukarı kaldırıp ne kadar aşağıda olduğunu ölçtü kendince. “Rüya, seni omzuma alayım da sen çıkıp yardım çağır.” Gözlerimi devirdim “saçmalama Eymen! Sen beni taşıyamazsın bile! Babam gibi fıtık mı olmak istiyorsun yoksa?” Suratındaki düşünceli ifadeden haşa daha bir şeyler tarttığını düşünüyordu kafasında. Kolumu tutup kendine doğru çekti istemdışı beni önüne doğru hareket ettiriyordu. “Gel şuraya, hava kararıyor hiç çıkamayacağız yoksa.” Dirseğimi hırsla kendime çektim ve hayretle konuştum. “Saçmalama istersen Eymen! Beni taşıman imkansız diyorum nesini anlamıyorsun?” Benim Eymen’i taşımam daha çok mümkündü. Başımı onaylamaz anlamda sallayarak hayıflandım. “Orada kimse var mı!” Çığlığımı en üst kata kadar duyurmaya çalıştığımda o kadar sesli bağırmıştım ki boğazım ağrımıştı. “Kulağımı patlattın Rüya!” Bana kızında ormandan gelen uğultular daha da çoğaldı. Ürpererek koluna tutundum ve sertçe yutkundum. “Eymen? Sen de duyuyor musun?” Korkudan dilim damağıma yapışmıştı adeta. “Şşşh, sessiz ol!” Deyip avucuyla ağzımı kaptınca ürkek bakışlarla yukarı bakmaya devam ediyordum. “Beeen yatırııım.” Genizden gelen o robotsu sesi işittiğimde ellerim terleyerek iyice Eymen’e yapıştım. “Eymen! Duyuyor musun yatır gelmiş!” Soluklarım sürekli hızlanarak birbiri ardına tıkanıyordu. Korkudan betimin benzimin attığına yemin dahi edebilirdim. “Saçmalama Rüya! Bu gerçek bir yatır olsa sence bu şekilde mi gelirdi?” Hava artık o kdar çok kararıyordu ki suratını zar zor seçebiliyordum. “Yani gerçek yatırın varlığına inanıyorsun?” Dedim hayretle sorarak. Net göremesemde gözlerini devirdiğine adım kadar emindim. “Sen bu kafayla o kadar puanı nasıl alıyorsun ya? Ona hayret ediyorum cidden.” “Been yatıır.” Ses iyice yaklaşımca korkudan hıçkırarak Eymen’e doladım kollarımı. “Eymen ne yapcağız çok korkuyorum.” Karanlık ruhuma kadar işlemişti. Boğazını temizledi ve sessiz kaldı. Kafamı kaldırıp yüz ifadesini dikkatle incelediğimde titriyordum. “Niye susuyorsun? Bir şey söylesene…” dedim ürpererek. “Aslında bu…” dedi yumuşak bir sesle. İlk defa onun bu kadar sakin konuştuğuna şahit oluyordum. “Gerçekten de bir yatır.” O da böyle söyleyince korkudan zıplayarak ona sarılmaya devam ettim ve heyecanla konuştum. “Sende mi inandın! Ne yapcağız şimdi?” Sesimi sona doğru alçaltmayı başarmıştım sanki. “Şşşşh” dedi ve kafamın tepesini tutarak suratımı göğsüne yasladı “sessiz ol, bizi duyup yanımıza gelebilir.” “Tamam…” sessizce mırıldanıp ona sarılmaya devam ettim. Böylesi çok daha güvenli hissettiriyordu. Özellikle karanlık ortamlrdan oldum olası korkardım. Sanki birisi hep sırtıma dokunacakmış gibi hissederdim. Bu yüzden kollarını sırtıma sarması iyi olmuştu. Bir süre sonra ses kesildiğinde rahatlamıştım. Kafamı yavaşça kaldırıp mırıldandım “yatır gitti herhalde.” Kollarımı belinden çekeceklen benden hızlı davrandı be tekrardan ona yaslanmama neden oldu”şşşşh, onu hala duyabiliyorum.” Panikle suratımı kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Artık hava tamamen karardığı için gözlerini göremesem de bakışlarının derinliğini hissedebiliyordum. “Gerçekten mi?” Dedim korkuyla. Tam o esnada tepemizde kocaman, beyaz bir ışık parladığında nefesim kesildi. “Ben yatıır” Çığlık atarak Eymen’e daha sıkı sarıldığımda az önce yatır olduğunu iddia eden ses hayrete bağırdı “oha! Ne yapıyorsunuz siz orada!” Kafamı kaldırıp hayretle yukarı baktım. Orada yatır dışında bir öğrencinin olduğundan emin olduğum an rahat bir soluk bırakmıştım. “Sefa? Sen misin?” O anda hala daha Eymen’e sarılı bir vaziyette olduğumı fark ettim be hızla bedeninden ayrıldım. “Evet,” ip uzatacağım yakala. Nasıl oray girmeyi başardınız acaba.” Bize söylene söylene ipi uzattığında hala daha şaşkınlıklar içerisindeydim. Yukarı çıktıktan sonra yavaş adımlarla kampımıza doğru gidiyorken Sefa bize ormanda yaptığı deneyimlerden bahsediyordu. Algılarım o kadar çok kapanmıştı ki bir türlü ona kulak verip dinleyemiyordum. Tam bir salak gibi davranıp onun yatır olduğuna inanıp Eymen’le daracık çukurun içerisinde sarmaş dolaş kalmıştım. İlerideki ışık yansımalarını görünce kamp alanına yaklaştığımızı anladım. “Ee! Siz yakacak hiçbir şey toplamamışsınız.” Bizi direkt Jülide karşılamıştı. Kinayeli konuşması sona erince Namık Hoca göründü ve bizi görünce rahat bir soluk bıraktı. “Çocuklar! Sonunda geldiniz demek. Başınıza bir iş aldınız diye çok korktuk.” Ardından üzerimize başımıza baktı ve endişeyle sordu “bu haliniz ne?” “Hocam çukura düşmüşler.” Bizim cevap vermemize gerek kalmadan yanıtlamıştı Sefa. O sırada çoktan yaktıkları ateşin etrafında bir grup öğrenci gördüm. Ateş suratlarına vurdukça yüzlerinin ne kadar da asık gözüktüğü dikkatimden kaçmadı. “Bunlar ne hocam?” Dedim merakıma daha fazla yenik düşemeden. Kaşlarını çatıp o tarafa doğru öfkeyle döndü ve konuştu. “ ne olacak! Yatır yalanını uyduran okulumuzun yüz karaları!”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE