bc

BU ADAMI TANIYORUM (Türkçe)

book_age16+
259
FOLLOW
3.4K
READ
HE
arrogant
bxg
campus
city
musclebear
surrender
lawyer
like
intro-logo
Blurb

Arkadaşının yoğun ısrarıyla bir görücü usulü randevuya katılan Işık, randevudaki adamın tacizleriyle neye uğradığını şaşırır ve ondan ayrılarak kendini bilmediği yollara atar.

İşte tam o esnada işlenmiş bir cinayetle karşı karşıya kalır ve... Polis memurlarının şüphesini üzerine çeker!

Yakasını işlemediği suçtan kurtarmak isterken kendisine atanan gizemli ve oldukça çekici Avukatla ise tam anlamıyla bambaşka bir yolculuğa gider! Gider çünkü... İlk defa gördüğü bu adamın sıcak çikolata kahvesi gözlerini bir yerden tanıdığına emindir.

Kim bilir, belki de bu adamı gerçekten de tanıyordur.

chap-preview
Free preview
1.BÖLÜM"EYVAHLAR OLSUN"
“Işık fırından kötü kokular geliyor!” Defne’nin yakarışıyla beraber panikleyerek kestane rengi saçlarımı omuzlarımın gerisine iterek mutfağa doğru koştum. Bu ara çok yoğun çalıştığım için sürekli bir şeyleri unutuyor, işleri elime yüzüme bulaştırıyordum. Şimdi de kurabiyeler için üçüncü bir tepsiyi hazırlayıp fırına attığımı unutmuştum işte. Bu yüzden rahatlayarak saçlarımı salmış, dışarı çıkmak için mutfak önlüğümü de çıkartmıştım. Yana yakıla bir şekilde etrafa bakınarak saçlarımı önüme gelmemesi için itmeye devam ederek kendi kendime söylendim. “Hay aksi! Böyle de girdim mutfağa!” Normalde mutfağa saçlarım salık ve örtüsüz girmem mümkün değildi. Hijyen hayatın her köşesinde en dikkat ettiğim husustu ancak ne yazık ki kurabiyelerimin yanmaması için son kozumu oynamam gerekiyordu, aksi takdirde devasa bir siparişi batırarak bu ayki kiramı ödeyemeyebilirdim. Fırını kapattıktan sonra hızla kapağını açtım ve eldivenimi giyerek geniş tepsiyi soğuk mermere koydum. Tek koluma yüklendiğim için birden sıklaşan kaslarım canımı acıtmıştı. Omuzlarımı yukarı doğru kaldırarak inledim. “Hay aksi!” Eldiven her ne kadar koruyucu olsa da fırın öyle çok sıcaktı ki elim yanmıştı. Eldiveni çıkarttıktan sonra dolaptan bir buz alıp kâğıt havluya sararak avucumda sıkıca tutmaya başladım. “Yanmışlar mı?” Kafamı kapıya doğru çevirdiğimde Defne’nin endişeli ifadesiyle içeriye doğru giriyordu. “E biraz yanmışlar!” Kaşlarım çatıldı. “Oradan bağıracağına iki dakika koşup kapatsaydın ne olurdu sanki?” Sitemkâr çıkan sesimi duyunca dudaklarını birbirine bastırarak yanıma doğru koşturdu ve bileğimden kavrayıp elimi kendisine doğru kaldırdı. “Elini mi yaktın?” “Yok Defne! Hobi olarak tutuyorum!” Gözlerini devirdikten sonra bileğimi bırakıp cama doğru ilerlerken bir yandan da bana söyleniyordu. “Laf soktuğuna göre bir şeyin yok anlaşılan.” Tülü çekip camları açtı ve ellerini beline yerleştirerek bana doğru döndü. Bir yandan da başını tezgâha doğru uzatmış, kurabiyelerin son durumunu kontrol etmeye başlamıştı. “İyi görünüyorlar.” “Sen öyle san!” Sağlam olan elimle bir tanesini kaldırarak altını gösterdim. Üstten baktığımda ne kadar sert gözüktüklerini anladığım için altlarının hafif de olsa yandığını anlayabiliyordum. Orta boyuttaki kıvrımlı dudakları büzüştü. Seyrek, yumuşak kaşlarını bükerek küçük bir çocuğun masumluğunu andıran ifadesiyle bakmaya devam ederken mırıldandı “Oh! Çok yazık olmuş, en pahalı çikolataları onlar için kullanmıştık. Şimdi ne yapacağız?” Bakışlarımı kısarak elimde tuttuğum kurabiyeye baktım. Zaten kıt kanaat geçiniyorduk, Defne’nin de söylediği gibi en pahalı malzemeleri kullanmıştık. Bu kurabiyelerin çöpe gitmesi çok yazık olurdu. Derin bir nefes aldıktan sonra kafamı usulca onaylar anlamda salladım ve “Buldum.” Dedim. “Ne yapacağız?” Elimdeki kurabiyenin üst kısmından ufak bir ısırık aldıktan sonra ağzımda bekleterek aromasını anlamaya çalıştım. Hamuru yumuşakça ağzımda yavaş yavaş dağılmaya başladığında dilimin üzerine mayhoş tadı kaplamıştı. Gülümsedim. Ardından onaylar anlamda mırıldandıktan sonra hepsini yutup kalan parçayı tezgâha bırakarak “Tadı gayet güzel, denesene.” Dediğimde tepkim onu heyecanlandırmıştı. Kurabiyelerden birini alıp ağzına attığında gözleri kısıldı ve coşkuyla “Harika!” Derken ağzından kırıntılar sıçramıştı. “Defne!” Azarladığımda eliyle ağzını örterek tekrarladı. “Harika olmuş bunlar Işık! Peki altını ne yapacağız?” Üzerini izleyerek haince kıkırdadım. “Bıçakla temizleyeceksin.” Defne anında gözlerini belerterek hayıflandı. “Hayır ama! Yanık kazımaktan nefret ediyorum biliyorsun ve bugün bir randevum var!” Defne’nin zaten her hafta bir randevusu oluyordu, bu yeni bir şey değildi ki. O yüzden Defne Hanım’ın randevu mağduriyetine hiç de kanamazdım. Umurumda olmadığını belirtircesine omuz silktim “Faturaları ödemem gerek, randevuna biraz geç gidebilirsin!” “Işık önemli diyorum işte anlasana… Çocuk bu sefer bana kesin evlilik teklif edecek, böyle yaparak basiretimi bağladığının farkında mısın?” Gözlerimi devirerek karşımda duran ve son derece tatlı bulduğum kıza hayretle baktım. Defne benim dört yıl önce ilk yardım eğitimi kursundan tanıştığım arkadaşımdı. Zamanla iyice samimi olmuştuk, işe ihtiyacı olduğunu söylediğinde her ne kadar mutfakla ilgili pek bir bilgi birikimine sahip olmasa da ona iş teklif etmiştim. Eh, biraz hata ettiğimde söylenemez değildi. Sonuçta mutfak işi özveri kadar yetenek de istiyordu. İlk yıllar onu eğiteceğim derken işi büyütmeye fazla odaklanamamıştım, zamanla da yalnızca kendi yağımızda kavrulduğumuz bir hale gelmiştik. Şikayetçi olduğumda söylenemezdi, en azından bu küçük ve tatlı olan dükkanımda son derece mutlu vakitler geçiriyordum. “Sözde geçen hafta da evlilik teklif edecekti, ne oldu? Hayvanat bahçesine gitmeyi teklif etti. Bu sefer de edeceğini sanmıyorum. Hem unuttun mu? Ben patronum sen de çalışan. O yüzden fazla boş yapma ve kazı artık şu kurabiyelerin altını, hemen!” Karşılık vermesini beklemeden kapıya doğru ilerlediğimde arkamdan bağırıyordu. “Işık! Buraya gel çabuk!” İstemsizce gülümsedim ve koşar adımlarla dinlenme odamızdan çantamı alıp dükkândan çıktım. Dudaklarımdaki genişleyen tebessümle birlikte sekercesine mahallede ilerlemeye devam ediyorken içim her zamanki gibi cıvıl cıvıldı. Oturduğum bu semti seviyordum. Küçük ve eskiydi. Modernleşen sokaklardan biri değildi ve bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Çocukluğumu seviyordum. Bu yüzden o dönemden hiç çıkmak istemiyordum. “Hey! Al bakalım Arif!” Cebimden çıkarttığım şekeri mahalleden tanıdığım tatlı, esmer çocuğa doğru fırlattım. Daha yarı yolda yakalayıp bana doğru sırıtmaya başlamıştı. “Teşekkürler Işık abla!” Dişlerim gözükecek şekilde gülümsememi genişlettim ve ellerimi iki yana savurarak koşarcasına ilerlemeye devam ettim. Bu duruma alışıktım. Sokağımızdaki küçük çocukları severdim, onlar da beni. Elimden geldiğince bir şeyler alarak paylaşır, suratlarında oluşan gülümsemeyle de kalbimi doyururdum. Hayat bana en kötü zamanları sunduğunda bile bir şekilde mutlu olmayı başarabiliyordum. Aksi takdirde mutsuz olup ne yapacaktım ki? Hayat zaten yeterince sertti… Buna teslim olmayı başından beri reddediyordum. Onun yerine ufak da olsa sevgi tanelerine tutunarak yaşamayı seviyordum. İkinci katta oturup çamaşırlarını silkeleyen Raziye ablayı görünce ona el salladım ve sevecen bir tebessümle şakıdım. “Kolay gelsin Raziye abla!” Aynı gülümsemenin yansıması yüzünde olmuştu. Aslında insanlar, aynadaki diğer yansımamızdı. Nasıl bakarsak öyle görürdük. Bunu da en iyi Raziye abla sayesinde anlamıştım. Mahalleye ilk taşındığım zamanlarda onun çok asık suratlı, sivri dilli bir kadın olduğunu sanırdım. Ne zaman görsem kaşlarını çatarak bakar, selam versem bile ağzının kenarıyla karşılık vererek yanımdan kaçıp giderdi. Ne bir şeyler paylaşmayı ne de konuşmayı severdi. Diğer kadınların defalarca kez onun dedikodusunu yapışına şahit olmuştum. Sürekli birileri Raziye ablayla ilgili kötü ithamlarda bulunarak bir şeyler anlatırdı. Yine de onları umursamadım. Kalp gözümle Raziye ablayı tanıyacağım güne kadar söylenilenlere kulak tıkadım. Zamanla herkese takındığım o sevecen, enerji dolu tavrıma dayanamadı ve bana kimseye göstermediği yüzünü göstermeye başlamıştı. İşte en çok da bunu seviyordum… Zor insanların kimseye göstermedikleri tavırlarına, yönlerine şahit olmayı seviyordum. O gün ona uyup kaşlarımı çatmadığım için bugün bana gülümsüyordu, insanları kazanmayı seviyordum. İSKİ’ye geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Gerçi günümüzde artık her şey internetten halloluyordu fakat ben teknolojinin bağımlılık hissi oluşturan havasına kapılmayı sevmiyordum. İnsanları elden ayaktan kesiyordu ve her ne kadar pratik olduğu için nefis gıdıklayıcı olsa da yaşanmışlık izlerini siliyordu. Numaramı alıp sıramın gelmesini beklediğimde bir yandan da mutlulukla etrafa bakınıyordum. Diğer insanlar telefon bu kadar geliştiğinden beri en son ne zaman memur yüzü görmüşlerdi acaba? Bankaya bile gidemez olmuştuk. İşte ben tam da diğerleri kendi dört duvar arasına sıkışmışken buralara gelmeyi, o eski atmosferi tatmayı, hayattan yaşanmışlık tadı almayı seviyordum. İçerisi çok kalabalık olmadığı için şanslıydım. Telefonumu çıkartarak saate baktığımda diğer faturayı ödemem için kırk beş dakikamın kaldığını gördüm. Derin bir soluk alarak omuzlarımı kaldırıp indirerek sayıkladım. “Neyse ki buraya yakın, yetişeceğim.” Sıra bana geldiğinde vakit kaybetmeden faturamı yatırdım ve bir diğerini yapmak için dışarı çıktığımda temiz hava sarmıştı dört bir yanımı. Dudaklarım tekrardan tebessüm edercesine iki tarafa doğru kıvrıldığında gülen gözlerle etrafa bakıyordum. Hava ne kadar da güzeldi. Bu bile benim için büyük bir şükür sebebiydi. “Vakit kaybetmemeliyim.” Tam da o sırada caddeye doğru bir adım attığımda hızla bir araba yaklaştı ve rüzgârıyla dengemi kaybederek geriye doğru, kaldırımın üzerine düştüm. “Ah!” Kalçamı betona çok sert çarpmıştım. Aynı zamanda da avuçlarım yerdeki taşlara batmış, derim tarifsiz bir acıyla parçalanmıştı. “Hay ben senin!” Küfretmemek için dişlerimi birbirine bastırdım ve suratımı ekşiterek az önce düşmeme sebep olan, şimdiyse kenarda duran arabaya baktım. Son model bir jeep idi. “Of…” Mırıldanarak etrafıma bakındım. Olanları bir türlü algılayamıyordum. Başım hafiften döndüğünde arabanın kapısının açıldığını işittim. Dikkatimi o yöne doğru verdim. İçinden ceketinin parçalarını birleştirmek için kullanılan ipliklere kadar kalite akan, gri takımı jilet gibi ütülü olan uzun boylu bir adam çıktı. Kim olduğunu net göremesem de varlığı bile sinirlerimi zıplatmıştı. Bana doğru yaklaşıyordu, çenemi yukarı kaldırarak suratına bakmaya çalıştığımda hemen tepede güneş olduğu için suratını bir türlü seçemiyordum. Dişlerimi sertçe birbirine bastırmaya devam ederek tek gözümü kapattım ve hemen tepemde dikilen o surata baktım. Güneşi sol omzuna aldığında yeni tıraş ettiği keskin hatlı suratını gördüm. Siyah gözlerini üzerime dikmiş, yukarı doğru kıvırdığı kaşlarıyla hayretle bana doğru bakakalmıştı. “İyi misiniz?” Pürüzsüz, kadifemsi sesi işitmek bile inlerimi tepeme çıkartmaya yetmişti. Bana doğru eğildi ve kaldırmaya yeltendi. Gözlerimi oyarcasına üzerine dikmeye devam ederek “Hayır!” Diye bağırdım. Sokak arasında araba sürerken nasıl bu kadar tedbirsiz olabiliyordu acaba? Karşısına ben yerine bir kedi ya da çocuk da çıkabilirdi! Ya da onun yüzünden daha ağır da yaralanabilirdim. Her ne kadar sıcakkanlı, sevecen olsam da düşüncesiz insanlara karşı da bir o kadar gaddar ve saldırgandım. Elini uzatıp kolumu tutmaya çalışınca elimi yerden kaldırıp kendime doğru çekecekken gözlerim acıyla yumuldu ve inledim. “Kahretsin! Canım çok yanıyor!” Aynı zamanda da eklem yerime kramp girmişti. Tek dizini yere koyarak pahalı ayakkabısını büktü ve kolumu dizinin üzerine koydu. “Bilerek yapmadım, hareket etmeyin lütfen.” Başımı öfkeyle iyice yakın olan suratına doğru çevirdiğimde yüzünü daha net görebilmek fırsatı yakalamıştım. Başka zaman ve başka yerde görsem eminim ki bu surattan çok fazla etkilenebilirdim. Beğenime uyan yüz hatları vardı ancak iyi huy beslemek için artık çok geçti! “Nasıl bilerek yapmadınız ya! Yaya yolunu kullanıyordum!” Uzun kirpikleri kıpırdadı. Koyu, iri gözleri üzerimi bulduğunda ciddiyetle bana bakıyordu. Tam da o anda ne kadar yakınımda olduğunu fark ettim. Üstelik artık aramıza giren bir güneş ışığı bile yoktu. Suratının tüm hatlarını yakından seçebiliyordum. Kafasını hafifçe yana yatırdı ve kıstığı gözleriyle iyice ifademi inceledi. Öfkem her ne kadar tazeliğini korusa da varlığı artık gergin hissettiriyordu. En azından az önceki kadar rahat bir saldırganlık gerçekleştiremeyecekmişim gibiydi. Aldığı soluğunu yavaşça dışarıya doğru bırakarak mırıldandı “Sakat olduğunuz kadar da inatçısınız galiba?” Önce kaşlarımı çattım. Ardından hayretle soludum ve karşımdaki az önce neredeyse beni ezmek üzere olan küstah adama baktım. Durmadan özür dileyeceği, yardım edeceği yerde bir de bana laf sokuyordu. Bakışlarımdan akan öfkeyi, onu yerle bir etmek istercesine gözlerine doğru yönlendirdim. Karşılığında yalnızca gözlerini daha fazla kısıp küstah ifadesini korumakla yetiniyordu. Sinirlerim bozuldu ve istemsizce gülerek kafamı onaylamaz anlamda salladım. Bu adamla işim vardı galiba! “Daha fazla inat etmeyin de size yardım etmeme izin verin.” Sitemkâr sesiyle konuştuktan sonra tekrardan üzerime doğru eğildiğinde bu sefer kaçmam için bir fırsat tanımamıştı. Kolumdan tuttuğu gibi kendine doğru çekip kalkmamda yardımcı olduğunda kalçam çok kötü ağrıyordu. Can havliyle inleyerek söylendim. “Bu işten sıyrılacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Sizi şikâyet edeceğim.” Evet, normalde oldukça pozitif ve sevecen bir insandım ancak mağdur edildiğim bir durumda susmamayı da iyi bilirdim. Üstelik düzenli bir yaya olarak arabalarını hayvani bir güdüyle süren bu şehir magandalarından da nefret ederdim! “Evet, anlıyorum, öncelikle şöyle gelin. Tüm doktor masraflarınızı karşılayacağım.” Teklifsizce beni arabasına doğru yönlendirdiğinde onu parçalamak istiyordum. “Arabanıza falan binmeyeceğim! Polis çağıracağım bırakın beni!” En başından beri polisi olaya karıştırmak istemiyor gibi bir hali vardı. Arabasının kapısını açıp oturmamı sağladıktan sonra dışarıdan bana bakıyordu. Uzun bedeni gözlerimin önündeyken sıcak bir ifadeyle gülümsedi. Tam da o anda birazdan yatırmazsam ceza kesilecek olan faturam geldi. “Kahretsin!” Gözlerim ateş saçarcasına belerdiğinde içim birden kıpır kıpır oldu. Zaten bu şekilde oraya yetişemezdim. Karşımdaki sisli bakışlarla tekrardan denk geldiğimde kuruyan boğazımı ıslatmak istercesine yutkundum ve dirseğimle yan koltuğu işaret ettim. “Ne o şekilde tepemde dikilip duruyorsunuz? Atlayın çabuk faturamı ödemem lazım!” Adamın bana karşı olan ifadesi birden öyle bir değişmişti ki uğradığı şaşkınlığı saliseler içerisinde net bir biçimde görebiliyordum. Gözleriyle dudakları aynı anda aralanmıştı. Hayretle bakmaya devam ederek bir adım yaklaştı ve “Düşerken kafanızı mı çarptınız?” Dedi. Deli olup olmadığımı düşünmesi umurumda bile değildi aceleyle yineleyerek bağırdım. “Şu lanet olasıca arabaya atlayın çabuk!” Bir yandan da kolumdaki saate bakıyordum. Az önceki kendinden emin tavrı dağıldı. Bu sefer de o benimle aynı arabanın içinde olmak istemiyor gibiydi. Bu duruma daha sonra gülmeyi kafama not ettikten sonra kapımı kapatarak yan koltuğuma geçişini izledim. Az önceki kendinden emin tavrı dağılmıştı, daha çok tedirgin gibi duruyordu. Bir yandan da sürekli kolumdaki saati kontrol edip duruyordum. Bacaklarımı sabırsızlıkla sallıyor, dudaklarımı ısırıyordum. Şoför koltuğuna geçince soluğunu hızla bıraktı. Omzunun üzerinden bana doğru döndü ve garip bir sesle sordu. “Nereye gideceğiz?” Ona kısaca yolu tarif ettikten sonra fener gibi yanan gözlerimle yolu izledim. Sürekli ışıklara takılıyorduk. Alt dudağımı iyice evirip çevirerek çantamdan paramı ayarladım. Geldiğimizde hararetlenerek seslendim “Durun!” Tek seferde beni dinledi ve arabayı binanın kenarına çekti. Kapıyı açıp topallayarak yere sıyrıldığımda arkamdan sesleniyordu. “Bekleyin!” Öylesine atik bir hızla kendi tarafından inip benim yanıma geçmişti ki neredeyse onun şu fantastik filmlerden çıkma vampirlerden olduğunu düşünecektim. Teklifsizce koluma girip benimle yürüdüğünde kalça kemiğim sırtıma batıyordu sanki. Zorlandığım için fazla inkâr etmedim ve yarı ağırlığımı üzerine bırakarak beni yönlendirmesine izin verdim. Ondan güç alarak içeri girdim ve yardımıyla beraber sıramı alarak beklemeye başladım. Burnundan aldığı uzun bir solukla beraber kafasını kaldırdı ve yüksek, beyaz tavana bakmaya başladı. O anda tüm stresim dağılmışken yan gözle adını bile bilmediğim, hayatımda ilk defa gördüğüm bu yabancı adama bakmaya devam ettim. Öylesine asil gözüküyordu ki sanki etrafındaki her şey onun yanında basit kalıyordu. Yüksek elmacık kemiklerine eşlik eden burnu, kenarları ortalarına göre daha ince olan gözleri, keskin çehresi ve özenle taranmış kumral saçları. Her haliyle özene bezene yaratılmıştı sanki. Benim etkileneceğim tarza bir tipi vardı ve mükemmel olduğunu görmemek için kör olmak lazımdı. Dudaklarını orta yerinde büzerek iri gözlerini yavaşça bana doğru çevirdiğinde izlendiğini fark etti, beni yakalamıştı. Utandım, yanaklarımın hızla ısındığını hissettiğimde gözlerim irileşmişti. Yanağında hafif bir dalgalanma oldu ve pürüzsüz sesini duymama izin verdi. “Aslında internetten beş dakikaya halledebilirdik, bu kadar hengâme kopartmanıza gerek yoktu.” Bakışlarım kısıldı ve kaşlarımı söylediklerini küçümsercesine kaldırdım. “Siz gerçekten de hâlâ konuşabiliyor musunuz?” “Ben sadece yardım etmeye çalışıyorum.” O sırada yanımıza yaşlı, elindeki bastonu yere sürerek yaklaşan bir kadın geldi. Pembe tel gözlükleri yaş aldıkça irileşen burnunun ucuna kadar kaymıştı. Aynı benim babaanneme benziyordu. “Çocuklar ben şu sırayı alamadım ya, nasıl çalışıyor bu makine?” Soluğundan da yavaş olan sesi kesildi. Akı karasına göre oldukça bol olan gözlerini ikimizin de arasına gezdirdikten sonra hınzırca gülümseyerek karşımdaki adama baktım ve “Evet, işte buyur. Teyzeye yardımcı ol. Madem yardım etmeyi çok seviyorsun.” Bozuntuya vermeden omuz silkti ve teyzenin koluna dokundu. “Tabii teyzeciğim buyurun, bu taraftan.” Ardından beraber ilerleyerek yanımdan ayrıldıklarında bilmiş tavrımla onlara bakmayı sürdürüyordum. Teknoloji kültürüne kapıldığı her halinden belli olan bu adamın kör cahilliğine tanıklık etmek bana son derece zevk verecekti. Az önce kendi sıramı alırken de beni taşıdığı için tam olarak ne yaptığımı görmemişti. Adını bilmediğim adam teyzeye büyük bir nezaketle yardımcı olurken bir yandan da nasıl yapması gerektiğini anlatıyordu. Tam o anda benim numaram geldiği için daha fazla izlemeye fırsat kalmadan memurun yanında doğru ilerledim. Bir yandan da sorunsuz bir şekilde teyzeye yardımcı olabildiği için dumura uğramıştım. Neyse ki faturalarımın hepsini yatırdığımda rahat bir soluk bırakarak binadan çıktığımda o da hemen yanımdaydı. Soluğumu yavaşça bırakarak gülümsedim. Tam da o anda kafasını bana doğru çevirip surat hatlarımı incelediğini görebiliyordum. İşte, bu sefer de ben onu yakalamıştım. “Başka yatacak faturan yoksa artık şu hastaneye bir gitsek mi?” Aksayarak ona doğru döndüm ve bilmiş tavrımla konuştum. “Evet, gideceğiz ama daha sonrasında polise de gideceğiz. Senden şikâyetçi olacağım.” Dedim kendimden son derece emin olan bir sesle. Böylesine şehir magandalarını serbest bırakacağımı sanıyorsa yanılıyordu. Bugün ben peşkeş çekerdim, yarın o bir çocuğu ya da sokak hayvanını mağdur ederdi. Sanki kalemle her tanesi özenle çizilmiş olan kaşlarını çattı ve hayretle konuştu. “Hâlâ mı? Faturalarını bile ödemen için yardım ettim. Neden bu kadar çok inat ediyorsun?” “Neden mi? Çünkü ağzının payını almazsan bir başka sefere birinin canını yakabilirsin! İstanbul gibi bir yerde ne biçim araba sürüyorsun öyle. Üstelik ben bedenimle para kazanıyorum, senin yüzünden işlerim aksayabilirdi.” Son söylediklerim kulağıma bir tuhaf gelmişti. Anlaşılan onun da öyleydi ki surat hatları anında dağıldı. Gözleri kocaman açıldığında tükürüğünü yutamadı ve birkaç kez eliyle ağzını kapatarak öksürdü. Son söylediğim kelimeleri anımsayınca benim de gözlerim belermişti. Her tarafa çekilebilir müstehcen bir anlam mı içeriyordu?

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

HÜKÜM

read
135.0K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.0K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.5K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
5.9K
bc

Leyl Tutkusu

read
306.2K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook