bc

BEN ONU ÇOK SEVDİM

book_age12+
479
FOLLOW
1.4K
READ
murder
confident
versatile
drama
comedy
bold
genius
whodunnit
crime
chubby
like
intro-logo
Blurb

Keyifli okumalar.

İnsan ilk girdiği ortamda neyi algılar? Görüntü? Ses? Doku? Şahıs? İlk girdiğimiz odada, sokakta ya da markette algıladığımız ilk hissimiz kokudur. Aldığımız nefesle gelen koku bize ortam hakkındaki ilk notu vermemizi sağlar. Güzel bir yemek kokusu bizi gülümsetir mesela ya da lağam kokusu yüzümüzü buruşturmamızı sağlar.  Peki ya şimdi? Ben de bir koku alıyorum. Tehlike kokuyor burası. Ölüm kokuyor. Yüzüm hissizleşiyor ve bakışlarım donuklaşıyor. Ölüm bana hiçlik hissi veriyor...

Ve ben ölümüme ayaklarımla gidiyorum.

Parmakları rakamlar üzerinde uçuşan yardımcımı izledim bir süre. Aselsan'da ben ondan daha kıdemliydim ve bildiğim her şeyi ona anlatıyor bir nevi yanımda yetişmesini sağlıyordum.  Beraber Koral Türk Elektronik Harp sistemini geliştirmek üzere çalışıyorduk. Proje tasarımı ve oluşturulması bizim ekibimize aitti. Mühendis arkadaşlarım ve ben; Pınar Barış Harekatında devreye girmiş olan ve başarısı dillere destan bir sistem geliştirmiştik.  Koral Sistemi sayesinde düşmanı kör ediyorduk ve Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük desteği olmuştu.

Neyse girişte bu kadar sıkmayayım sizi. Ben ölümüme kadar ki zamanı anlatayım sizlere.  Zira sayılı saatler sonra nefes almayacağım. Ve son nefeslerim ölümüm olan bu sistemin karşısında geçiriyorum.

"Bugünlük bu kadar yeterli bence,"diyerek dikkatini bana vermesini sağladım. Birkaç saniye daha uğraştı ve işini bitirerek bana döndü. Gözlüğümü burnumun üzerinden işaret parmağımla ittim.

"Pekala.  Sistemin yazılımı taratalım, yazdığımız kısımda hata var mı bakalım. Sonra toparlanırız." Maskesini düzeltti.

"Sen git ben hallederim o kısmı. Dün gece de burada kaldın. Bu kadar hırpalama kendini."

"Pekala. Görüşürüz."

O gidene kadar ben de taramayı yapacak programı başlattım. Saatime baktığımda akşam yediyi geçtiğini görmüştüm. Guruldayan midem açlık sinyalleri veriyordu. Eşim ne pişirmişti acaba? Normalde bu kadar çalışmazdık ama bu ara çok yoğunduk ve programın gerisinde kalmamak için mesai yapıyorduk. Fazladan bir saat çalışmak bile şuan ki durumumuzda çok değerliydi.

İşlerimiz bitene kadar devam ettim ve nihayet paydos verdim. Biz sistemin yazılımını yaparken makine mühendisi arkadaşlar da beyni üzerinde çalıştığımız aracın gövdesiyle ilgileniyordu. Onların işi bizden önce bitmişti ve gitmişlerdi. Zimmetli bilgisayarlara bağladığım kendi dizüstü bilgisayarımın bağlantısını keserek kapattım. Montaj odasından çıkarak giyinme odasına ilerledim. Bilgisayarımı dolabın içindeki rafa koydum. Yeni bir maske alarak nemlenmiş olanı değiştim. Üzerimdeki beyaz önlüğü çıkartarak dolabıma astım ve içinde kişisel eşyalarımın olduğu koyu kahve tonlarındaki deri çantamı aldım. Bilgisayarı koymak için açtığımda eşimin dün sabah yemem için pişirip koyduğu poğaça kutusu gözüme ilişti. Hiç yemeden gidersem beni çok fena haşlardı. Zaten ev işi yapan biri değildi ve sadece ben istediğimde yapıyordu. Bir tanesini alarak ağzıma attım. Hımm maydonozlu ve peynirli, en sevdiğim. Üstelik hiç bayatlamamış. 

Gözlüğümü çıkartarak dolaba bıraktım ve ışıktan yorulmuş gözlerimi ovdum. Dün gece sabaha kadar bir hatayı düzeltmek için çalışmıştık ve hata yardımcımın yazdığı yeni bir tarama programı sayesinde çözümlenmişti. Beyni gövdeye montajlı olduğu için eve de gidememiştik.

Dolabı kapattım ve kilitledim.  Anahtarı omzuma astığım çantama koyarken telefonumu aldım. Bir mesaj vardı. Kızım ne zaman geleceğimi soruyordu. Yola çıktığımı söylerek yanıtladım.

Heryer beyazdı. Bembeyaz. Yerdeki fayans, duvarlar, kapılar odaların içindeki alet edavatlar. Aydınlık bir ortam sağlanması için böyle tasarlamıştı. Kör nokta yoktu ve kamera ile izleniyorduk. Asansörlere varınca bindim. Bitkinlikten ellerim uyuşmaya başlamıştı. 

Tesisin özel otoparkı vardı. Ankara Gölbaşı mevkiinde kurulmuş olan tesiste; kara, hava, deniz, uzay ve insansız platformlar için radar ve elektronik harp sistemlerine yönelik faaliyetler yürüten Radar ve Elektronik Harp Sistemleri Sektör Başkanlığı görev yapmaktaydı. Benim birlikte çalıştığım ekibim de harp sistemleri geliştirmek üzerine çalışıyordu.

Evim Alacaatlıdaydı ve minimum yarım saat mesafemiz vardı.

Asansör kapısı açıldı ve ben dışarı çıktım ancak aklıma gözlüğümü dolapta unuttuğum geldi. O kadar yorgundum ki artık beynim laçka olmuştu. Kendimde değil gibiydim. Ardımı döndüğümde lanet kapı kapanmıştı. Açılması tekrar butona uzanacaktım ama kolun kalkmadı. Biran dizlerimin bağı çözüldü ve yere yıkıldım. Göğsümde bir ağrı hissettim. Bilincimi yitirmeden önce aldığım tek koku klor olmuştu...

♧♧♧

chap-preview
Free preview
1??
Keyifli okumalar. Çalan telefon sesi Israfil'in üflediği sur gibi beynimde zelzeleye sebep oluyordu. Israrla çalan telefon önemli olmalıydı. Elimi uzatarak telefonu kavradım. Kulağıma götürerek 'alo, dedim ama açmadığımı fark edince bakmadan açtım. "Asker!" diyen mekanik ses yerimden zıplamama sebep oldu. Tatil günüm olmasından sebep bir uyuşukluğum vardı. Hemen ayağa kalktım ve sanki komutan karşımdaymış gibi dik bir duruş sergiledim. Askerliğin getirisi bir alışkanlıktı. Üstüne saygı içine işleniyordu. "Emredin komutanım." "Görev seni bekler asker. Ülkenin sana ihtiyacı var." Yeni bir operasyondan gelmiştim ve on günlük yıllık iznim vardı. Bu sırada da ailemin yanına gitmeyi planlıyordum. Özlemiştim annemleri ve Eskişehir'i. "Görevim ne komutanım?" "On dakika sonra bir renault seni almaya gelecek. Bir binanın önünde bırakacak. Dördüncü katın ziline bas ve eksi dörde in. Kapıyı dörder saniye arayla dört kere tıklat. Orada seni bekliyor olacağım." "Emredersiniz komutanım." Telefon kapandı. Kendime gelebilmek için yatağıma oturdum. Saat gecenin ikisiydi. Gün çoktan dönmüştü ve ben sadece üç saat uyuyabilmiştim. Sabah Eskişehir'e gitmek için tren garına gidecektim. Erken kalkmak için erken yatmıştım. Şükür ki erken yatmışım. Gizli bir buluşma olacağı söylediği için askeri kıyafet giymeyecektim. Öte yandan bu kayıtlı olduğum JİTEM'le alakalı olabilirdi. Yoksa Barlas Albay beni görev için aramazdı. Birlik komutanım o değildi. Önce banyoya girerek elimi yüzümü yıkadım ve çişimi yaptım. Temizlenerek banyodan çıktım ve hazırladığım valizin içine koyduğum siyah kargo tipi pantolonumu aldım. Çok cepli olduğu için seviyordum. Ayak bileğime, küçük bir çakı takmak için, aparat taktım. İç kısma yerleştirerek pantolonumu giyindim. Ayakkabının içinde kalacağı için dıştan belli olmuyordu. Üzerime de siyah bir gömlek giyindim. Telefonumu, cüzdanımı ve anahtarımı cebime attım. Usb kablosunu da katlayarak diz kapağımın yanındaki göze koydum ve üzerime bir ceket aldım. Çekmecemde duran Yavuz 16'ım bebeğim ışık saçıyordu. Tabancayı kemerime yerleştirdim ve görünmemesi için üzerine gömleği örttüm. Pantolonumun diz kısmındaki diğer cebe de yedek şarjör ilave ettim. Asker tipi botlarımı giyinerek evden çıktım. Belli ki bir daha eve uğrama fırsatım olmayacaktı. Aşağı indiğim sıra metalik gri renkli Renault yavaşça köşeyi döndü. Saniyeler sonra önümde durdu ve arka koltuk açıltı. Şöför açmıştı içeriden. Rahat koltuğa yerleşerek telefonuma baktım. Yüzüm dışarıdan belli olmasın diye önce ekran parlaklığını sonuna kadar kıstım. Sesini de titreşime aldım. Ardından da ablama kısa bir mesaj attım. *Abla ben gelemiyorum. Görev çıktı. Müsait olduğumda ararım. Annemler merak etmesin. İyiyim. Gönderdikten sonra telefonu kapattım ve ardıma yaslandım. Sabah vaktim olmayabilirdi. Biliyordum ki annem hevesle beni bekliyordu. Ben de onu özlemiştim. Dün bütün gece yaptığı hazırlıkları anlatmıştı telefonda. Şimdi hevesi kursağında kalacaktı. İçim sızladı. Onun o hüsrana uğramış görüntüsü gözümde belirdi. Canım anam. "Geldik." Şöförün sesiyle irkildim. Başımı sallayarak onayladım. Araçtan indiğimde beklemeden yavaşça uzaklaştı. Apartmana ilerleyerek dördüncü katın ziline bastık. Üç-dört saniye sonra kapı açıldığına dair bir ses duyuldu. İçeri girdim ve ardımdan kapıyı kapattım. Barlas Albay'ın dediği gibi eksi dörde inerek kapının karşısına geldim. Işıklar yanmıyordu. Etraf karanlık ve sessizdi. Bir kere tıklattım ve içimden dörde kadar saydım. Aynı işlemi dört kereye tekabül edecek şekilde tekrarladım. Kapı yuvasından çıktı ve öyle kaldı. Bir süre etrafı dinledim. Ardımdan gelen ya da apartman içinde gezen biri var mı diye kulak kesildim. İleri ittim kapıyı. İçeri girdim. Kapıyı örterken gözetleme deliğinin siyah bantla kapatıldığını fark ettim. Belli ki gizli operasyonlar için kullanılan sıradan bir evdi burası. İçerisi de karanlıktı ve muhtemelen kasıtlı ışık yakılmamıştı. Cılız bir ışığın kapı çevresinden süzüldüğü tek odaya ilerledim. Ayakta beni bekliyordu Barlas komutan. Elim alnımda karşısında selam durdum. Aynı şekilde o da tekrarladı ve rahat emri verdi. "Hoş geldin Dağhan. Nasılsın?" "Sağolun Barlas Albayım. İyiyim." "Geç otur. Bir ikramım yok ama kusura bakmazsın artık." "Estağfurullah komutanım." Karşılıklı sandalyelere oturduk. Odada hatta evde eşya yoktu. Güneş görmeyen bir odaydı ve yukarıdaki küçük pencere de ses geçirmeyecek şekilde kapatılmıştı. "Görevim ne komutanım. Bu saatte çağırdığınıza ve gizliliğe bu kadar önem verdiğinize göre önemli olmalı." "Öyle. Seni buraya JİTEM olarak çağırdık. Dün akşam saat on sekiz sularında bir Aselsan mühendisi Gölbaşı tesisinde ölü bulunmuş. Ekipler olay yerine müdahele etmiş ama biz dosyayı sizin almanızı istiyoruz. Daha önce de Aselsan mühendisleri intihar süsü verilerek öldürülmüştü biliyorsun. Yine aynı şeyin olmasından ve altından FETÖ'nün çıkmasından endişeleniyoruz." "Yine mi intihar süsü verilmiş," diyerek merakımı giderdim. "Hayır. Bu defa öyle değil. Adam mesai bitimi tesisten ayrılırken asansör önünde öldürülmüş. Polisten ve olay yeri incelemeden aldığımız rapora göre herhangi bir darbeye ya da ölüm izine maruz kalmamış. Zehirlendiğinden şüpheleniyoruz. Sen gidip gördükten sonra cesedi otopsiye alacaklar." "Anladım komutanım. O halde Üstteğmenlerimden birini ekip için görevlendirip olay yerine gideyim ben." "Adamın ailesini atlamayın. Fetö diyoruz ama altından alakasız ailevi bir iş de çıkabilir." "İş arkadaşlarına da baktıracağım komutanım. İş yerinden de birisi çıkabilir. Üstelik başka bir örgüt ya da PKK'da çıkabilir. Ülkemizin düşmanı çok. Üstelik terör artık metropolde." "JİTEM bu yüzden metropole inmedi mi aslanım? Düşman artık daha kancıkça saldırıyor. Masumlara zarar vermekten de çekinmiyor. Onları korumakta bize düşüyor. İşte böyle gecenin bir yarısı sıcak yatağımızdan karımızın koynundan kalkıp geliyoruz. Ya da senin gibi valizi toplamışken yarı yoldan dönüyoruz." Durdu ve keyifle ekledi. "Hadi sen yine bekar adamsın. Çok koymaz." Ben de gülümsedim. Kısmen doğruydu. Bir sevdiğim, karım, nişanlım yoktu belki ama onun da iyi bildiği üzere yollarımı gözleyen, her haberde kulak kesilen, kötü haberimi almaktan korkan bir annem vardı. Ana gibi yar olmaz diye boşa demiyorlardı. Annemin hevesi kursağımda kalmıştı yine. Daha önce görevim gereği başka bir ajanla evlenip sınırda bir köyde örgüt içine sızmıştık ama görev bitince ayrılmıştık. O devam etmek istemişti gerçi ama benim aklımı çelen bir şaşkın vardı. Sevmediğim bir kadınla olmam bana yakışmazdı. Üstelik ajanların gerçek hayatta evlilikleri çok zor oluyordu. İkimizde farklı görevlere gitmek zorunda kalıyorduk ve bu görev yıllarca sürebiliyordu. Ona bunu yapmam doğru değildi. "Haklısınız komutanım. Ama vatan için değer. Annemin babamın yüzlerini görmesemde güvende olduklarını bilmek ülkemin güvenliğini sağlayabilmek, sokakta korkusuzca yürüyen insanları görmek yetiyor." Gururla gülümsedi. Aramızda çok bir yaş farkı yoktu ancak o benden altı yıl daha kıdemliydi. Üstelik rütbe olarak da daha üstümdü. Yıllarca sahada askerlik yapmıştı. Şimdi de JİTEM'e çalışıyordu ve istihbarat sağlıyordu. Yılların birikimiyle gözü kulağı çoktu. "Pekala. Daha fazla oyalanma o halde. Saat dört oluyor. Ben de eve gidip sabah namazına yetişeceğim. Sonra da maktülün ailesine ölüm haberini vereceğim. Jandarma Komutanlığında olacağım Dağhan. Sık sık rapor ver. İstişare yapalım bu konuda. " "Emredersiniz komutanım." Ayaklandık. Selam verdim, aldı ve geldiğim gibi sessizce evi terk ettim. Yine sessizce bekledim. Komutan binayı güvenle terk edene kadar bekleyecek kör bir nokta buldum. Ben eksi birdeyken o yanımdan geçti. Gitmediğimi anlamıştı ve hafif bir eğimle baş selamı verdi. Ondan sonra da ben ayrıldım apartmandan. Sessiz sokakları adımlarken telefonumu açtım. Sokakta benden başka insan yoktu. Çöplerin yığıldığı bir köşede iki kedi yatıyor, penceresi açık bir evden yayılan televizyon sesi sokakta yankılanıyordu. Ana caddeye çıkana kadar hız kesmedim. Otobüs duraklarından birine oturmadan önce bir taksi çağırdım. Arabam yanımda olmadığı için taksiye talim edecektim. Telefonumu açarak rehbere girdim. Üstteğmen Rena'nın numarasını tuşlayarak kulağıma götürdüm. Üçüncü çalışta açıldı. Sesi uykulu geliyordu. "Komutanım." Sena da yine eski görevlerden birinde tanıştığım bir astımdı. Operasyon sırasında kardeşim gibi davranmıştı ve gerçekten abi kardeş gibi olmuştuk. Kendi kardeşimden çok severim öyle söyleyeyim. "Günaydın Sena. Ankaradasın değil mi?" Ankarada görev yapıyor olduğunu duymuştum. Bomba eylemi yapacak bir PKK grubunun istihbaratını almışlar ve içine sızmışlardı. Grup ifşa edilmiş, kanlı eylem planı durdurulmuştu. Şimdi eliboştu. "Evet komutanım. Dönmedim henüz." "Tamam. Benimle birlikte bir göreve çıkacaksın. Bana beş tane güvenebileceğim teğmen bul. Saat sekizde bir araçla Aselsan Gölcük tesisinde olacaksınız. Bir mühendis öldürülmüş. Detayları gelince vereceğim." Bu işi Rena'dan iyi kimse yapamazdı. Emindim ki birkaç saate beş kişilik harika bir ekip kurmuş olacaktı. "Emredersiniz komutanım." Telefon kapandığı sırada taksi geldi. Bindim ve adres verdim. Tesise varana kadar gözlerimi dinlendirsem iyi olacaktı. Tesise geldiğimde sessizdi etraf. Olayı ilk polisler haber almıştı ve olay yeri inceleme ekipleri bir sürü veri toplayıp gitmişti bile. Birkaç polis memuru gece burada olan görevlileri sorguluyordu. Ekip amirinin yanına ilerledim ve kendimi tanıttım. "Yüzbaşı Dağhan Mirtoprak. Soruşturmayı biz devralıyoruz. Müdürünüze bilgi geçilmiş olmalı." "Komser amiri Necati Ay. Haberim var yüzbaşım. Size bilgi vermek için buradayım." "Pekala. Dinliyorum." Bir yandan maktulün bulunduğu bölgeye ilerlerken bir yandan da anlatmaya başladı. "Akşam dokuz sularında bulunmuş maktül. Güvenlik görevlisi bulmuş. Hareketsizce yatıyormuş ve hemen polisi aramış. Kendisi de bir şey bilmiyor." Maktulü incelediğimde ben de bir farklılık görmedim. Zehirlenmiş olması ihtimali aklıma yatıyordu. Gözlüğü ardına saklanan gözleri açıktı. Altından kahverengi parıltısı sönmüş irisleri bir noktaya kilitlenmiş kalmıştı. Kimi görmüştü acaba? Sırt üstü düşmüştü ve elleri iki yana, bacakları da seksen derecelik bir açıyla açılmıştı. Sağ bacağı diğer bacağına doğru kıvrılmıştı. Ceketinin önü açıktı. "Güvenlik kameralarına bakmamış mı? Hiç mi bir şey görmemiş? Siz bakmamışsınız onu anladım zaten de!" Karşımda ezildi büzüldü. İşini eksik yapmış olmanın getirisiyle mahçup olmuştu. "Görev size verilince ekipteki çocukları gece devriyelerine dönmesi için yolladım yüzbaşım. Öncesinde de vakit olmadı." Kısacası iş bize verilince savsaklamıştı. Onun bulduğu bir ipucu işimize yarayabilirdi belki ama o bunu istemiyordu. Başkasının adıyla anılacak bir işte, yaralı parmağa işemeyecek tipti. "Güvenlik görevlisi nerede?" "Şurada komserim." Güvenlik kamerası kayıtlarını görmek istiyordum. Başka kimse gelip gitmiş miydi acaba? Güvenlikçinin yanına ilerledim. Adam uyukluyordu. Görev saati henüz dolmamıştı ve olayın onun mesaisine denk gelmesinden dolayı rahatsız olduğu belliydi. "Güvenlikçi sen misin?" diyerek yanaştım. "Evet komserim," diyerek ellerini önünde kavuşturdu. Başı yana yatmış, yüzü Küçük Emrah gibi mazlum bir hal almıştı. Masum olduğu profilini çizmeye çalışıyordu ancak yemezlerdi. "Komserim değil, yüzbaşım. Kamera kayıtlarına bakmak istiyorum." "Şşşşh" yüzü asılmıştı. "Kamera kayıtları bozuktu anlıyon mu?" Kamera kayıtları bozuktu? Yüzündeki garipser ifadeyi görmüş olacak ki ekledi. Havalanan elini polis memuru kavradı ve yerine indirdi. Ne yapacaktı? "Şşş yani kameralar bozuktu. Akşam bozuldular. Teknik servisi aradık ama daha gelmediler. Gece geldiler ama polisler hiçbir yere dokundurtmadı." Bakışlarım Necatiye döndüğünde öldürmek ister gibi polis memuruna bakıyordu. Belli ki o bana değil memur ona anlatmamıştı. Birkaç şey gevelediler ama dinlemedim. İki adam bize doğru geliyorlardı. İkisi de takım elbiseli ve kırk yaş üzerinde olmalıydı. Yaklaştılar ve önümde durdular. Birisi daha ince uzun, daha yaşlı duruyordu; diğeri öne doğru kaçak kat çıkmıştı. "Merhaba ben İnsan Kaynakları müdürü Mustafa Büyük." "Merhaba Mustafa bey. Yüzbaşı Dağhan Mirtoprak. Soruşturmayı ben ve ekibim yürüteceğiz." Arkamdaki polis amirine ve memuruna baktılar. "Onlar olay yerine gelen polis arkadaşlar. Ekibim yolda." "Pekala. Şöyle gelin odamda konuşalım. Avukatımız İlker bey de bize eşlik edecek." Başı ile işaret ettiği adama baktım. Takındığı profesyonel ifade ile ellerini çantasında kavuşturmuş bizi izliyordu. "Merhaba Dağhan bey. Avukat İlker Doğru." "Merhaba," diyerek baş selamı verdim. Maskesinin ardındaki yüzü görünmese de, açık mavi gözleri felfecir okuyordu. "Buyurun," diyen Mustafa bey ile asansörlere yöneldik. Ekibim gelene kadar olay yerinin bozulmaması gerekiyordu. Bizim daha detaylı incelememiz lazımdı. "Ekibim gelene kadar bir yere ayrılmayın Necati. Elimin altında olun. Olay yerinde bir toz zerresinin yeri bozulursa seni sorumlu tutar hakkında işlem yaptırırım." Yüzü düştü ve iri gözlerine endişe geldi yerleşti. Yapacak bir şey yoktu başa gelen çekilirdi. Necati de çekecekti. Birlikte üçüncü kata çıktık. İk müdürünün söylediğine göre birinci ve ikinci katlar çalışma alanı olarak kullanılıyordu. Oraları da inceleyeceğimizi söylediğimde, programlarına engel teşkil edip etmeyeceğimizi sordu. Mühendisler müsait olduğu zamanlarda yapardık soruşturmaları mesele değildi. Mustafa ve İlker ile konuşmamız yarım saat sürdü. Aykut keskin, kendi halinde iyi bir insandı. Kimseyle münakaşası olmadan, vaktinde işine gelirdi. En yakın olduğu kişi kendisi gibi elektirik-elektronik mühendisi olan Akel Peker'di. Bu isim bana çok tanıdık geliyordu. Fazla tanıdık geliyordu hem de. Ama nerden? Zihnimde bir anı baloncuğu belirdi. "Ben Ecrin değilim," diyordu bir bıcırık. "Ecrin daha ince uzun zaten resmimizi göstersem hemen anlarsın. Sanki bir el benim başımdan bastırıp kısa ve topak olmamı sağlamış, onu da asılıp sündürmüş ince uzun birisi haline getirmiş. Noktalı virgül gibi, o virgül ben de nokta." Sesi sonralara doğru incelmiş, isyankâr bir havaya bürünmüştü. Peki ya hiç alakasız bir görevde onunla karşılaşmam neyin nesiydi? Kader yine cilvesini yapıyordu... *Hikâyede geçen Barlas Albay karakteri diğer hikayem 'Nefesim oldun'dan konuk oldu bize. Merak edenler profilimden ulaşabilirler. ❤

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ARİYA

read
9.7K
bc

SOMUT- UYANIŞ

read
5.6K
bc

FİRUZE (KARADAĞLI SERİSİ I.)

read
11.5K
bc

Muhteşem Hayatım (!)

read
1.0K
bc

KARANLIK | Texting

read
1K
bc

Mafyanın Esiri (+18)

read
34.5K
bc

Karanlığın Sesi Serisi

read
1.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook