27

1732 Words
Telefonu hızla elimden alarak önce kimin olduğuna baktı, numarayı tanımış olacak ki sinirle kulağına koyup "Kiraz!!!" diye öyle bir bağırdı ki, oturduğum yerden zıpladım. Daha sonra ekrana bakıp telefonu koltuğa fırlattı. "Neden aramış?!" dedi gözleri dışarıya fırlayacak gibiyken. "O değil ben aradım." dedim titreyen sesimle. "Neden?" diye sordu büyük bir hayal kırıklığıyla. Gözümden akan yaşlarla gözlerimi diktim gözlerine. "Konuşabiliriz diye düşündüm, çünkü bütün her şeye ben sebep oldum." diyerek ellerimle yüzümü kapadım.  Hızla yanıma oturduğunda irkildim. Omuzlarımdan tutarak bedenimi göğsüne yasladı. "Ne söyledi?" Sordu tedirgin sesiyle. "O Kiraz değil." dedim ağlamaklı sesimle ve her söylediğini tek tek anlatmamla sinirle ayağa fırladı. " Çiçek'im dedi ha!" dedi ellerini yumruk yaparak. Odada bir sağa bir sola dolanıp kendi kendine bir şeyler mırıldanmaya başladı, daha sonra hızla balkona gidip bir sigara yaktı. Eline aldığı telefonla birini arayıp hararetli bir konuşma yapmaya başladı. Bende başımı iki elimin arasına alarak düşünmeye koyuldum. Kimdi? Bu zamana kadar karıncayı bile incitmemiş benin nasıl bir düşmanı olabilirdi? Benim canımı almak isteyecek kadar ne yapmış olabilirdim birine? Bu kişi her kimse yakınımızda tanıdığımız biriydi. Dün akşam yemekte Kiraz'ı konuşur konuşmaz üçümüze aynı anda mesaj gelmesi hiç mantıklı değil doğrusu, ya çalışanlardan biri birine çalışıyor ya da düşman evimizin içinde. Haşmet babayla, Elmas anne olamaz niye böyle bir şey yapsınlar, Helin zaten kendi derdiyle uğraşıyor, Zişan hiç sanmıyorum kitaptan kafasını kaldırıp kimseyle uğraşmaz, Dila abla kendi halinde bir kadın, geriye Eşref amcayla Yiğit kalıyor. Eşref amcayı çok fazla tanımasam da yeğenine neden böyle bir şey yapmak istesin ki? Yiğit'in benimle bir düşmanlığı olacağını sanmasam da Poyraz ile aralarında büyük bir gerginlik var. Bunu öğrenmek lazım ama onunda olduğunu düşünmüyorum, telefonda duyduğum sesi daha önce duyduğumu da sanmıyorum. Kim o zaman bu? Çalışanlardan biri mi, bunu öğrenmek zorundayım. Her kimse bizimle büyük bir düşmanlığı olduğu belli. Ama öğreneceğim ne yapıp ne edip öğreneceğim, konakta ki herkesi takibe alacağım, gözümü kulağımı iyice açacağım, kimseye zarar vermesine izin vermeyeceğim.  Balkon kapısını hızla açıp yanıma oturdu "Uyuyacak mıydın?" diye sordu bitkin bir halde. "Evet ama uyku falan kalmadı." diyerek omuzlarını silktim. Ayağa kalkıp elini uzattı. "Hadi gel, benimde uykum var." dedi. Şaşkınlıkla gözlerimi açarak uzattığı eli tuttum. Poyraz'ın çok uykuyu sevmediği belli oluyor. Hep geç yatıp erken kalkanlardan diye tahmin ediyorum. Onu bu şekilde esnerken daha önce gördüğümü hatırlamıyorum, ya olanlar onu da yordu uykuyla unutmak istiyor ya da benim uyumam için numara yapıyor. Ben yatağa yatarken o da banyoda üzerini değiştirip yanıma geldi. Sırt üstü yatıp kolunu ensesinin altına yerleştirdi ve gözlerini kapadı. Beş on dakika onu izledikten sonra bende kendimi uykunun kollarına bıraktım. ☘️ Gözlerimi araladığım da Poyraz'ın olması gereken yer boştu. Merakla yataktan kalıp odanın içinde bakınsam da onu görmemiştim. Bu his bana onu Kiraz'la gördüğüm güne götürdü. İsteksizce başımı iki yana sallayıp camdan dışarıya bakmaya başladım. Güneş batmak üzereydi ve hava pembemsi ve kırmızımsı bir hale bürünmüştü. Burada olduğuma hala inanmıyordum, benim için farklıydı. Kabuğundan hiç dışarıya çıkmamış bir kızın bir andan bütün hayatı farklı bir biçimde şekil almaya başlamıştı. Kimi zaman güzel, çoğu zaman kötü ama şuan ben her şeyden arınıp manzaranın tadını çıkartmak istiyordum. Hızla balkona çıkarak, balkonda asılı duran ipleri çiçekle süslenmiş, beyaz destekli salıncağa oturarak bakışlarımı manzaraya çevirdim. Usul usul sallanırken gözlerimi kapattım. İçimde dolan taşan duygularım dudaklarıma varmıştı. "Bu nasıl bir derttir dermanı yoktur."  Derinden aldığım nefesi sıkıntıyla verirken dudaklarımın titrediğini biliyordum. "Bedenimde değil ruhumda sızı." Göz pınarlarıma biriken yaşlar serbest kaldığında titrek bir nefes daha aldım. "Görünmez bir yara acısı çoktur." Salıncağın iplerinden aldığım hıncımla devam ettim. "Bedenimde değil ruhumda sızı." Titrek aldığım nefesler ciğerlerime varıyordu. Ciğerlerim şiştikçe kalbim sıkışıyor, ruhumu sızlatıyordu. Hastaydım. Türküde dediği gibi, sızım ruhumdaydı ve hiç tabip merhem bulamazdı. Gözlerimden akan yaşla, türkü söylemeyi bıraktım. Gözlerimi açtığımda Poyraz karşımdaki sandalyeye oturmuş dikkatlice bana bakıyordu. Yaşlarımı hızla silip "Ne zaman geldin?" diye sordum bakışlarımı kaçırmaya çalışırken. "Sesin çok güzelmiş." demesiyle huzursuzca kımıldandım. Omuzlarımı silkip oturduğum yerden hızla kalkmamla, "Hazırlan hadi yemeğe geç kalmayalım." dedi. "Bende mı geleceğim?" diye sordum şaşkınlıkla. İş yemeğine giderken beni de götüreceğini düşünmemiştim doğrusu. "Evet." diyerek içeri girmesiyle, bende hızla içeriye girdim. Dolaptan, siyah  kolları dirseklerimde biten, dizlerimin altında düz bir elbiseyi aldım. Ayaklarıma da ince bantlı, ince topuklu ayakkabılarımı alarak banyoya doğru ilerdim. Üzerimi giyinip özenle bir makyaj yaptım. Saçlarımı da salıp kulaklarımın arkasına attım. Banyodan çıktığımda, üzerinde jilet gibi duran siyah takımıyla beni bekliyordu. Hızla yanına gidip "Hazırım." dememle oda yerinden kalktı ve elime sarılıp kapıdan beraberce çıktık. Otelin restoranında yiyecektik yemeklerimizi anlaşılan, kapıda bir süre masalara bakındıktan sonra bize sallanan ele doğru ilerlemeye başladık. Tahmin ettiğim gibi değildi, dört kişilik bir masada bir kadın, bir erkek bizi bekliyordu. Masaya yaklaşınca onları süzmeye başladım. Kadın siyah saçlarını sıkı bir şekilde topuz yapmış, kara kaşlı, kara gözlü, güzel yüz hatlarına sahip, fit biriydi ve üzerinde kan kırmızısı elbisesi vardı. Erkek ise, kumral saçlara sahip, kahverengi ve kısık gözlere sahipti, yüz hatları şekilli, kirli sakalı vardı. O da fit vücuduna lacivert bir takım giymişti. Gülümseyerek selam verirken, erkek olan ayağa kalkıp Poyraz'a sıkıca sarıldı ve "Aslanım." diyerek omzuna vurdu. Kırmızı elbiseli kadında bana elini uzatarak, "Ben Dilek." dedi kocaman gülümsemesiyle. Gülümsemesine karşılık vererek "Bende Çiçek." dedim ve elini sıktım.  Poyraz eliyle beni gösterip "Eşim Çiçek . diye tanıttı. Söylemiyle birlikte omuzlarımı dikleştirip başımla selam verdim, mutlu olmuştum. Sandalyemi çekip oturmamı söylemesiyle şaşkınlığım iki katına çıktı. Söylediğini yaparak sandalyeye oturmamla, "Ben Tuğrul memnun oldum." dedi adam sıcak gülümsemesiyle. Bende aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdim. Yemeklerimizi yerken sürekli iş hakkında konuştular, Dilek buradaki şirketin insan kaynakları müdürü, Tuğrul ise CEO suymuş. Söylediklerini anlamadığım için önümde duran tabağımla meşguldüm sürekli. Daha sonra Tuğrul ellerini birbirine çarpıp sıvazlarken "Yeter bu kadar iş." dedi gülümseyerek. Ellerinin yönü beni bulduğunda "Seni tanıyalım biraz gelin hanım." Omuzlarımı dikleştirip konuşmaya başladım. "Mardin'liyim, yirmi beş yaşındayım, tarih mezunuyum." diyerek diktiğim omuzlarımı silktim. Bu kadardım, başka anlatacak bir şeyim yoktu. Dilek, kaşlarını kaldırıp "Altı yaş var aranızda." diyerek Poyraz'a döndü. Poyraz bakışlarını gözlerime sabitleyip "Aşkın yaşı olmaz." diyerek göz kırptı. Aşk mı? Buradaki insanlar yakınlarıydı belli ki, gerçeği söyleyebilecekken neden yalan söylüyor ki. Tuğrul boğazını temizledikten sonra, "Biz de üniversiteden arkadaşız, o zamandan bu zaman kurtulamadım bu adamdan." dedi alayla karışık. "Siz nasıl tanıştınız?" Tanışmak mı? Söylemiyle gülmeye başlamıştım ki Poyraz araya girdi. "Bizim oraları bilirsin." dedi sadece. Önümdeki bardaktan bir yudum su alarak gülmemi engellemeye çalıştım. "Tanışmadan mı evlendiniz yani?" diye sordu Dilek. Tuhaf geliyordu ama gerçek buydu ve beni o günlere tekrardan sürükledi soruları. Ah Ferhat, yine geldin aklıma. Ama nedense artık sana kızmıyorum... Poyraz boğazını temizleyerek lafa girdi. "Buradan sonra ne yapıyoruz?" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı. Anlaşılan asık suratımdan neler düşündüğümü anlamıştı. "Bizim mekana gidelim." dedi Tuğrul heyecanla. Başını sağa sola sallayarak,  Çiçek öyle yerlere alışkın değil, olmaz." dedi Poyraz tuttuğu bardakla beni gösterip. Nasıl yerler ki o yerler ben alışık değilim, ben nereye alışığım ki oraya alışık olayım.  "Niye canım!" diye çıkışan Dilek'ti. "İlla alışık olması mı lazım."  Daha sonra bakışlarını üzerime çevirip "Sen buna bakma çok eğleneceğiz." dedi ve gülümsedi. Ardından Poyraz isteksiz dahi olsa hesabı ödeyip otelden ayrıldık. Her yeri ışıl ışıl parlayan bir yerde buldum kendimi, deli gibi çalan müzikte insanlar kudurmuş gibi oynuyordu. Şok için etrafımda göz süzerken, kulağıma gelen ses ile irkildim. "Beğenmedin değil mi?!" dedi Poyraz.  "Gidebiliriz istersen." Gözlerim gözlerini bulduğunda "Ayıp olur biraz duralım sonra gideriz." dedikten sonra tekrar etrafımda dolaştırdım bakışlarımı. Belimde ki eliyle gideceğimiz masaya doğru yön verdi. Masaya oturur oturmaz, Dilek "Beğendin mi?" diye sormasıyla dudaklarımı büzerek omuzlarımı silktim. Farklı gelmişti ve rahatsızdım, kendimi buraya ait hissetmiyordum. Benim olmam gereken yer güneşin huzur verdiği çiçek bahçesi olabilirdi. İnsanların deli gibi dans ettikleri bir yer hiç bana göre değildi. Poyraz ile Tuğrul bir arkadaşını görerek masadan ayrılmasıyla garson geldi masaya, Dilek bizim için bir şeyler sipariş ederek garsonu yolladı. Bende etrafta olanları şaşkınlıkla izliyordum. Bir kadın, üzerinde sutyeni altında kısacık şortuyla kucağında olduğu adama dans ediyordu. Utançla başımı öne eğerek telefonumu elime aldım. Bunların mekanımız dediği yere bak, sapıklar kulübü gibi resmen. İster istemez kendimi Poyraz'la öyle hayal edince nutkum tutulmuştu resmen. Buz kesmiştim. Kanım çekilmişti. Niye böyle bir şey hayal ediyorsun ki... Garson gelip önümüze iki tane rengârenk kadehleri koyunca bakışlarımı Dilek'e çevirdim. "Meyve suyu mu?" diye sorduğumda gülerek onayladı. Bende masadaki kadehi elime alarak bir yudum aldım ki, aldığım o yudumu yutarken boğazımın yanmasıyla "Bu nasıl meyve suyu!" dedim büzüşmüş sesimle. Ulan Dilek, ben sana yapacağımı bilirimde, neyse. Dilek karşımda kıkır kıkır gülerken Poyraz'lar masaya geldi, yanıma otururken "Bu ne?" diye sordu.  Ben omuzlarımı silkerken Dilek gülmelerini durdurmaya çalışarak, "Kokteyl." dedikten sonra tekrar gülmeye başladı. Hain meyve suyu diye alkol içirtiyor bana. Elimdekini sinirle masaya koyacaktım ki, "İçme!" dedi sert sesiyle.  "Bırak da buna  ben karar vereyim!" dedim öfkeyle. Elimdekinden bir yudum daha almamla yüzüm yine buruşuk bir hal aldı. Sırf ona inat olsun diye içecektim, her istediğini bana yaptıramaz. Onunla konuşma, şunu yapma, bunu giyme en sonunda yediğime içtiğime de karışır oldu. Sinirle garsonu çağırıp kendileri içinde bir şeyler istediler. Üçüncü bardağımı bitirip hızla masaya koymamla Dilek birer tane daha istedi. Poyraz, "Yeter!" diye itiraz etti. Omuzlarımı silkip "Rahat bırak!" dedim öfkeyle. Kafasını iki yana sallayarak elindeki telefona geri dönmesiyle Dilek ile Tuğrul'u süzmeye başladım. Birbirlerine aşkla baktıkları o kadar belliydi ki, anlattıklarına göre üniversitede tanışmışlar, okulları biter bitmez de evlenmişler. Bir tane kız çocukları varmış, karşımda sürekli karısının elini nazikçe tutup öpüyordu. Gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Tam hayal ettiğim bir evlilik. Benim kocam elinde içkisi ve telefonuna gömülmüş şekilde oturuyordu. Karısıyla alakası yoktu, niye olsun ki sevmediği hor gördüğü sürekli azarladığı bir kadınla evliydi, hayata bak beni sevmeyen bir adamla evliyim ve o adama aşığım. Allah benim belamı vermiş. Dördüncü bardağımı bitirdikten sonra elimden tutup "Hadi biz gidiyoruz." diyerek beni ayağa kaldırmasıyla başım dönmeye başladı. Masadakilerle zar zor vedalaştık tan sonra onun kolunda çıkışa doğru yürümeye başladım. Bir sağa bir sola yalpalaya yalpalaya yürüyordum, ayaklarım düzgün basmıyordu, elimde değildi. Gözlerim Poyraz'ı ikili görüyordu, bazen üçlü. Gözlerimi kısarak işaret parmağımda yüzünü bulmaya çalışırken bana bakıp gülmeye başladı. Kolunu çekiştirip "Ne gülüyorsun be!" diye çıkıştım ama kelimeler bile ağzımdan düzgün çıkmıyordu. Taksiye bindiğimizde, oteli söyleyip yerine yaslanmasıyla başımı omzuna yerleştirip gözlerimi yavaşça kapadım. Gözlerimi araladığımda onun kucağında bir yere gidiyorduk, "Nereye?" diye sordum gözlerimi ovalayıp. Hallerim komiğine gitmiş olacak ki sürekli gülüyordu.  Odanın kapısı açıp yatağa doğru ilerledi, beni yatağa yatırırken eline sıkıca sarılıp "Sende gel." dedim açamadığım gözlerimle. Yanıma uzanıp başımı koltuğunun altına almasıyla saçlarıma ufak bir öpücük kondurdu. Göğsünde daireler çizerken, " Çok güzel kokuyorsun." dedim ve duraksadım. "Portakal gibi... "  Benim portakalım... Gözlerim ağırlaşırken sesi kulaklarıma ulaşmıyordu. Yorumlarınızı bekliyorum ❤️ Keyifli okumalar ❤️ İnsta: adilece__ Twitter: adilece__ Wattpad: rabadile
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD