1. BÖLÜM
Beklenen gün gelecekse eğer çekilen eza kutsaldır, bir de çekilen acının hiçbir zaman gitmeyeceği duygusu vardır insanoğlunun içinde. Geceler karanlıktan öte karanlık, gündüzler hiçbir zaman aydınlanmamaktadır. Oysa ufacık bir ışık korkusuzca derin sulara dalmak gibidir. Kiminin ışığı hasretinden daha yakındadır, kiminin karanlığı vuslatından daha uzakta.
Genç adam uzaktan geçen gemileri sessizce oturduğu yerden izlerken içindeki hasreti bastırmaya çalışıyordu. Yaşadığı acı her geçen gün bir parça daha üzerine yük koyarken omuzları bu yükün altında günden güne çöküyordu.
Aşk denen illetin bir insanı böyle yakıp kavurabileceğine biri dese asla inanmazdı, ama bir yıldır çektiği hasret günden güne onu tüketiyordu.
Acı tekrar ayak ucundan başlayıp başına kadar ulaştığında aklında sadece uyuyarak unutmak vardı fakat çalan zil onu tüm duygularından arındırdı, beklediği kimse yoktu, gelenin kim olduğunu düşünürken yardımcısı yanına bir kargo paketiyle geldi.
Genç kadın, "Rahatsız edilmek istememiştiniz Mirza Bey ama bir kurye geldi," diyerek elindeki paketi ona uzatarak balkondan içeri girdi.
Mirza paketi açtığında adınla karşılaşmayı beklemiyordu. Kitabın yazarına baktı, büyük harflerle Hayalet yazıyordu. Bu yazarı daha önce duymuştu ama kendisiyle nasıl bir bağlantısı olduğunu bir türlü kestiremiyordu. Sabırsızca kapağı açtı "Bu kitabıma ışık tutan Mirza'ya Sevgilerimle..." yazıyordu. Mirza bu yazıyı okuyunca daha da sabırsızlanarak giriş bölümünden okumaya başladı.
MİRZA
Bazen bir yerlerden başlamak gerekirdi hayatın içine girmek için ve insan korkmadan bırakırdı kendini akıp giden çılgınca bir Selin kucağına. Bu kez de fener bir yerlerde sönecekti fakat değişecek bir şey vardı bunu tüm kainat biliyordu sanki ve bir genç kadın aynanın karşısına geçmiş kendi silüetini izliyordu. Biliyordu bu kez yeni bir başlangıçtı onun için ve bu yolculuk onu sadece sabırsızlandırıyordu.
Ortada açık duran valize son olarak makyaj malzemelerini de koyup, üzerinde bütün ülkelerin isimlerinin yazıldığı renkli valizi kapadı. Uçağın kalkmasına tam iki saat vardı, evi hava alanına pek yakın olmadığından şimdiye kadar çoktan çıkmış olması gerektiğini düşünerek valizini hızla aşağıya indirdi. Çağırdığı taksi onu aşağıda bekliyordu, taksicinin yardımıyla valizini bagaja koyduktan sonra sağ arka koltuğa geçip oturdu. Taksici bindiğinde ''Havaalanına lütfen." dedi ve adam sürmeye başladı.
Taksici sürüyordu Medusa ise yeni romanı için yeni fikirler düşünüyordu. Bu kez konusu okuyucuların kalbine dokunmalıydı; bu kez gerçek bir şeyler ve gerçek hayatın içinden seçmeliydi konusunu. Ve bu kez karakterlerinin ruhunu, kalbini görerek yazmalıydı.
Uzun süre gelemeyeceği İstanbul'a tutkuyla baktı ve derin bir nefes aldı, bu ona hiçbir yerde bulamayacağı huzuru veriyordu...
Havaalanına geldiğinde, aynadaki dijital ekrana baktı. Elli beş lira yazıyordu atmış lirayı uzatarak ''Buyrun'' dedi. Adam beş tl para üstü verip arabadan indi ve bagajdan valizini çıkardı Medusa yanına giderek teşekkür edip valizini aldıktan sonra sürükleyerek içeri doğru yürümeye başladı.
Biletinin girişini yapmadan önce büfeden bir gazete alıp işlemler için sıraya girdi. Valizini uçağa verip giriş yaptıktan sonra gazate okuyarak yavaşça kapılara doğru yürümeye başladı. biletinde G-10 25-B yazıyordu ve kalkışa tam otuz üç dakika vardı.
Yanından hızla geçen adamın koluna çarpmasıyla sarsılarak elindeki gazeteyi yere düşürdü. Adam ''Pardon'' deyip hızla koşmaya devam etti.
Üstündeki şoku atlatmaya çalışıp gazetesini düzenlerken "Önüme bakmalıyım yoksa bir yere toslamam an meselesi." diye düşündü.
Gazeteyi elinde dürdü ve insanları incelemeye başladı. Kimi mutlu, kimi mutsuz, kimi sevdiğine kavuşuyor , kimi uzaklara gidiyordu. Bir köşede iki sevgili tutkuyla öpüşüyordu, belli ki ayrılacaklardı ''Umarım uzun sürmez ayrılıkları...'' diye aklından geçirdi, çünkü ayrılıklardan nefret ederdi.
Kapılara yaklaştığında uçağa girişlerin başladığını gördü acele etmedi o kalabalığa girip sıkışmanın bir anlamı olmadığını düşünüyordu. Kalabalık azaldığında yavaş adımlarla girişe doğru ilerlemeye başladı, arkalara denk geldiği için çok da mutlu değildi, üstelik orta koltuktaydı.
Uçağın kalkmasına beş dakika vardı fakat cam kenarı hala boştu ''İnşallah yolcu gelmez de kenara geçerim!'' diye düşünüyordu ki anons gelmeye başladı.
"Sayın Mirza Arslan, çıkış için son çağrı''
"Sayın Mirza Arslan, çıkış için son çağrı''
"Sayın Mirza Arslan, çıkış için son çağrı''
Aradan bir iki dakika geçtikten sonra nefes nefese bir adam başlarından aşağı dikilmeye başladı, belli ki cam kenarına gelmişti, bozulmadı değil son dakika yapılır mıydı şimdi bu? Onun cam kenarına oturma hayalleri suya düşmüştü.
Önce yanındaki bayan kalktı ardından da Medusa ve adama yol verdiler, adam yerleşti ve kemerini bağlamaya başladı. Medusa adam otuturken yüzüne baktı keskin yüz hatlarına sahip ciddi bir görünümü vardı. Gördüğü birçok yüze benzemiyordu.
Buz gibi bir tavrı vardı, geç kalmıştı fakat hiçbir utanma belirtisi yoktu yüzünde, umursamazdı da üstelik.
"Kendini ne sanıyorsa...'' diye geveledi dudaklarını kıpırdatmadan. Uçak kalkışa geçtiği için duymadığına bahse girebilirdi.
Gazeteyi açtı ve köşe yazarlarının bölümlerini okumaya başladı. Yine bir yığın zırva vardı.
HAYALET evet o Medusaydı, ilk günkü gibi keyif alıyordu yazılarını okumaktan, bunun en keyifli tarafı menajeri de dahil kimsenin kimliğini bilmemesiydi. Çünkü menajeri de kendisiydi, esrarengiz bir şöhretin sahibiydi. Fanlarının onu takip etmesi sosyal medyadan onlarla yazışması esrarengiz ve çok eylenceliydi.
Zengindi evet lüks bir hayatı vardı fakat işini her yerde yapabiliyordu. Evde, tatilde, kafede; dünyanın öteki ucunda, kısacası her yerde yazıyor hem kendini hem okuyucularını keşfediyordu.
Gazeteyi okuyordu fakat hiç olmadığı kadar kafasını karıştıran adamın çekimine karşı koyamıyordu. Ara ara losyonunun kokusu burnuna doluyor bu da konsantresini bozuyordu ve okuduklarına adapte olamıyordu. ''Neydi adı?'' diye aklından geçirdi.
"Neydi?"
"Neydi?"
"Sayın Mirza Arslan, çıkış için son çağrı...'' kulağında biraz evvel yapılan anons çınladı. Sosyal medya üzerinden bir araştırma yaparım uçaktan inince diye bir karar verdi. Onu neden merak ettiğini bile düşünmemişti, sadece bilmek istiyordu.
Hostesin gelmesiyle bay kendini beğenmiş doğruldu. Hostesin verdiklerinden sadece suyu kabul etti onu da yavaş yavaş üç yudumda içti, su içerken bile serin durabilen bir adamdı.
Çaktırmadan arada bakıyordu ona, o ise sadece bulutları seyrediyordu. Gıcık bir durumdu, ilgilendiği birinin ondan tarafa bakmaması alışık olduğu bir şey değildi. Oysa gittiği her ortamda çok çabuk dikkat çekerdi.
***
Uçak alana indiğinde uçaktaki sabırsız bir sürü insan hareketlenmeye başlamıştı. Medusa her zaman ki rahatlığıyla kalabalığa takılmadan çıkmayı planlamıştı. Dikkat etmişti ki onun tabiriyle bay kendini beğenmişte de hiçbir kıpırdama yoktu, oda Medusa gibi istifini bozmuyordu. O acelesine, ne olmuştu şimdi böyle rahat davranıyordu. Ya da onu o kadar telaşlandırıp koşturan neydi? Bilmek istedi. ''Sevgilisi mi son an da gelmişti acaba'?" diye düşünerek hayıflandı. Ardından yavaş yavaş toparlanıp kalkmaya başladı ve kendi kendine kısacık yol arkadaşına ''Elveda, bir daha görmeyeceğim bay kendini beyenmişe!" dedi içinden ve aprona yanaşan uçaktan indi.
Valizini almak için bandın başında beklerken bir yandan da üniversiteden arkadaşı Efe'yi aradı, üç kez çaldıktan sonra karşı daraftan telefon açıldı.
"Alo"
"Selam, eski bir dost ararsa açar mısın?"
"Medusa! Hangi dağda kurt öldü?"
"Antalyadayım bir arayım dedim seni, nasılsın?"
"İyi, bildiğin gibi aynı yerde sayıyorum, hâlâ halkla ilişkiler departmanındayım, sen neler yapıyorsun var mı bir değişiklik?"
"Detayları buluşunca konuşuruz arayacağım seni, valizim geliyor hoşçakal!" deyip alel acele kapatıp cebine koydu telefonu ve yaklaşan valizi alarak yere koydu. Derin bir nefes alıp doğal sarı saçlarını arkaya atarak valizin kolunu çekip ardından sürüklemeye başladı.
Havaalanı'nın dışında bekleyen taksilerden birine yaklaşıp valizinin konulmasını beklediği sırada bay kendini beyenmişin elinde evrak çantasıyla beklediğini gördü, önünde viridyan yeşili lüks bir otomobil durdu. İçinden çıkan adam anahtarı ona uzattı, kendini beyenmiş ise ifadesiz bir tavırla anahtarı alıp arabaya bindi ve kükreyen egzoz sesiyle oradan uzaklaştı.
Taksicinin seslenmesiyle Medusa da arabaya bindi ve ''Side'ye lütfen!" dedi.
Side'ye geldiklerinde deniz manzaralı apartman dairesini tarif etti. Geldiklerinde ücretini ödeyip taksiden indi. Akdeniz'in muhteşem kokusunu içine çekerek kapıya doğru yürüdü.
Bir elinde valizi vardı diğeriyle bahçenin şifresini giriyordu. İçeri girdiğinde organizasyon şirketinden gelenlerin yaptığı temizlik kendini belli ediyordu. Camı açıp her zaman ki gibi temiz havayı içine çekti ve ardından valizdeki eşyaları dolaba yerleştirip tatlı bir uykunun kollarına bıraktı kendini.
***
Uyandığında odanın içini karanlık dolduruyordu. Ne çabuk da akşam olmuştu, uzun süredir uyuyordu ama huzurlu ve mutlu uyandığını tüm kemikleri iliklerine kadar hissediyordu. Balkona çıktı, dolunay vardı ve çarşaf gibi denizin üzerinde ayın en güzel pırıltıları yakamozu oluşturuyordu.
Rüzgârın tatlı tatlı yüzünü okşaması karnının açlığını hissettirdi ve üzerini giyinip evden çıktı. Güzel bir akşam yemeği yedikten sonra Efe'yi arayıp müsaitse bir kahve içmeyi teklif edecekti.
Marineye gidip yılların balıkçısı Salim abinin yerine geldi. Marinedeki en küçük restorandı çok da lüks değildi fakat giden herkeste bağımlılık yapan lezzetlere sahipti. Ortamda sıcaklık her zaman ön plandaydı, bu sebeple gelen herkes kendini rahat hissediyordu.
Kurt gibi acıkmıştı, oturmadan siparişi çabuk gelsin diye mutfak tarafına yönelip "Ben bir palamut istiyorum şurada oturuyorum!" diyerek yerini gösterdi. Arkasını döndüğünde birine çarpmasıyla "Pardon!" diyerek çarptığı kişiye baktı Mirza Arslan'nın ta kendisiydi.