2.BÖLÜM

1819 Kelimeler
2.BÖLÜM Odanın içerisindeki atmosfer, alev yeri gibiydi. Esila bunu içeri girdiği andan itibaren hissetmeye başlamıştı. Yüzüne dikilen bakışlarsa omuzlarını her geçen saniye yere düşürüyordu ki hızlıca toparlanıp kendine geldi. İşinde iyiydi ve istediği yerde iş bulabilirdi, kısacası işlerine geliyorsa onu işe alırlardı. Toplantı saatine göre tam olarak on dakika gecikmesi işi alma olasılığını en aza düşürse de bu durum şansını denemek için bir engel değildi. Masanın başında oturan adam odaya girdiği andan itibaren dikkat kesilerek Esila'ya bakıyordu. Yakışıklı otuz yaşlarında bir adamdı, kibarca konuşmaya devam eti. Ara sıra kulağındaki cihaza daha iyi duyabilmek için baskı uyguluyordu. ‘Belli ki sadece bir CEO ve şu an toplantı başkası tarafından yönetiliyor.’ diye, düşünerek ayakta konuşmaları dinlemeye devam etti. Konuşmalar İngilizce devam ediyordu, ortasında girdiği için konuyu anlamaya çalışıyordu fakat biraz zor olacağa benziyordu. Çünkü içerikten zerre kadar bir şey anlamamıştı. Genel konuşmasını bitirmesinin ardından herkese tek tek bakarak “Evet şimdi bu konuşmayı anlamayan varsa çıksın!” dedi, son bakışlarını ise Esila'nın üzerinde sabitledi. Bakışları âdeta dışarı çık der gibiydi. Bunun üzerine anlamadığını düşünenler dışarı çıktı ve Esila dahil üç kişi kaldı odada. Bakışlarını hiç kaçırmadan konuşmaya başladı: “Demek toplantının konusunu tam manası ile anladınız?” “Geldiğimden sonraki tüm kısmı anladım eğer başından beri burada olsaydım konuya hâkim olabilirdim!” “Ama değilsiniz!” diyen, adamın başına gelenleri bilmeden anlayışsız davranması Esila'nın bardağını taşıran son damla olurken fütursuzca: “Siz kendinizi ne sanıyorsunuz Allah aşkına, lanet olası toplantıya katılabilmek için başımdan geçenler hakkında en ufak fikriniz var mı? Şirketin ana kademesi İstanbul'da olduğu hâlde buralara insanları boş yere sürüklediğiniz yetmiyor gibi bir de insanları itham mı ediyorsunuz?” dedi ve hızla odadan dışarı çıktı. Zaten sinirleri tepesindeydi bir de kaprisli bir CEO'yla uğraşamayacaktı. “Bugüne kadar aldığım ödüllerle zaten nereye gitsem iş var bana.” diyerek, söylenirken holdingin çıkışına geldiğinde iki güvenlik görevlisi tarafından durduruldu. Onların kibarca ricasıyla istedikleri yere doğru istemsizce yürüdü. Bir şeyler olduğu kesindi ve sebebini merak ediyordu. İçeri girip masanın karşısındaki koltuklardan birine oturduğunda görüşmeyi yapan genç adam geldi ve hiç düşünmeden konuya girerek hızlıca “Evet Esila Hanım, uzatmadan konuya gireceğim yolumuza sizinle devam etmeye karar verdik!” dedi. Kuzeni konferans aracılığı ile toplantıyı izlerken komut vererek o mimar ile çalışmak istediğini söylemesi üzerine kızı kapıdan çıkmadan son anda durdurmuştu. “Tabi ben hâlâ devam etmek istiyorsam!” “Görüşmeye geleceğinizi biliyorduk, zaten sizinle çalışmaya karar vermiştik sorunlar karşındaki davranışınızı çözümlemekti amacım, bunun için kusura bakmayın.” Toparlamak adına hızlıca bu bahaneyi buldu. “İyi analiz edebildiniz mi peki?” “Evet bu davranışınız sorunlar karşısında işinizi iyi yapacağınız anlamına geliyor.” “Böyle saçma bir şeye inanmamı beklemeyin benden!” “Siz bilirsiniz Esila Hanım işe alındınız, eğer bizimle çalışmak isterseniz pazartesi günü İstanbul'daki şirketimize giriş evraklarınızı verebilirsiniz.” “Hâlâ sizinle çalışmak istiyorsam mutlaka döneceğim(!)” diyerek yaptığı alaylı konuşmanın ardından yavaşça kalkıp odadan çıktı. Şirketten çıktıktan sonra Karadeniz'in tatlı esintisinin yüzüne vurmasıyla şehirde biraz dolaşmak istemesi aynı anda gerçekleşti. Bir daha ne zaman geleceği hakkında en ufak fikri yoktu bu nedenle gelmişken mutlaka en azından çarşısını görmeliydi. *** Caddeye doğru bir iki adım atarak derin bir nefes aldı ardından kaldırıma çıkarak çıktığı binaya arkasını dönüp önünde uçsuz bucaksız duran denizi seyrederken taksi beklemeye başladı ama ne gelen vardı ne de giden, en sonunda karşıdan gelen bir kadını durdurarak merkeze nasıl gideceğini sorup “Şuradaki duraktan minibüse bineceksin.” cevabını aldıktan sonra yavaşça durağa doğru yürüdü. Yeşil renk durağa geldiğinde, duvarın camlarına yapıştırılan bir iki ilanı inceledi. Amacı minibüs gelene kadar vakit geçirmekti. Kısa bir bekleyişin ardından önünde duran araca bindi fakat oturacak yer olmadığından ayakta kaldı. Ayağındaki ayakkabılarla ayakta durması oldukça güç olduğundan şoföre yakın olan adama zor bela çantasından çıkardığı parayı verirken "Uzatabilir misiniz?" diye sordu. “Niye şen şöförlan konuşmayi misun?” deyince gülse mi, ağlasa mı bilemedi ve zor bela öne yaklaşıp parayı şoföre uzatıp çarşıda ineceğini söyledi, on beş dakikanın sonunda bir caddenin başına gelene kadar, ayakta durmaya çalışarak geldi. Ardından şoförün "Ha boyle burdan burasi çarşidur." demesiyle adamın eli ile işaret ettiği yere bakıp tebessüm ettikten sonra aşağıya indi. Yakın arkadaşı Buse'ye buralardan bir hatıra almak için yöreye ait otantik şeyler satan mağazalara bakınmaya başladı, en sonunda bir mağazada yöresel bir şal bulup onu aldıktan sonra yakında gördüğü taksi durağına doğru yürümeye başladı, aynı zamanda vitrinlere bakıyordu. Telefon aksesuarı satan bir mağazanın önünden geçerken gözü beyaz spot ışıklarla parlatılmış gösterişli vitrin yerine camda yazan yazılara takıldı. O dakikadan sonra günün patlamasını yaşadığını düşünerek gülmeye başladı. Sabahtan beri tüm sinir sistemi tam anlamıyla boşaldığından daha fazla tutamamıştı kendini. Beyaz çizgisiz kâğıda bakarak "Selfi kazuğu on lira!" diye tekrarlarken hâlâ gülüyordu. Cama bakarak bir adım geriledi aynı anda yoldan geçen birine çarptı. Son anda düşmekten çarptığı adamın, belinden sıkıca kavramasıyla kurtuldu. Toparlanıp yüzüne baktığında sabah çantasına basan adamla karşılaştı. Adam rahat tavırlarıyla vakit kaybetmeden konuşmaya başladı. “Hamsi gibi yolun ortasına dikilmiş napayisun!” “Sen geç de çarpayum diye bekleyirum(!)” dedi, onun ağzını taklit ederek. Battı balık yan giderdi tüm ipleri koparmıştı, bu saatten sonra ne yaptığının çok da önemi yoktu. Karadeniz şivesiyle seslendiğini duyunca çarpık bir gülümseme gönderdi genç adam Esila'nın gözlerine ve devam etti konuşmasına. “Karadeniz havası çarpmış seni.” dedi düz ve tok bir ses tonuyla. “Bak sen demek Türkçe de konuşabiliyorsun(!)” sesinin alaylı tonu, yüzünün her çizgisinden açıkça okunuyordu. “Türkçe konuşsak da ana dilimiz bellidir.” “Daha dilin oturmadı o zaman, böyle çarpık konuşmalar içine girdiğine göre!” “Nenem der ki "Laz da üç harflidur, dikkat et çarpar!” Esila “Seninle burada vakit harcayamam.” dedi ve durak tarafına doğru yürümeye başladı fakat bu yürüyüş kolundan tutmasıyla engellendi. Kızgın gözleriyle adamın gözlerini süzerken adam gayet rahat bir şekilde "Özür dile!" dedi. “Senden mi? Hiç sanmıyorum.” derken tehdit edercesine kolunu tuttuğu eline çevirdi bakışlarını ve bırakmasını bekledi. Adam “Özür dile dedim, yoksa gidemezsin buradan!” diyerek ufak bir tehditte bulunsa da onunla uğraşmaktan keyif aldığını hissediyordu. “Sersem, bırak kolumu.” “Ya bırakmazsam.” “Buna pişman olursun.” “Ne yaparsın?” “Avazım çıktığı kadar bağırırım!” “İstersen bir dene ama kimse bir şey yapamaz.” “Tamam, Allah'ın cezası, özür dilerim şimdi bırak beni geç kalıyorum.” Adam “Tamam, şimdi gidebilirsin.” dedi ve ters ters yüzüne baktı. Esila “Geri zekalı insanın evrim geçirmiş hâli!” dedi ve ona fırsat vermeden taksi durağına koştu. *** İki gün sonra... İşi kabul etmeye karar vermesiyle gelecek planlarını kafasında oturtmaya başladı. Kariyeri açısından bu firmada çalışmak ciddi anlamda önem taşıyordu. Çünkü firma köklü bir firmaydı ve kariyer konusunda ona ışık tutacaktı. Bunun için Trabzon'da o adamın kendisine karşı kötü davranışlarını görmezden gelmeye karar verdi. Sonuçta sürekli karşılaşmayacaktılar, belli ki o da işini yapıyordu. İşe başlamadan sıkı bir alışverişe ihtiyacı vardı bunun için soluğu alışveriş merkezinde aldı. Yine bir alışveriş ve yine babasına gidecek ekstre, her ne kadar harcamalarına karışmasa da çok fazla abartmak istemiyordu. Birkaç tane beyaz gömlek ve altlarına kalem etek aldı, şantiyeye gittiğinde kullanabileceği rahat ayakkabı ve kıyafetler de aldıktan sonra üst kata çıkarak yorgunluk kahvesi içti. *** Güneş batarken yeryüzü gündüzün ihtişamlı parıltısını geride bırakıyordu. Duşa girerken henüz aydınlık olan havanın duştan çıktığında kararmış olmasıyla odanın içi puslu bir griye dönmüştü. Elindeki küçük havluyla başını kurularken giyinme odasına doğru yürüyen Rüzgar içeri girdiğinde ışığın otomatik yanmasıyla elindeki havluyu ortada duran saat camekânının üzerine bıraktı. İtalyan kesim lacivert bir takım elbise ve beyaz bir gömlek giyerek evden çıkıp, her zaman takıldıkları mekânlardan birine eski ve en samimi dostu Serhat ile buluşmak için gitti. Rüzgar'ın asistanının önceden rezervasyon yapmasıyla her zaman oturdukları masa onlara ayrılmıştı. Tanıdık garsonların özel ilgiyle karşılaması alıştıkları bir şey olsa da çok hoşlarına giden bir şey değildi. Denizin tatlı esintisi yüzlerini okşarken bir yandan aynı sıcaklıkla muhabbet ediyorlardı. Rüzgar “Yeni mimar ne zaman başlıyor, artık görmek istiyorum yeni projeni. Ser verip sır vermiyorsun!” diyen Serhat'a gülümseyerek: “Yarın başlıyor, çok işimize yarayacak iki üniversite bitirmiş, bir de ödülü var. Yeni beyinler yeni fikirler demek bakalım bize neler katacak!” diye cevapladı. “Hadi biraz bahset bana şu projeden, kısmen bitmiş gibi duruyordu. Geçen gün geçtim önünden.” dedi ve güldü. “Hayır daha yeni başlıyor!” “Yapma Rüzgar çatlayacağım artık.” “Sadece alışveriş olacak bölüm bitti ve bu merkez Avrupa'nın en büyük alışveriş merkezi olacak! Dört adet gökdeleninin olacağı, bir tanesi otel diğer üçü rezidans olacak ve her birinin iki çıkışı. İster alışveriş merkezinden isterlerse ön kapıdan en önemlisi orada yaşayanlar alt otoparka araçlarını bırakıp ister alışveriş merkezine ister evlerine çıkabilecekler. “Vakit kaybetmeden bir tane almak istiyorum!” diyerek heyecanını gizlemeyen Serhat gülümsüyordu. “Henüz satışlar başlamadı ama benden sana bir tüyo senin dairen en güzel yerden hazır. En önemlisi benim dairemin karşısında olacak. Ara sıra farklı yerlerde yaşamak beni dinlendiriyor.” “Hadi canım şaka yapıyorsun!” “Bu sene doğum gününde benden başka bir şey istemek yok.” Serhat “Anlaştık, öyle ise bu yemek benden.” dedi ve eli ile yazı yazma işareti yaparak hesabı istedi ardından gelen kutuya beş yüz dolar bıraktı, ellisi her zamanki gibi bahşişti. Mekândan çıktıklarında ilk Serhat'ın arabası geldi, o binip gitti kısa süre sonra vale Rüzgar'ın arabasını getirdi. Eline yüz dolar sıkıştırarak arabasına binip gazı kökledi, egzozdan gelen ses keyfini yerine getiriyordu. Eve gittiğinde ilk iş olarak Pelin’i buldu, üç yıldır evinin neşesi olan Pelin, onu görünce yanına koşarak geldi ve kucağına atladı. “Rüzgar abi neden kaç gündür gelmedin?” dedi eskiye göre konuşması düzelmişti ve bu küçük yaramaz üç yıldır bir mucize gibi gözlerinin önünde büyüyordu. “İşlerim var ufaklık.” “Abiyi rahat bırak Pelin yine başladın!” diyerek yanlarına Hülya Hanım geldi. Pelin “Ama anne çok özledim ne yapayım?” dedi ve küçük kollarını Rüzgar'ın boynuna doladı. Yıllardır kendisine umut ışığı olan bu tatlı kızı ömrünün sonuna kadar unutması mümkün olmayacaktı. Geleceğini de çoktan planlamıştı, önce eğitimi ardından iyi yaşayabilmesi için bir ev ve araba, on sekiz yaşını doldurduğunda onun olacaktı. ... Yeni bir işe başlamanın heyecanıyla şirketin yolunu tutan Esila ciddi görünmek adına siyah, kalem etek üzerine dar kesim beyaz bir gömlek giyinmişti. Sabahın erken saatlerinde ilk iş şirkete girişini yaptırıp ofis bölümüne gitmek oldu. Onu karşılayan asistan gülümseyerek: “Merhaba Esila Hanım, size gerekli projeler verilecek ama öncesinde şu an yapılmakta olan projemizin iç mimarisi ile ilgileneceksiniz, ardından yeni çizim projeleri olacak onun için şirketin şoförü ile sizi şantiyeye göndereceğim.” dedi. “Peki.” dedikten sonra beklemeye başladı, kısa bir süre sonra yanına gelen kırklı yaşlarının başında bir adamla şantiyeye doğru yola çıktı. İnşaat alanına geldiklerinde, ayakkabılarından başlayarak çenesinin altına kadar üzerindeki eşyaları gözden geçirip, kendi kendine söylenmeye başladı. “Kesinlikle şantiyeye uygun görünmüyorum, dakika bir gol bir topuklarım taşların arasında çizilmeye başladı bile! Lanet şey dünyanın parasını verdim onlara, neyse ki işim biten taraflarda olacak.” Kapıya yaklaşıp ayakta zorla durmaya çalışırken dengesini kaybedip kenardaki çukura yüz üstü kapaklanmaya ramak kala beline sarılan kol ile yer ile öpüşmekten son anda kurtuldu. Kendine gelip kurtarıcısına teşekkür etmek için bakışlarını ona doğru çevirdi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE