2. BÖLÜM: NİKAH BASKINI

1001 Kelimeler
Kalbim küt küt atarken, kendimi telkin etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Gidip sadece ne döndüğünü öğrenip geri dönecektim. Elimi yüzüme doğru sallayıp, nefes almak için arabanın camını yarıya kadar açtım. Üstümde bir ağırlık vardı, sanki kötü bir şey olacaktı. Ne olur olmasındı diye geçirdim içimden. Düşündüğüm şeyler gerçekleşmesin. Aktan'a ne kadar çok güveniyorsam, dedesine o kadar güvenmiyordum. Ne yapacağı belli değildi o adamın. Serin hava yüzümü yalayıp geçerken, kendimi rahatlatmaya çalıştım. Az kalmıştı, yeraltına gitmeme. Ne söyleyecektim bilmiyordum, hiç düşünmemiştim. Bir anda sinirle çıkmıştım evden. Aslında konuşmama gerek yoktu, gidip olayları görsem benim için yeterdi. Açılan kapılarla, yeraltına geldiğimizi anladım. Açtığım camı kapattıktan sonra, son bir kez daha derin bir nefes aldım. Beni ne bekliyordu, ne görecektim bilmiyordum ama Aktan'a güveniyordum. Yapmazdı böyle bir şey. Açılan kapıyla, yanıma bıraktığım küçük çantamı alarak arabadan indim. Koruma benimle birlikte yürümeye başlamasıyla kaşlarımı çatıp arkama döndüm. Benimle birinin gelmesine gerek yoktu. Biliyordum yolu. "Gelmeyin." diyerek elimi kaldırıp, onu olduğu yerde durdurmamla eğdiği başını hafifçe kaldırdı. "Sizi yalnız bırakamam Erva hanım." aldığım yanıtla tamamen bedenimi korumaya doğru döndüm. "Ben kendim gideceğim." sesimi baskılayıp, yükseldim. "Gelmenize gerek yok. Eğer sözümü çiğneyip gelecekseniz o zaman beni karşınıza alırsınız." Kaldırdığı başını tekrar eğdiğinde, "Peki Erva hanım." dedi. Rahatlamış bir şekilde tekrar kapıya doğru kendimden emin adımlarla yürüyüp, açılan kapıyla içeriye ilk adımı mı attım. Bir kaç koruma elleri önünde beklerken, "Toplantı nerde?" diye sordum. En önde duran uzun boylu koruma bir adım öne doğru çıktı. "Orta salon da Erva hanım. Size oraya kadar eşlik etmemi ister misiniz?" Başımı iki yana sallayıp, dudaklarımı araladım. "Gerek yok." diyerek orta salona doğru adımlarımı yönlendirdim. Tüm siyah giyinimli insanlar için de kendime baktım. Bu durum da hiç aklıma gelmemişti yanımdan geçen bir kaç adam bir kere bakıp tekrar dönüp baktığından kendime bakma ihtiyacı hissetmiştim. Giydiğim kahverengi trençkot altım da mavi dar pantolon ve hafif topuklu bilek boyu kahverengi çizmelerim. Umrumda da değildi. Ben buraya isteyerek gelmemiştim. Orta salona geldiğim de kapalı kapılar ve kapının önün de duran dört korumaya baktım. Yutkundum, derin bir nefes aldım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Barut gibiydim, dokunsalar patlardım. Korumalar şaşkınlıkla birbirine bakıp "Erva Hanım..." diye biri cesaretini toplayıp öne çıksa da kafası yerde benimle konuşmasını sürdürdü "toplantı başladı bilgisini aldık..." dedi zar zor kem küm ederek. "isterseniz Aktan Bey çıkınca konuşun-" daha devamını getirecekti ki kaşlarım çatık sinirle soluyarak böldüm "kapıları aç" Bir toplantı başladığı an o saatte girdin girdin giremedin kapı dışarı kalıyordun ben bunu bu aileye girmiş gireli biliyordum ve asla da değişmez bir kuraldı. Kurallar çiğnenmek için yok muydu zaten. Kocam içerdeyse ben de pekala içeriye girebilirdim. Öylece kalakalan korumalara bu sefer sesimi çığlık derecesine çıkarıp "açın kapıyı!" diye bağırdım. Sustular, kaldılar, birbirlerine baktılar, bir çözüm aradılar ve bu çözüm kapıların hızla açılması oldu. O kapılar ilk kez bana açıldı. Karşım da dağılmış üstten üç düğmesi açık olan siyah gömlekli ve siyah kumaş pantolonlu Aktan ile dudaklarım kupkuru oldu. Az önce çığlık çığlığa bağıran ben değilmişim gibi sustum, dondum, kaldım. "Erva..." dedi şaşkınlıkla. Benden bunu beklemediği bariz bir şekilde belliydi. Korumalara kayan bakışları ile sertleşti hareleri ve tekrar kanlanmış yeşil gözleri benimkileriyle çakıştı. Meydan okuyan bir şekilde tek kaşımı havalandırıp "Aktan. Toplantıya yetişmişimdir umarım" dedim. Aslın da yetişmemiştim ben de o da biliyordu ama tek kelam etmeden kafasıyla içeriyi işaret edip "geç..." diye komut verdi. Yanından geçtiğim korumalara üstten bir bakış atıp içeriye girdim. Neredeyse 50 kişiye yakın siyah giyinimli kadın ve erkek topluluğuna gözlerimi devirmemek için zor tuttum. Şu an bir aileyi yıkmak için toplandıklarının farkın da mıydılar? Ama kimsenin umrun da değildi, çünkü burada ki herkes birbirini aldatıyordu. Bu çok normal geliyordu doğal olarak onlara. "Toplantı başlamıştı. İçeriye alman tamamen yanlış Aktan. Karına başına buyruk olamamıyı bir öğretemedin zaten. Çabuk dışarı" diye kükredi. Aktan kanlanmış yeşil gözlerini masanın başın da ki dedesine yönlendirip sinirle soludu "karımın yeri her zaman benim yanım. Eğer karım çıkarsa ben de çıkarım" "Aktan..." diye sesini yükseltip elini masaya sertçe vurdu. Tüm olanları tiyatro sahnesindeymiş gibi izleyenlere karşı göz devirip bedenimi daha çok Aktan'a yanaştırdım. "Kurallarımıza aykırı." diyerek dedesi karşı çıktığında Aktan oturduğu sandalyeden hızla ayağı kalktı. "Kurallara ne zamandır uyuyoruz dede." sesini o kadar yükseltmişti ki, kulaklarım uğulduyordu. "Her zaman uyuyoruz. Ama bakıyorum da senin kurallara uymaya niyetin yok. Bu ilk ve son olacak Aktan, tekrarı olursa kötü olur." "Sen böyle saçma sapan sözleşmeler gönderip, zor koştuğun sürece ben daha çok kural çiğneyeceğim." dediğinde, herkes şaşkınlıkla Aktan'a bakıyordu. Dedesine tüm herkesin için de meydan okuyordu çünkü. Dedesi iyice sinirlendi, suratı kıpkırmızı kesildi. "Geç otur yerine Aktan nikah kıyılacak. Daha sonrasın da konuşuruz" diye konuyu üstün körü kapattı. Çünkü biliyordu ki Aktan susmazdı ve burası bir savaş alanana dönerdi. Yektan'nın yanın da farklı bir kadın oturmuş etrafı süzüyordu. Kaşlarım çatık bir şekilde Aktan'ın da yönlendirmesi ile masanın diğer baş köşesine geçtik. Bir başın da dedesi bir başın da Aktan çarprazın da ise ben oturuyordum. Etraf sessizleşmiş kimseden çıt çıkmaz bir halde herkes pür dikkat olacakları bekliyordu. "Nikaha geçelim artık..." Diye sinirli gözlerini benden çekip çarprazın da oturan Yekta ve kadına döndü. Esmer, siyah saçlı kadın Yekta'ya gözlerini dikmiş bir hâlde otuz iki diş sırıtıyordu. Kuma olduğunun farkında mıydı acaba? Sanki hep bu anı bekliyormuş gibi bir tavır içerisindeydi. Yekta'nın karısı nasıl böyle bir şeye izin verebilmişti. Aklım almıyordu. Zaten bu iş akıl alır gibi de değildi ya. Aktan ve benden uzak dursunlardı da kendi köşelerinde ne yapacaklardıysa yapsınlardı. Kucağımda ki ellerimle oynayıp bir an önce bu sıkıcı ortamdan çıkmak için resmen saniye sayacak durumdaydım. Bir adam gelip kadınlara siyah başörtüler dağıttı. Bir önüme bırakalın başartüye bir de Aktan'a baktım sinirlerime hakim olmaya çalışarak sert hareketlerle başörtüyü katlı halinden açıp saçlarıma gelişi güzel örtüp kapadım. İçeriye giren hoca ile de fısıltılar sustu. Hoca için bir sandalye getirdiler Yekta ve kadının karşısına oturan hoca dua etti ve 10 milyon ve 2 villa ev mehriyle dini nikahı kıydı. Hayırlı olsunlar eşliğinde birilerinin saçlarına yapışmamak için tırnaklarımı avucuma geçirdim. Ve içimden tekrar edip durdum; Sakin ol Erva. Sakin ol Erva. Duyma Erva. Kızını düşün Erva. Gece'yi düşün Erva. Ve o beklediğim bomba kulaklarım da yankı buldu; "Aktan Bey'in nikahına geçelim mi?" Nikah...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE