Ertesi haftaya da her zamanki gibi enerjik başladığımda radyomdan çalan Yonca Evcimik- Aboneyim abone şarkısı eşliğinde saçlarımı bigudilerimden çözüyordum. Böyle yattığım için kafa derim biraz ağrıyordu.
Son bigudiyi çekerken biraz canım yandı ve suratımı buruşturarak aynadaki yansımama baktım. “Şu eski usul işini biraz abartıyor muyum ne?”
Resmen Dünya’ya, günümüzün modern yaşantısına savaş açmak için gelmiş gibiydim. Maşa bile kullanamıyor, gece lambası yerine mum yakıyor, olabildiğince eski usulün atmosferiyle can bulmaya çalışıyordum.
Hızlıca makyajımı da yaptıktan sonra görüntümü incelediğimde gülümsedim. Tatlı gözüküyordum. Bugün, sonunda yüzyıllardır süre gelen yalnızlığıma bir son verecek, Defne’nin sayısız uğraş vererek beni ikna ettiği gibi görücü usulü randevuya çıkacaktım.
Yanaklarımdaki pembe allığı yetersiz bulduğum için biraz daha ekledim ve ilk görüşme için fazla abartılı olmadığını düşündüğüm füme rengi işlemeli etek ceket takımımı giyindim. Ve işte hazırdım!
Telefonumun çalmasıyla müzik yarıda kesildi.
“Of Defne yine ne var ya!” O olduğunu tahmin etmek için Müneccim olmaya gerek yoktu! Görüntülü aramasına cevap verdiğimde küçük pastanemizde baklama açmak üzere olduğunu gördüm. Beni tezgâhın kenarındaki suluğunun önüne yaslamıştı. Dağınık topuzu ve una bulanan suratıyla çok tatlıydı.
“Göster bakayım ne giyindin!” Dedi kan revan içerisinde. Bir yandan da kuvvetle yufkayı açmaya devam ediyordu.
“Sana da Selam büciriks.” İkiletmeden arka kamerayı açıp boy aynasından kendimi gösterdiğimde anında cırladı.
“Bu ne Işık ya! Gören de seni adliyeye gidiyor sanır! Daha az sıkıcı bir şeyler bulamadın mı?” Gözlerimi devirdim. Tabi ki de abartıyordu. Sadece o çok fazla cafcaflı giyindiği için birbirimizin kıyafetlerini beğenmiyorduk. Bu yüzden tanıdık yorumu beni yanıltmamıştı.
“Ay çok konuşma Allah aşkına! Senin ilk buluşma kombinini de biliyoruz!” Resmen cırtlak turuncu bir gömlek, altına da pembe etek giyinmişti. Gerçekten de şaka gibiydi. Bu yüzden onu tabi ki de ciddiye almıyordum.
“Öyle diyorsun ama bu sayede uzun zamandır sevgiliyiz, ne haber.” Suratımı buruşturarak aceleyle onu geçirdim ve telefonu kapatmak için hızla yol yaptım.
“Her neyse her neyse! Benim şimdi senin ayarladığın görücü usulü buluşmaya gitmem gerek. Kabul ettiğim için şükretmiyorsun da bir de utanmadan kombinimi eleştiriyorsun. Kapatıyorum artık.” Bıkkınlıkla bana baktı. Erkek konularında ne kadar zor olduğumu biliyordu.
“Neyse kapat tamam elim hamur görmüyor musun?” Ona dil çıkartarak hızla telefonu kapattığımda bugüne dair içimde garip bir kıpırtı oluşmuştu.
Dudaklarım kenarlara doğru gerildiğinde koşturarak gelen taksime bindim ve ardından buluşacağımız yere doğru yol aldım. Görüşeceğim adamın adı Alkan’dı. Alkan Sayan. 1.80 boylarında bir aşçıydı. Sözde Defne’nin sevgilisinin uzaktan bir tanıdığıydı ve beni de ortak bir fotoğraftan görüp beğenmişti, ardından da görüşmek için Defne’nin erkek arkadaşına diller dökmeye başlamıştı.
Her ne kadar isteksiz olsam da Defne bir nokta da haklıydı. Kendimi bildim bileli doğru düzgün bir erkekle bile konuşmamıştım. Aslında istememiştim de. Yalnızca o dışında. O… Ali. Çocukluk aşkım.
Hatırasının zihnimde belirmesi bile adımlarımın geri geri gitmesine sebep olmuştu. Sertçe yutkundum. Artık eskisi kadar bu konuyla ilgili acı çekmiyor olsam da aklıma geldiği zamanlar azalsa da hatırlamak damağımı kurutuyordu.
Ali’yi unutmak için pedagogdan yardım bile almıştım. O zamanlar çok küçüktüm. Belki on üç belki de on dört. Onun ölümünü anmak bile tüylerimi diken diken ediyordu. Tekrardan sertçe yutkundum ve düşünmemeye çalıştım. Ali artık yoktu ve ben de önüme bakacaktım.
Varacağım yere gelince taksiciye ücreti verip indim.
Bana verdikleri numarayı aramak için telefonu çıkartarak adamı çaldırdığımda kısa sürece açmıştı.
“Işık Hanım?”
“Merhaba Alkan Bey, şey, ben geldim de onu haber vereyim demiştim.”
“Öyle mi?” Çevreye bakınarak kendi etrafımda döndüğümde fotoğraflarından aşinası olduğum suratıyla karşı karşıya kalmıştım. Onu bu kadar yakınımda, hemen iki adım ötemde görmeyi beklemiyordum. Kaşlarım hayretle yukarı doğru kıvrıldığında kendime engel olamadan bir şaşkınlık nidası koparttım, ağzı açık kaldı. Tepkim onu güldürmüştü.
“Hoş geldiniz.”
“Hoş buldum.” Boş bulunarak telefondan konuşmaya devam etmiştim. Fark edince şapşal gibi gülümseyerek ahizeyi kulağımdan ayırıp aramayı sonlandırdım. “Merhaba.” Dedim elimi uzatarak “Ben Işık. Işık Ertaş” ah… Bu kadarını zaten biliyordu ancak ne bileyim canım ne yapacağımı bilmiyordum ki.
Elimi nazikçe sıkarak hınzır ifadesiyle gülümsemeye devam etti. Bakışlarındaki parıltıdan beni gördüğüne oldukça sevinmişe benziyordu. “Memnun oldum Işık. Öncelikle söylemeliyim ki fotoğraftakinden çok daha güzelsin.”
Utanarak kafamı aşağı doğru eğdiğimde elimi yavaşça çekip ondan kurtarmıştım. Görmesem de kızardığından dün gibi emin olduğum yanaklarımı kaldırarak ona baktığımda temiz yüzlü birine benziyordu. Aynı zamanda da iyi ve düzgün duruyordu. Sakalsız suratından, losyon kokan yüzünden ve aurasından öyle gelmişti.
“O halde seni çok rahatsız etmezse buradan sonrasına arabamla eşlik edebilir misin?” İşte bunu kesinlikle beklemiyordum. Beklemiyordum çünkü zaten beni arabayla almayı teklif etmişti. İlk buluşma için fazla rahatsız edici olduğunu düşündüğümden dolayı kabul etmemiştim. Bu yüzden yinelemesi midemde huzursuz hissedeceğim krampların oluşmasına sebep olmuştu.
Kafasını hafifçe yan yatırarak tebessüm etti. “Sadece seni gölün kenarında çok güzel bir yere götürmek istiyordum. Buradan arabayla yaklaşık on dakikalık uzaklıkta. Oranın adresini vermedim çünkü taksiciler bir türlü bulamıyor, zorluk yaşamanı istemedim. Bu yüzden yolun buradan sonrasını beraber geçelim istedim.
Sertçe yutkunarak gözlerine baktığımda oldukça iyi huylu ve güven verici olduğu için kötü bir tepki vermeden bekledim. Aynı zamanda da aracı olarak Defne ve erkek arkadaşı olduğu için aklım çeliniyordu.
“İstersen yürüyelim?” Bu teklifi yaptığı için biraz daha rahatlamıştım. Ardından gülümseyerek ayakkabılarıma baktım. Çivi gibi topukları vardı, onlarla rahatça yürümem imkansızdı.
“Bu ayakkabılarla o kadar yol yürüyebileceğimi sanmıyorum.” Ardından teklifini kabul ederek arkasında kalan lüks model spor arabasına doğru yürümeye başladım. Nazikçe kapımı çatığında utangaç bir tebessüm ederek bindim. Yanaklarım daha fazla kızarmıştı.
Eteğime dikkat ederek oturduğumda kalem eteğim dizlerimin iki karış üzerine kadar çıkmıştı. Rahatsız olarak küçük baget çantamı baldırlarımın üzerine yerleştirdiğimde ıslık çalarak arabanın etrafından dönerek hızlıca kendi tarafına bindi.
Gergin ifademi hafif tebessümle gizlemeye çalıştığımda o bana göre daha rahattı. Arabayı çalıştırdığındaki tutumu sanki biraz değişmişti. Az önceki kadar beyefendi durmuyordu. Bakışlarının sık sık bacaklarıma inmeye başladığını gördüğümde kalbim kuşkuyla atmaya başladı.
Sertçe yutkunarak dizlerimi birbirine bastırdığımda gülümseyerek bacaklarımı süzdü ve suratıma baktı. Resmen neye uğradığımı şaşırmıştım, kesinlikle böyle bir şey beklemiyordum.
Ellerim titrediğinde korksam da sesimi sert tutmaya çalışarak uyardım. “Önüne bak istersen!”
Dişleri gözükecek derecede sırıtarak gevşek gevşek yine bacaklarıma baktı. “Ne yapayım, bacakların çok seksi. Bakmadan edemiyorum.” Gözlerim irice belerdiğinde kalbim çok sert ve hızlı atıyordu.
Ben bu anı gerçekten de yaşıyor muydum? Alkan’ın bir sapık çıkacağı aklımın ucundan bile geçmezdi! Arada Defne ve erkek arkadaşı olduğu için hiç böyle biriyle tanışacağımı düşlemezdim. En kötü muhabbeti tutmaz, o elektriği yakalayamayız diye düşünüyordum ancak şu yaşadığımda neyin nesiydi!
“Ne diyorsun sen be terbiyesiz! Çek çabuk sağa ineceğim!” O sırada beynim alarm veriyor, aklıma bin bir çeşit senaryo geliyordu. Şu anda tam olarak nerede olduğumuzu bile bilmiyordum! Sportif arabası ıssız yollardan geçiyorken kendimi nasıl kurtaracağımı düşünüyor, bağırsam mı yoksa hemen telefona mı yeltensem diyor, neticesinin bana neler doğurabileceğini hesaplamaya çalışıyordum.
“Çek diyorum sana sağa çek çabuk!” Sesim titrediğinde aceleyle konuşmuştum.
Soluğunu bıkkınlıkla vererek sanki bana bir oyunbozanmışım gibi baktı. “Of Işık ya saçmalama! Çocukluk ediyorsun!”
“Kes dedim sesini çabuk sağa çek!” Elimi direksiyona attığımda bunu bende beklemiyordum. Hakimiyetini kısa süreli kaybettiğinde araba sağa ve sola doğru hızla savrulduğunda iki yöne de sertçe çarpmıştım.
Bağırarak küfrettiğinde anın şokunu bir türlü atlatamıyordum.
Araba birden kuvvetle durunca önce öne doğru savruldum, ardından da sertçe koltuğuma tekrardan oturdum. Dudaklarımdan dökülen korku dolu bağırışla hareketimi kestiğimde Alkan sinirlenmişti.
Öfkeyle bana doğru dönerek direksiyona vurdu. “Alt tarafı iki dakika arkadan verecektin amma tatava çıkarttın he!” Duyduklarımla beraber gözlerim yuvalarından çıkarcasına açıldığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Adeta kanım donmuştu bu adam… Bu… Şu anda tam olarak karşısında kalıp şaşıramayacaktım bile.
“Pis sapık!” Dedim ve kapıyı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Ne yapacağı belli olmadığı ve etrafta kimse olmadığı için ona vurmaya bile kalkmamıştım. Adeta şok olarak titreyen dizlerimle beraber yürüyor, gözümden düşen yaşlarla sürekli buğulanan önümü görmeye çalışıyordum. Bir yandan da korkarak arabasının arkamdaki varlığını işitiyordum. Söylenerek çalıştırıp gazı köklediğinde rahat bir nefes verdim. Ama yine de geri dönmesinden korkuyordum.
Ağlaya ağlaya telefonumu çıkarttığımda taksiciyi arıyordum. Lanet olsun! Çekmiyordu. Hıçkıra hıçkıra yürümeye devam ettiğimde neredeyse korkudan bayılacaktım.
Hava artık iyice kararmıştı.
Konumu açarak geldiğim yeri bulmaya çalıştığımda oldukça dar sokaklardan geçiyordum. Korkudan, şoktan kendimi kasmaktan kemiklerim ağrıyordu. Bir türlü kendime gelemiyor, tek kelime bile çıkartamıyordum. Sadece ağlıyordum. Bir de bir an önce bu karanlık yerden kurtulmak istiyordum.
Titreye titreye ilerlerken esen rüzgâr bacaklarımı üşütüyordu. Suratımın kenarını perdeleyen saçımı kulağımın arkasına iliştirerek omzumdan düşmekte olan çantamı düzeltip ilerlemeye devam ettiğimde taşlık bir yoldan geçiyordum.
Topuklu ayakkabılarım taşların arasına girerken duruma lanet ederek suratımdaki ıslaklığı elimin tersiyle sildim.
Ayakkabımın topuğunu güçlükle çıkarttığımda nefes nefese kalmıştım. İleriye doğru dikkatlice attığımda tekrardan ara boşluğa takılmamak için adımlarımı dikkatlice atmaya devam ediyordum.
Yukarı doğru sıyrılan eteğimi düzelterek sapı bileğime inen çantamı son anda tutup bir adım daha attığımda ayakkabımın ince topuğu bu sefer daha sert saplanmıştı.
“Ah…” Çıkan vıcık sesinden midem bulanmıştı. Ayakkabımı geri çekmeye çalıştığımda bir türlü başarılı olamıyordum. Güçlükle ayağımı geri çekmek iyi bir fikir olmayacağı için öne doğru eğilip çıkartmaya çalıştığımda taşların arasında farklı bir cisim olduğunu fark ettim… Ayakkabım ona batmıştı. Burnumu sertçe çektiğimde görüş açım gözyaşlarımdan dolayı sürekli buğulanıyordu. Tekrardan elimin tersiyle suratımı çektiğimde gördüklerim karşısında sanki az önce kesilmemişim gibi tekrardan taş kesildim ve nereye kaçtığını bilmediğim sesimi bularak geri çıkarttım.
“Ne… Bu ne!”
Alt dudağımı dişleyip korkuyla iyice eğilerek ayakkabımı çıkarttığımda çıkan ses beni iyice iğreti etmişti ve yüksekliğin altında kalan bedeni görmemle taş kesilmiştim.
Altında kalan beden mi…
Bir insan bedeni…
Ölü bir insan bedeni…
Tehlike çanları zihnimde çalmaya başladığında elim ayağım buz kesmiş vaziyette öylece titremeye başladığımda neredeyse kıpırdayamıyordum, öylece inime inmişti sanki. “Aa… Dedim acıyla ve yalnızca yarım adım geri çekilmeye çalışarak kuvvetli bir çığlık attım.