5.BÖLÜM “BAŞ ŞÜPHELİ”

1518 Kelimeler
Çığlık. Boğazım yırtılırcasına kuvvetle çığlık atıyordum. Gözlerim yaşardığında ne zamandır sıktığımı bilmediğim yumruklarımdan dolayı tırnaklarım etime girmişti. Sırtım bükülü, iki büklüm çığlık atmaya devam ediyorken etrafıma insanlar toplanıyordu. Bir şeyler söylüyordu ancak krize girmiş gibiydim. Bugün olanların hepsi gerçek miydi? Tüm bunları yaşamış mıydım? Birinin yardımıyla yavaşça geri çekildiğimde birden sustum. Şok olmuş gibi etrafıma baktığımda kalbim tekledi. Tanımadığım bir sürü yüz ibret alır gibi beni izliyordu. Gözlerini bir an olsun üzerimden almıyorlardı. Arabaya doğru yönlendirilene kadar algılayamadım yanımdakilerin polis olduğunu. Hayretle, korkuyla onlara doğru döndüğümde üniformalı memurlar beni arabaya bindirmeye çalışıyorlardı. “B-ben…” Diyebildim yalnızca, gerisi gelmedi. Beni neden götürüyorlardı ki? Gerçi, buradan bir an önce gitmeliydim ve kendimi iyi hissetmiyordum, elim ayağım zangır zangır titriyorken beynim fonksiyonunu kaybetmişti sanki… Kendimi asla yönetemiyordum. Çenem titreyerek kapandığında cam kenarında oturuyorken kafamı yavaşça oraya yasladım. Yanımdaki memurun tüm dikkati üzerimdeydi. Kızarmaktan ağrı yapan gözlerimi ürkekçe üzerine diktiğimde hangi ara geldiğimizi bilmediğim karakolun önünde durduk ve beni hızla aşağı indirdiler. Neden? Burada ne işim vardı? Evime götürmeyecekler miydi? “Hanımefendi…” Dedim güçlükle, oldukça zayıf çıkan bir sesle. Öyle yorgun ve korku doluydum ki tedirginlikten neredeyse bayılmak üzereydim. “Beni neden buraya getirdiniz.” Bağırmaktan oluşan o boğaz ağrısını çok keskin bir şekilde hissedebiliyordum. Koyu gözlerini gözlerime dikti ve acımasızca tısladı “Onu sen söyleyeceksin.” Beni yukarı götürmeye çalıştığında adımlarına ayak uydurmaktan başka çarem kalmamıştı. Tüm bu olanlar hayal gibi geliyorken aklımda bir isim belirmişti. Avukat Timur Arslan… Belli ki beni buraya şüpheli olduğum için getirmişlerdi ve başıma geleceklere dair hiçbir fikrim yoktu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, korkuyordum. Bu yüzden Defne’yi aramak yerine onu aramak istedim. Zaten en son olanlardan dolayı Defne’ye de sinirliydim. Resmen o kadar ısrar ederek bir sapığın yanına göndermişti beni. Alkan denen şerefsizin bu denli bir pislik olduğunu bilmediklerine emindim ancak… Yine de yaşadıklarımdan dolayı ona da sevgilisine de çok sinirliydim. “Avukatımı aramak istiyorum.” Biraz zorluğun ardından talebimi oluşturduğumda ürkerek etrafa bakıyor, yabancısı olduğum karakol ortamını incelerken zihnimde o adamın dedikleri canlanıyordu. Bana bir gün lazım olur diye kartını vermişti ve o an sanki bu kartın işime yarayacağından çok emin gibi konuşmuştu. Daha sonrasında dükkâna gelen müşteriyle olan kavgam ve Defne’nin bir şekilde karakolluk olasın var demesi ve şu anda tam da burada bulunmam… Her şey çok tehlikeli bir tesadüf gibi geliyordu. Sanki ne şekilde olursa olsun, gerçekten de bir şekilde burada olacakmışım gibi… Oysaki bugün içimde değişik bir coşku vardı. Sanki hayatımda olmasını deli gibi arzu ettiğim bir değişiklik olacaktı ve ben de bundan memnun kalacaktım gibi hissetmiştim. Hissetmiştim ancak öyle olmamıştı. Onun yerinde dev felaketler silsilesi gerçekleşmişti ve ben… Mahvolmuştum. Talep ettiğim gibi çantamdan kartviziti verdiklerinde o gün bu kartı yine de cüzdanıma soktuğum için şükrettim. Nedense içimden bir ses bunu yapmamı söylemişti. Her ne kadar bu adama karşı zayıf düşmek istemesem de tam da şu anda ona deli gibi ihtiyacım vardı. Tanıdığım tek avukat oydu… Numarasını tuşlayıp alt dudağımı dişleyerek açmasını beklediğimde içim içimi yiyordu. Çağrı devam ettikçe kalp atışlarım daha da hızlandı ve sertleşti, iyice canımı yakmaya başladı. Açmamıştı. İşte o an, tam da arama sonlandığında kalbime sanki zehirli bir ok saplanmıştı ve ben neye uğradığımı şaşırmıştım. Vazgeçmedim ve bir daha aradım. HÂKİM BAKIŞ AÇISI Arslan geniş evindeki çalışma odasında yeni dava dosyaları üzerinde çalışıyorken oldukça yorulmuştu. Kenarları mavi olan şeffaf dosyayı açarak içinde yazılanlara göz gezdirmeye başladığında kaşları çatıldı. Müvekkili fena halde işleri batırmıştı. Bu da davayı kaybetme riskini arttırıyordu. Ağır bir küfür savurarak dosyayı masanın üzerine vurduğunda çok sinilendi. Timur Arslan kaybetmeyi hiç ama hiç sevmezdi. Hele ki o adama kaybetmekten nefret ederdi. Soluklarını ağır ağır almaya devam ederek kafasını yavaşça koltuğunda geri yasladığında sakinleşmeye çalışıyordu. Eğer bu müvekkilinin paçasını kurtarırsa yeni bir ev parası alacaktı. Sağlam kapı bulmuştu ve Timur Arslan da hep daha fazlasını isterdi. Bu yüzden ne yapıp edecek, o davayı kazanarak istediği parayı alacaktı. Onun için müvekkilinin suçlu ya da suçsuz olmasının bir önemi yoktu. Yalnızca kazanmayı umursuyordu. Masada duran telefonu çalınca sessizde olduğu için şans eseri görmüştü. Bakışları önü açık kalan ekrana kaydı. İş arkadaşı Sedat arıyordu. Genzinde biriken soluğu bırakarak telefonu alıp açtığında arkadaşı ona geçen günkü davayla alakalı bir şeyler anlatmaya, aynı zamanda da danışmaya başlamıştı. Sedat Timur’un hem askerlik arkadaşı hem de bürodan ortağıydı. Beraber açtıkları avukatlık büroda güzel işler yapıyor, birlikte ilerleme kat ediyorlardı. “Sağ ol be Timur. Yine yetiştin imdadıma iyi mi?” Her zamanki gibi Timur dan istediği verimi almıştı. Duydukları karşısında keyifle sırıtarak çenesini sıvazladığında Sedat devam etti. “Şimdi de sana iki tane tek taş atıyorum. Onlara iyi bak ve birini seç.” Timur’un gözleri irileşti. Duyduklarına inanamamıştı. “Ne tek taşı lan? Yoksa Yeliz’e evlilik mi teklif edeceksin?” Ahizenin ardından arkadaşının coşku dolu kahkahasını işitti. Yeliz’le iki yıldır sevgili olduklarını biliyordu ancak evlilik teklifi edeceğini hiç tahmin etmemişti. “Evet. Onu çok seviyorum ve duygularımdan tamamen emin oldum. Önümüzdeki ay yıldönümümüzde evlilik teklif edeceğim. Neyse boş ver şimdi bunu, konuşuruz gene yüzüklere bak çabuk.” “Tamam, bakıyorum şimdi.” İki arkadaş vedalaşarak aramayı sonlandırdıktan sonra Sedat söylediği gibi görselleri atmıştı. Timur ikinci attığını seçerek arkadaşına gönderdikten sonra telefonunu masanın üzerine geri bıraktığında odasının kapısı aralandı. Sırtını yasladığı tekerlekli koltuğunda iyice geriye gittiğinde aralık duran kapıdan ucu sivri bir topuklu ayakkabı giyen bacak çıktığında anında keyfi yerine gelmişti. Suratının yarısı dalgalandı. Sırıtarak kollarını kaldırıp ellerini kafasının arkasında birleştirdiğinde kız sıkıca bağladığı siyah sabahlığıyla beraber kıvrak hareketler ederek odaya girmişti. Arslan gördüklerinden son derece hoşnut siyah saçlı cazibeli kadını izlemeye devam ettiğinde kız sanki bir melodi eşliğinde yürüyormuş gibi hareketlenerek adamın üzerine gelip kucağına oturduğunda Arslan hızla ellerini bedeninde gezdirmeye başlamıştı. “Tam vaktinde geldin.” “Hım… Beni bu kadar mı özledin?” Diyerek elini adamın kirli sakallı çehresine attığında Timur belini sertçe kavrayıp kızı iyice kendine yasladı. “Evet, bugün sinirlerim iyice bozuldu. Hadi beni rahatlat.” Elini kafasına atıp saçlarını okşadığında kız keyifle gülümseyerek çenesini yukarı doğru kaldırdı. “Öfkeni benden çıkartabilirsin…” Arslan ağzının kenarıyla gülümsedi ve onu kaldırarak masaya oturttu. “Bizimki sana evlenme teklif edecekmiş.” Yeliz’in gözleri anında irileşmişti. “Ne!” Ardından kendine engel olamadı ve coşkulu bir kahkaha patlattı. “Saçmalıyorsun?” Timur dişleri gözükecek şekilde sırıttı ve ardından omuz silkerek Yeliz’e odaklandı. “Yüzüğünü de ben seçtim.” Yeliz alt dudağını dişleyerek ona tokat attı. “Sen bir pisliksin.” Bu durum her ne kadar ahlaksız olsa da onlar hallerinden memnunlardı. Arslan, yana doğru dönen suratını yavaşça tekrardan kıza kaldırdı ve boğazını tutarak onu kendine çekti. “Zaten böyle olduğum için beni istemiyor musun?” Yeliz keyifle kollarını boynuna doladığında o andan itibaren birbirlerinden başka kimsenin önemi kalmamıştı. Masanın üzerinde duran telefon iste sessizde olduğu için Işık aramaya devam ettiğinde, Timur’un onu görecek ne vakti ne de gözü vardı. IŞIK’IN AĞZINDAN Çağrım tekrardan yanıtsız kaldığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Ağlamaklı bir ifadeyle bakışlarım boşluğa daldığında memur diretti. “Sorguya gidiyorsun, hemen.” Dudakları titreyerek kapandığında kendimi zor tutuyordum. Neredeyse kafayı yemek üzereydim. Beni bu kabustan uyandıracak, kurtaracak biri yok muydu? “Ben cevapsız kalma hakkımı kullanmak istiyorum. Avukatım gelene kadar kesinlikle konuşmayacağım.” Memur ters bir ifadeyle bakınca korkarak bekledim. Sonuçta böyle bir hakkım vardı değil mi? Ardından aklımı kullanarak ekledim. “Bana avukat tayin etmenizi talep ediyorum. Avukatım gelmeden konuşmayacağım. Cevap vermeme hakkımı kullanacağım.” Kesinlikle onu uğraştırdığım için benden nefret etmişti ancak yapacak bir şey yoktu. Sırf işlerine gelsin, uğraşmasınlar diye işlemediğim bir suçu üzerime alamazdım. Memur beni tekrardan yalnız bıraktığında hüzünlü ifademle beraber soktuğu kodese geri girmiştim. Sert oturağa oturarak parmaklıklar ardından ilerisine, özgürce yürüyen insanları izlediğimde çok değil yalnızca birkaç saat öncesinde başına buyruk yürümenin bile ne kadar önemli olduğunu bilmeden yaşadığımı fark ettim. Çok değil, yalnızca bir süredir buradaydım ve daha şimdiden bile psikolojime olumsuz anlamda etki etmeye başlamıştı. Benim için oldukça acı verici ve zor anlardı. Özellikle takıntılı gibi en son başıma gelenlerin korkunçluğunu düşünüyor, o anlara tekrar ve tekrardan giderek acı çekiyordum. Çaresiz ve yaralı hissediyordum. Karakterim gereği ışık saçan bir kızken ben… Şimdi oldukça güçsüz hissediyordum. Uzunca bir sürenin ardından orada oturmaktan kalçam, kafam bükülü durmaktan boynum tutulmuş, yaşadıklarımı düşünmekten zihnim durmuştu. İşte tam da o esnada bir ses duymaya başladım. Klasik bir erkek ayakkabısından çıkan tok sesler. Tok sesler yaklaşıyor ve yaklaştıkça da yükseliyordu. Oldukça güçlü çıkan o ses… Devam etti ve görüş açıma siyah takım elbiseli bir adam girdi. Bakışlarımı kırpıştırarak tekrardan araladığımda tavanda asılı kalan ışık gözümü aldı ve parmakların hemen ardında kalan adamın suratına odaklanamadım. Ardından gözlerimi kıstım, kafamı hafifçe yana yatırdım ve… Keskin çehreli suratına baktım. Dudaklarım kendiliğinden aralık kaldığında gördüğüm ifade karşısında kucağımdaki ellerim kendiliğinden yanlara doğru düşmüştü. Parmaklıkların hemen ardında duran uzun boylu ve aşırı yapılı olmayan adamın duruşu bile güven veriyordu. Asil gözüküyordu. Burnumun direğini sızlatan kaliteli kokusu gözlerimi doldurduğunda adeta nutkum tutulmuştu. Adam çenesini yavaşça yukarı kaldırdığında… Kararlı, bu mesafeden bile sıklığı belli olan kirpikleri kalktı ve o sıcak kahve… O anda birden içimi ısıtan gözlerini gözlerime dikti. Kalbime tekrardan bir darbe indiğinde… Kesinlikle delirmiş olmalıydım. Başıma gelen onca şeyden sonra bu durumdayken, yıllarca süre gelen yalnızlığın ardından bir erkekten bile doğru düzgün etkilenmemişken tam da şimdi… Hayatım kaymak üzereyken tam olarak o anda bana… Ne olduğunu bilmiyordum ancak… Bildiğim tek bir şey vardı ki o da… İlk defa gördüğüme emin olduğumu bu adamı tanıyordum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE