Pelin vücudunu esneterek zorla gözlerini açtığında bedenindeki ağrı dayanılmaz derecedeydi. Saat sabahın yedisini gösterirken olduğu yerde doğruldu ardından karşısında yatan adama baktı hâlâ sedyenin üzerinde yatıyordu ve sedye ona oldukça küçük geliyordu. Yapacak pek bir şey yoktu ve burası beş yüz yataklı bir hastane değildi.
-Su... diyerek inleyen adamın sesini işittiğimde hızla yerinden kalkıp odasına geçti ardından dolabından su ve bardak alıp geri döndü, suyu bardağa boşalttığında hâlâ inliyordu. Sol elini başına destek verip hafifçe başını kaldırdıktan sonra yavaşça suyu içirdi ardından başını özenle geri bıraktı.
Ela hemşire geldiğinde ona durumu anlatıp dinlenmek için eve geçerken hastaları olursa öğleden sonra gelmelerini söylemesini isteyip oradan ayrıldı.
***
Dinlenmenin verdiği rahatlıkla bedeni kendiliğinden uyanmak isterken Pelin'in aklında yalnızca açlığı vardı, gözlerini bir müddet tavana dikip kalktıktan sonra güzel bir kahvaltı hazırlayıp küçük bir ziyafet çekti ardından duş alıp tekrar sağlık ocağına döndü.
Saat bir buçuk olduğunda tek tük gelen hastalarıyla ilgilenen Pelin Ela hemşireden gece gelen adam hakkında bilgi almayı ihmal etmedi. Gelen hasta kalmayınca yeni başlayacağı "Mafyanın Tutsağı" adlı kitabı alarak adamın kaldığı odaya geçti. Hemşireler dinlenirken orada beklemesi iyi olacaktı, kitap okumaksa boş beklemekten daha iyiydi.
Sedyeye baktı genç kadın ilk önce ardından manzara gülmesine sebep oldu. Çalışanlarda kendi gibi adamın sedyeye küçük geldiğini düşünmüş olacaklardı ki iki sedyeyi birleştirerek adamın yatmasını sağlamışlardı. Yüzündeki gülümsemeyle rahatsız sandalyeye oturup eline kitabı aldı, kapağı bile içinin güzel olduğunu gösteriyor gibiydi. Orta seste okumaya başladığında hastanın duyup uyanması açısından iyi geleceğini düşündü ve giriş bölümünün akışına bıraktı kendini.
"Hava kara bulutlu, fırtına patlamak için haber veriyor gibiydi, tekne şiddetli rüzgarların arasından geçiyor, kamara camları ve güverte yağmurla bir bir tokatlanıyor bazen rüzgarın camları titrettiği de oluyordu. Sonra rüzgar sertliğini bir tarafa atıyor ve ay parlıyor bu parıltı derin bir nefes almasına sebep oluyordu insanın. Ardından büyük dalgaların içine dalıyor tekne ve hırçın dalgalar güverteyi yalıyordu, ve simsiyah bir gecenin kollarının arasına girerek ilerliyor tekne bir acının habercisi gibi.
Tekne Karadeniz'den Türkiye sınırlarına girdiğinde kara parçası olarak duruyordu taşı toprağı altın olan Türkiye.
Beyaz bir karartı geçti, o güzel kara parçasının üzerinden ve ardından gök gürüldedi, rüzgarla dans eden yapraklar bile titredi.
Yaklaşık bir saat sonra boğazdan içeri girdiğinde tekne, yağmur dinmiş ve tan ağarmak üzereydi. İstanbul sınırlarına girildiğini anlamak genç kızın yüzünü aydınlattı ve tüm dünya ayaklarının altına seriliyor gibi hissetti, her şeyin başlangıç noktası sanki biraz sonra yapacağı şeyde gizliydi, kararlılığı cesaretini güçlendirirken rahat olabilmesi için üzerindeki kot pantolonu çıkarttı ve sadece ince beyaz, hafif uzun basenlerini kapatan kısa kollu gömleğiyle kaldı ardından yağmur sonrası toprak kokusunu hissetmeye çalıştı fakat beklediği gibi olmadı ve ciğerleri hayalini kurduğu temiz hava ile dolmadı.
Sessizce güverteye çıkıp etrafına bakındı, görünürlerde kimse yoktu yaklaşık bir deniz mili arası olan kara parçasından belli belirsiz ışıklar geliyordu, oldum olası severdi İstanbul'u çünkü kendisi de İstanbul gibiydi; bir parça yalnız, arka sokakları gibi ıssız, gece hayatı gibi korkusuz ve eğlenceli, en az ışıkları kadar parlak ve muhteşem görüntüsü gibi sınır tanımaz...
Görünen yer Rumeli feneri yakınlarıydı, neredeyse tamamı İstanbul'un orman bölgesiydi, sadece bazı zenginlerin koylarda evleri vardı.
Genç kız acil bölmesinden usulca bir can yeleği aldı ve aynı sessizlikte giydi, biraz daha içeri ilerlemesini bekledi teknenin ardından tüm cesaretini toplayıp derin bir nefes aldı ve güverteden aşağıya bıraktı kendini.
Su yüzüne çıktığında kendisinden uzaklaşan tekneye baktı, teknenin rotası ne tarafa doğru yüzmesi gerektiğini hatırlatacaktı çünkü ona.
Teknenin uzaklaşmasıyla etrafta ay ışığından başka denizi aydınlatan bir ışık kalmadı, neredeyse elli bin dolar olan saatine baktı karanlıkta göründüğü için şanslıydı, çok yakın dostu tarafından hediye edilen pahalı ve kaliteli bir saatti.
Saati, yavaş yavaş havanın aydınlanacağı haberini zihnine ulaştırdığında karaya doğru derin bir nefes alıp yüzmeye başladı, güneş sol tarafından doğmaya başladığında doğru tarafa yüzdüğünü anladı ve güneşi solunda tutmaya çalışarak yüzmeye devam etti.
Ciğerleri nefes alıp vermekten bitap düştüğünde yaklaşan kara parçası içinde bir umut oldu ve küçük kumsal tarafına kulaç atmaya başladı, biraz yavaşlayıp nefes alıp dinlendikten sonra tekrar yüzmeye devam etti.
Ayakları kuma basacak kadar kumsala yaklaştığında ayağa kalktı ve nefes nefese yürüyüp karaya çıktı, can havliyle üzerinden can yeleğini çıkarttı ardından yeni yeni ısınmaya başlayan kumlara çuval gibi bıraktı bedenini.
Üç katlı villayı görüyordu ama gidecek gücü kendinde bulamıyordu, gözlerini kapatıp uykunun kollarına kendini bıraktığında bu yüzüşün onu vurduğu sahilde başına geleceklerden haberi yoktu."
(Eylül'de raflarda olacak kitabımdan ufak bir kesit...)
Kitabı yanındaki masaya bıraktığında sedyede yatan adamın yüzünü buruşturduğunu fark ederek kalktı ve yanına gitti ardından yumuşacık ses tonuyla:
-İyimisiniz? diye sordu, genç adam gözlerini açmadan zor bela:
-Evet! diyebildi.
-Kalkabilecek misiniz?
-Uyumak istiyorum diyerek başını iki yana salladı ve hâlâ gözleri kapalıydı.
Pelin bunun üzerine odadan çıkarak kendi odasına geçti aklında "Nasılsa bir kaç saate kadar uyanır!" düşüncesi vardı. Bunun rahatlığıyla bilgisayarını açarak haberleri okumaya başladı. Bir kaç sayfa ileri gittiğinde gördüğü resim dikkatini bir saniyede etkisi altına aldı ve hemen haberin ayrıntısına tıklayıp okumaya başladı.
"Yapar holdingin CEO'su Hakan Yapardan bir gündür haber alamayan ailesi başına bir şey geldiği konusunda oldukça endişeli. Babası Adnan Yapar; son girdiği ihale yüzünden tehditler aldığını belirtirken, malikanede sessiz çığlar büyüyordu. Bu kasvet kameralarımıza yansırken genç CEO'nun bir an önce bulunmasını diliyoruz."
Okuduklarıyla yerinde doğrulan Pelin hızlıca ek sayfa açarak şirketin resmî sayfasına ulaştı ardından iletişim kısmına girerek bulduğu numarayı aradı ve hattın düşmesini beklemeye başladı. Dört çalmanın sonunda karşı taraftan telefon açıldı.
-Yapar holding ben Aslı nasıl yardımcı olabilirim? diye kırılacak gibi konuşan kızı burun kıvırarak dinledikten sonra derin bir nefes alıp:
-Merhaba ben doktor Pelin Aslan, internette gördüğüm haber için rahatsız ediyorum.
-Konu nedir efendim? Bir çok haber var basında.
-Adnan Yaparla görüşebilir miyim? Konu Hakan bey hakkında.
-Hakan bey mi? Bir saniye hemen bağlıyorum! diyerek hiç bir yorum yapmayan kızın sesindeki endişe bariz bir şekilde hissediliyordu.
Mozart'ın senfonisi eşliğinde kısa bir süre bekledikten sonra karşıdan gelen telaşlı ses Pelin'in içinde buruk bir acı oluşmasına sebep oldu.
-Efendim, Oğlum için aramışsınız!
-Merhaba Adnan bey Afyon da bir sağlık ocağında doktorum, geçen gece bir kaza oldu köyden bir kaç kişi oğlunuzu araçtan çıkartıp merkezimize getirdiler. Endişeleneceğinizi gerektiren bir durum yok o iyi ve bilinci açık henüz tam manasıyla uyanamadı.
-Ben hemen geliyorum, numaranızı bırakabilir misiniz? diyen telaşlı adama numarasını verip kapattıktan sonra bir insanı ailesine kavuşturduğu için mutluluk duyuyordu.
Yapar holdingde hareketlilik baş verirken Adnan Yapar şirketin terasından kalkacak olan helikoptere doğru ilerliyordu. İçindeki sıkıntının sebebi belli olduktan sonra oğlunun yaşıyor olduğunu bilmek içini birazda olsa rahatlatıyordu.
***
Kahve bardağını hiç tahmin etmediği bir şekilde elinden düşüren Pelin bardağın kırılışını hayal kırıklığıyla izledi ve içine giren sıkıntının sebebini anlayamayarak mutfaktan çıktı. Görevli kadın hızlıca yerdeki cam parçalarını toplarken Pelin'de odasına geçerek masaya oturdu. Elini alnına dayayıp dirseğini de masaya koyup derin nefesler alırken içindeki sıkıntıyı dağıtmaya çalışıyordu ama nafile hiç bir hafifleme olmuyordu içinde. Çalan melodi ile telefonunun ekranına baktığında sıkıntısının sebebi çözülmüş oldu. Arayan annesiydi.
Tereddüt ederek ısrarla çalan telefonu açtı ve "Alo" demeden karşı taraftan ses gelmesini bekledi.
-Alo! Kızım! diyen ses ağlamaklı ve endişe doluydu.
-Efendim!
-Baban kalp krizi geçirdi! diyerek ağlayan kadına diyecek hiç bir şey bulamıyordu.
-İyi mi? diyebildi zoraki bir ses tonuyla.
-Birazdan ameliyata girecek! Gel lütfen bilinci kapanmadan önce tek söylediği şey senin adındı! demesiyle sadece derin bir nefes almakla yetinip sessiz kaldı.
-Kızım! Oradamısın?
-Buradayım!
-Gelecek misin! diyerek çaresizce soran kadına biraz ferahlatmak adına:
-Tamam geliyorum! dedi ve telefonu kapattı.
Telefonu kapatır kapatmaz Kütahya havaalanından İstanbul uçuşu araştırarak bir buçuk saat sonrasına bilet alarak evine geçti. Hemşirelere de odasında beklemelerini telefon geleceğini söyleyip Hızlıca hazırlandıktan sonra yönetime bilgi vererek Afyon'a elli dokuz kilo metre uzaklıktaki hava alanına giderek uçuşunu beklemeye başladı.
Uçağın kapıları açıldığında otobüslerle uçağa transfer başladı. Otobüste kendine ayakta yer bulmuşken dışarıyı hüzünlü gözlerle izliyordu. Uçağa binerken ayakları geri geri gitse de mecbur biniyor ve kaderin onu allak bullak ettiği şehre dönüyordu.
***
Yaparların helikopteri Afyon'da boş bir araziye iniş yaparken, Pelin'in uçağı ise İstanbul'a doğru yol alıyordu.