Afran Kandemiroğlu
Sahra olayı beni işin içinden çıkamayacağım duygulara sürüklemişti. O kızı kıskanmıştı. Bana karşı hiçbir şey hissetmese neden kıskansın ki?
Bu kadar kısa zamanda nasıl oldu da ben Mavi’den bu kadar etkilendim? Hoşlanma değildi bu. Daha derin, daha farklı… Hep yanımda, yamacımda olsun istiyordum. Toplasan üç beş kere uğradığım okula artık her gün gider olmuştum. Anneme söyleyecek bahanem kalmamıştı bile.
Annemle konuşabilirdim belki, ama henüz erkendi. Sevgili bile değilken gaza gelip “Sevgilim” demiştim. Tepkisinden korkmuştum ama dualarım kabul olmuştu.
Sevgili değildik, çünkü Mavi kestirip atmıştı. İş başa düşmüştü. Ben de kalbimin kapılarını ona layık bir şekilde sonuna kadar açacaktım.
Dünkü olaylardan sonra kendimi zor zar eve atmıştım. Arya’nın morali hiç iyi değildi. Sosyal medyada yazdıklarına bakılırsa durumu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Hayatında biri olabilir mi? Bunu öğrenmek bana düşmezdi, öğrenmesem onun için daha sağlıklı olurdu.
Bugünse iş yoğunluğumdan dolayı Mavi’yi göremeyecektim. Akşam ev kalabalık olacağı için yanına gidemeyecek, belki konuşamayacaktık bile. İçimdeki bu buruklukla telefonumun mesaj bölümünü açtım.
Afran: Bu gün kötü bir gün olacak.
Mavi: Daha gün yeni başladı. Nereden anladın kötü olacağını?
Afran: Bugün çok yoğunum. Seni göremeyeceğim bir gün nasıl güzel olabilir?
…Mavi yazıyor…
…Mavi çevrimiçi…
…Mavi yazıyor…
Mavi: Vicdansız…
Afran: Anlamadım?
Mavi: Diyorum ki;
Mavi: Sen böyle şeyler yazınca sapıtıyorum, yapma.
Mavi: Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Afran: Bir şey söylemeni beklemiyorum güzelim. Beni anlıyorsan sorun yok. (08:30)
(Görüldü)
Mavi: O zaman günün güzelleşsin ❤️ (08:35)
Mavi: Neyse, daha sonra konuşuruz. Tekrar işe dönmem lazım. Kendine dikkat et, kolay gelsin ❤️
Afran: Görüşürüz güzelim.
Telefonu sessize alıp toplantı odasına güle oynaya ilerledim. Bu kız aklımı başımdan alıyordu.
Uzun ve yorucu toplantıyı bitirip hızla ofisime döndüm. İçeriye girer girmez derin bir nefes bırakıp sandalyeme oturdum. O sırada kapı açıldı.
“Hoş geldin Sahra,” dedim, bıkkınlıkla.
“Hiç hoş gelmedim, haberin olsun,” dedi. Kahverengi gözleri ofisin içinde huzursuzca dolanıyordu.
Kaşlarımı çatarak doğruldum. “Ne oldu yine?”
“Senin şu sevgilin dediğin kız benim yengemmiş.”
Ela gözlerine kilitledim bakışlarımı.
“Anlamadım?”
“Şöyle anlatayım,” dedi Sahra, dudaklarında sinsice bir gülümseme. “Dün Meryem aradı beni. Ağabeyim, senin sevgilinin elinden tutup herkesin içinde ‘Bu benim sevgilim’ demiş.”
Bir süre gözlerimi kapalı tuttum, dediklerini sindirmeye çalıştım.
Civan… Mavi’nin elini tutup… Herkesin içinde… Sevgilim demiş!
Kulaklarımda tiz bir ses çınlamaya başladı. Boğazımda öfke düğümlenirken zorla, “Tamam, gidebilirsin,” diyebildim. Sahra’nın gülüşleri kulağıma çiviler gibi saplandı. Ardından topuk sesleri, kapının açılıp kapanışı… ve ben yerimden fırlamış, çoktan okul yolunu tutmuştum.
Mavi’nin hem benimle görüşüp hem de başkasıyla böyle şeylere kalkışacağına ihtimal vermiyordum. İnsanların huyunu, gözünden, nefesinden okurum. O, öyle biri değildi. Ama bu, Civan’ın ağzını burnunu dağıtmayacağım anlamına gelmiyordu.
Genç bir kızı elinden tutup “Sevgilim” ne demek lan! Hele o kız benim sevdiğimse!
Biz Kandemiroğlu’yuz. Böyle şeyler yalnızca okulda kalmaz, tüm Mardin’e yayılır. İnsanların diline düşmek, en çok da Mavi’nin adının lekelenmesi… içimdeki öfkeyi kat be kat artırıyordu.
Arabayı okulun önüne sertçe park ettim. Kapıdan içeri girerken kulaklarımda aynı tiz çınlama yankılandı. Sebebi gözümün önünde duruyordu: Bahçenin ortasında, yan yana, gülüşerek konuşan Mavi ve Civan!
Öfke bedenimi esir aldı. Boynumu kütletip koşar adım üzerlerine yürüdüm. Yumruğum Civan’ın sol gözüne indiğinde etraftan çığlıklar yükseldi. Yere düşen herifin yakasına yapışıp kafamı yüzüne indirmek üzereydim ki koluma girip bağıran Mavi bütün anı bozdu.
Araya insanlar girdi, eller beni geri çekti. Arya bir yandan, Mavi diğer yandan kollarıma asılıyordu. Dişlerimi o kadar sıkmıştım ki parçalanacak gibiydi çenemin içi. Kulaklarımda hâlâ o tiz ses uğulduyordu.
Mavi’nin beni sarsmasıyla kendime zor zar geldim.
“KAFAYI MI YEDİN?!” diye bağırdı, gözyaşları yanaklarından süzülürken.
“YEDİM!” diye haykırdım, sonra hızla elini yakaladım. Çaresizce beni durdurmaya çalışıyordu ama umurumda değildi. Onu çekiştirerek arabaya bindirdim.
“Bırak lütfen!” diye yalvarıyordu, ama dinlemedim.
Motoru çalıştırıp gazı kökledim. Direksiyonun başında tek düşündüğüm şey: O bana bir açıklama yapacaktı. Ve ben o açıklamayı almadan bırakmayacaktım.
Yol boyu tek kelime etmedim. Yan koltukta Mavi dizlerini kendine çekmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onun ağlayışları sinirimi biraz olsun törpüledi. Ama içimdeki ses susmuyordu:
Afran, ne yaptın sen oğlum?
Diye sordum kendime. Ne yaptım ulan ben? Sorgusuz sualsiz adama bodoslama girdim. Arabayı bir kenara park edip elimi ona uzatmamla,
“Dokunma!” diye bağırıp hızla arabadan inmesiyle ben de arkasından indim.
Kaldırımda koşar adım ilerlerken kolundan yakalayıp kendime çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında kendimden utandım.
Kesik kesik nefesler alırken, hıçkırık sesleri ağzından zorla çıkıyordu ki,
“Lütfen,” dedi kısık sesiyle. O kelime yüreğimi delip geçti.
Bu hali normal değildi ve benim yaptıklarımla ilgisi yoktu. Şok etkisiyle ne dediğini bile bilmiyordu muhtemelen. Korkudan titreyen bedenine sarılmaya çalışırken narin elleriyle göğsüme vurmaya başladı.
“Bırak beni, lütfen!” diye yalvarması beni perişan etmişti.
“Mavi, ben özür dilerim. Bir an kendimi kaybettim,” derken sesim titriyordu ki kapalı gözlerini açıp yüzüme çevirdi.
“Afran?!” dedikten sonra uzun uzun yüzüme bakıp sıkıca boynuma sarılmasıyla dumura uğramıştım resmen.
Beni kim sanmıştı? Bu kız bu hale gelebilecek kadar ne yaşamıştı?
“Benim güzelim, ben bir şeyler duyunca özür dilerim,” dememle benden ayrılıp buğulu bakışlarını dikti gözlerime.
“Ne duyduğunu biliyorum. Sana anlatmadım çünkü buna gerek duymadım. Bana sorman gerekirdi Afran!”
“Sizi bahçede görünce…” dememle sözümü kesip,
“Ne sandın? Hem seninle görüşüp hem de onunla görüştüğümü mü sandın?! Böyle biri olduğumu düşünüyorsan bir daha görüşmeyiz, olur biter!” diyerek arkasını dönmüştü ki tekrar kendime çevirdim.
“Seni bulmuşken bırakmam. Senin öyle biri olmadığını biliyorum Mavi, ama sen de şunu anla: ben seni seviyorum ve başka bir erkekle adının anılması beni delirtti. Senin adın sadece benim adımın yanında yakışır,” dememle gözlerime uzun uzun baktı.
Gözlerinden yaşlar süzülürken derin bir nefes aldıktan sonra boynuma sarılıp,
“Lütfen bir daha böyle bir şey yapma. Gözümde ve gönlümde çok güzel bir yerdesin, lütfen bunu bozma,” demesiyle ellerimi beline yerleştirip sıkıca ona sarıldım.
“Seni üzmek hayatımda en son istediğim şey. Özür dilerim,” dedikten sonra benden ayrılmasıyla ellerimi yanaklarına yerleştirip akan yaşlarını sildim.
“Civan’dan özür dilemelisin,” demesiyle tekrar sinir bedenimi sarmıştı ki derin bir nefes alıp,
“Sevdiğim kadının elini tutup herkesin içinde ‘bu benim sevgilim’ diyen adamdan mı özür dileyeceğim?” dedim sinirle.
“Meryem yüzünden bir anlık gelişti.”
“Öyle veya böyle yaptığını değiştirmez,” dememle derin bir nefes aldı.
“Peki,” demesiyle tekrar bedenini kendime çekip sıkıca sarılmamla bana karşılık vermişti.
Civan koçum, bu iş burada bitmedi.
“Eve bırakayım seni,” diyerek ondan ayrıldığımda,
“İşe dönmem lazım, okula götür,” dedi eliyle yaşlarını silmeye çalışırken.
“Bu halde mi?”
“Sorun yok, sen beni okula götür,” demesiyle isteksizce onu onayladım.
Arabaya bindiğimizde istemesem de kıskançlık hormonlarım çoktan bünyemi ele geçirmişti ve o malum konuşmayı yapmıştım. “Mavi, senin hayatına karışmaya hakkım yok ama senin hayatında var olmak istiyorum,” derken cümleleri zar zor bir araya getiriyordum. Belki de saçmalıyordum.
“Zaten hayatımda güzel bir yerdesin,” demesiyle derin bir nefes aldım.
“Bunu duyduğuma sevindim. Senden rica ediyorum: Civan ile muhatap olma,” derken bunu reddetmesinden oldukça korkuyordum. Ona karışmaya hakkım yoktu; fakat karışmak istiyordum.
“Sandığın gibi değil,” derken vites topundaki elime sarılmasıyla aklım başımdan uçup gitti.
Derin bir yutkunduktan sonra, “Rica ediyorum,” diyerek bakışlarımı ona çevirdiğimde, isteksiz de olsa başıyla onayladı.
Arabayı park yerine çekmemle okulun kapısında mavi bakışlar bizi buldu. Mavi ellerini yüzüne kapatmıştı. “Hadi bakalım,” diyerek arabadan indim; o da yavaşça indi.
Annem kızgın bakışlarla bize doğru hızla ilerliyordu. “Ne yapıyoruz?” dedi Mavi, korku dolu bir sesle.
Elini sımsıkı tutup, “Sorun yok,” diye gülümseyince annem yanımıza gelip bizi manidar bakışlarla süzdü.
“Afran?” dedi imalı bir ses tonuyla.
“Buyur sultanım?” diye karşılık verdim.
“Oğlum, siz beni delirtecek misiniz? Niye atlıyorsun Civan’ın üzerine!” diyerek Mavi’yi süzdü.
“Aramızda, anne, boş ver sen,” dedim; derin bir nefes aldım
“Tanıştırmayacak mısın bizi?” dedi. Gözleri Mavi’nin üzerindeydi. Mavi utançtan kafasını kaldıramıyordu. Benim elim hâlâ onun elindeydi.
“ Mavi, anne, arkadaşım,” dedim. Annemin yüzü gülmeye başladı.
“Anladım şimdi neden okula gelip durduğunu,” diyerek elini Mavi’nin omzuna koydu. “Böyle tanışma olmaz; akşam sizi yemeğe bekliyorum.”
Mavi afallayarak bir anneme, bir bana baktı: “Çok teşekkür ederim ama Kumru’yu yalnız bırakamam,” dedi, gözleriyle yalvarır gibi bana baktı.
“Kumru da gelsin kızım, akşam bekliyorum sizi,” dedi annem. Ardından bakışları bana döndü: “O meseleyi de seninle daha sonra konuşacağız,” diyerek yanımızdan ayrıldı.
“Utanma,” diyerek saçlarının arasına küçük bir buse kondurdum. Gelinimi herkese tanıtacak olmanın heyecanı tüm benliğimi kaplamıştı. Bu kızla evlenecektim; ötesi yoktu. Ne yaşadığı umurumda bile değildi; yaralarını saracaktım.
O benim gelinim olacaktı.