Mavi Yılmaz
Hayat bana hep çok acımasız davrandı. Baştan ofsayt başlamışım zaten hayata annesiz, babasız ve kimsesiz.
Yetimhane zamanlarımız da hiç iyi geçtiğini söyleyemem. Eğer bu hayata kimseniz yoksa hep ezilen taraf olursunuz. Sayılmazsın, sevilmezsin. İnsanlar tarafından hor görülüp dışlanırsın. Kaçıp sığınacak hiç bir limanın olmaz. Bir liman ararsın kendine bulduğun ilk limana tekneyi yanaştırırsan benim gibi bom bok bir hayatın olur.
Aslında en önemlisi savaşmak. Ne olursa olsun dik duruşundan bir adım geri gitmemek. En önemlisi bu aslında kimseye eğilip bükülmemek. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yok çünkü.
Bende onu yaptım savaştım kimsesizliğimi kimsesiz biriyle paylaştım. Kumru'm can yoldaşım oldu her zaman. Birbirimizi düştüğümüz yerden kaldırmak için canımız pahasına bu rezil dünyada savaştık.
Hala daha savaşıyoruz. Son nefesimize kadar da savaşmaya devam edeceğiz. Hayat insana hayatta kalmayı bu şekilde öğretiyor. Kırmadan, dökmeden hayatını kazanamıyor kimi insanlar ve bende onlardan biriyim.
Hayatta çok yanlış yaptım. Yeri geldi hiç düşünmeden insanları kırıp incittim. Bunu yapmak zorundaydım. Dediğim gibi kimseniz yoksa üzerinize basıp geçmeye çalışan insansı varlıklar dolaşır etrafınızda. Bu sebeple gardımı kimseye karşı indirmedim.
Benim saf ve çıplak gören iki kişi oldu hayatımda. Çıplaklık tan kastım ruhani bir çıplaklık. Kumru ve ismini anmak bile istemediğim o canavar. Şimdi ise Afran'a karşı bu gardım düşmeye başlıyor ve ben bundan hiç memnun değilim.
Bugün bahçede olanları affedebilecek şeyler yaşamadığım halde onun bana bakışları yetmişti. Gerçi benim ondan sakladıklarım onun yaptığının yanında sinek vızıldısı sayılır. Bu doğru değildi ve ben bunun vicdan azabıyla yanıyordum.
Şimdi ise daha aramızda ki bu bağ netlik bile kazanmamışken ailesiyle tanışacaktım. Gerçi fikrimi soran olaydı net bile olsak bunu kabul etmezdim. Edemezdim.
Bir gün benim hayatımı öğrenir korkusuyla bu ilişkiye ne kadar devam edebilirdim? Veya onu ne kadar kandıra bilirdim?
Er yada geç buradan girmek zorunda kalacaktım yine ve yine. Başka şehirlerde yeni yaşamlar kuracaktım. Ona bağlanırsam ki en büyük korkum da bu. Nasıl gidecektim? Ve ya o şerefsiz buraya gelip beni bulursa ona ne diyecektim ?
Koca bir hayal kırıklığı. Koca bir yıkım. Başkası olsa belki umurumda bile olmazdı ama içimde ki bu hareketlilik farklıydı. Ona karşı farklı duygular besliyordum.
Kendimden utanıyordum ya! O kadar şeyden sonra nasıl birini sevebilirsin diyordum. O kadar şey yaşadın akıllanmadın mı? Salak mısın Zeynep kendine gel diyordu mantığım.
Ama kalbim anın tadını yaşa Zeynep geleceği düşünme, şimdiyi yaşa diyordu. Hangisini dinleyeceğim de muallakta kalsam da Kumru benim aksime, "Her şey bitti rahat ol," diyordu sanki Afran gibi neler yaşadığımı, hangi yollardan geçmek zorunda olduğumu ve nasıl bir durumun içinde olduğumu bilmiyormuş gibi.
Ben uyku nedir onu unuttum yıllar boyu, sırf rüya görmemek için günlerce uykusuz dolaştığımı bilirim. Ama o lanet kabuslar hiç bir zaman benim yakamı bırakmadı.
Her an o dağ evinde iki sene boyunca yaşadığım her anı, her şiddet hepsi an be an hafızamın bir köşesinde kendini gösteriyordu.
Ben su içtiği, nefes aldığı, konuştuğu, televizyon izlediği ve evde giyinik dolaştığım için defalarca şiddet gördüm. Kimseyle bir iletişimim olmadığı halde her gün gelen kıskançlık krizlerinden defalarca hastanelik oldum.
Ben Zeynep Mavi Yılmaz, hayatı elinden çalınan bir başka kadın, and içtim şerefim ve onurum üzerine o günden sonra hiç bir erkeğe ne boyun eyecektim ne de emiri altına girecektim. Savaşacaktım bu yaşıma kadar yaptığım en iyi şeyi yapıp savaşacaktım.
Kaçtım belki ondan, şunun sözünü vererek kaçtım 'Bir gün senin karşına tekrar çıkacağım ama bambaşka bir Zeynep olarak ! Sen beni nasıl ezdiysen Allah şahidim olsun bende seni bir böcek gibi ezeceğim!'
Her sabah bu kelimelerim ile güne başlarken başka birine nasıl umut verebilirdim? Hayatında devamlılığım olmayacakken nasıl!
Ondan uzaklaşmak zorundaydım ama bunu yapamıyordum işte. Mantığım ondan uzak durmamı söylese de kalbim onun yanında bambaşka atıyordu buna mani olamıyordum. Ondan uzak duramıyordum.
Her zaman ki gibi yine çıkmaz bir yola girmiştim ve benim yüzümden yine acı çeken insanlar olacaktı.
Kumru'nun sesiyle darmadağın olan ruhum ayaklandı. "Telefonun çalıyor saatlerdir!" diye yakınarak odaya girmişti ki üzerimi süzdükten sonra, "Neyin var ?" diye sordu.
"Ben gidemem Kumru," dememle hızla yanıma gelip sımsıkı sarıldı.
"Bana söz verdin Zeynep! Bundan sonra sende yaşayacaksın, bunu en çok sen hak ediyorsun."
Omuzlarından onu itekleyip, "Peki o bunları hak ediyor mu? Bir gün hayatından sebepsiz yere gideceğim bunu biliyorsun Kumru!"
"Belki de her şey düzelir, özgürlüğüne kavuşursun umutsuzluğa düşme," derken bile kendisinin gözlerinde zerre gram umut yoktu.
"Sanki bilmiyorsun," diyerek ona arkamı dönmüştüm ki hızla kolumdan tutup kendisine çevirdi. "Kes artık! Ne olduysa oldu! Her şey geçti bitti tamam mı? Artık bırak onu düşünmeyi, o seni bırakmış ama sen onu hala bırakmıyorsun. Biraz daha zaman geçsin özgür olacaksın güven bana."
Eğer şimdi şom ağzımı açıp 'Hayır Kumru benim ona verilmiş bir sözüm var onun hayatını sikmeden bana rahat yüzü yok! Öleceğimi dahi bilsem onun hayatını mahvedeceğim!' desem ondan önce Kumru beni öldürür herhalde.
Tekrar aynı şeyleri yaşamamdan benim kadar o da korkuyor ve karşıma tekrar çıkarsa benden önce kendini ortaya atacak bir arkadaş Kumru. O yüzden zaten bir gün gelecek hem onu hem de hayatıma giren Malkoçoğlu'nu terk edecektim.
Gerçekler buydu. Ben buydum.
"Tamam Kumru dediğin gibi olsun."
"Öyle olacak zaten hadi bir an önce hazırlan çıkıp gidelim," diyerek kapıya ilerlemişti ki durup arkasında kalan bana çevirdi kahvelerini. "Haa şu telefonuna da bak!"
Telefonu elime alıp kimin aradığına bakmamla tekrar çalmaya başlamıştı.
Afran arıyor...
Telefonu sessize alıp yatağımın üzerine fırlattıktan sonra banyoya ilerledim. Şuan onunla konuşacak durumda değildim. Ya da konuşacak yüzüm yoktu.
Hızla ılık bir duş aldıktan sonra tüm vücuduma gül kokulu nemlendiricimi sürüp odama geçtim. Üzerime dizlerimin altında siyah renginde, kalın askıları olan volanlı elbisemi çıkartıp yatağımın üzerine fırlattıktan sonra aynanın karşısına geçtim.
Kendinden dümdüz olan saçlarımı kuruladıktan sonra önüme düşen bir kaç tutam saçı tel tokayla arkamdan tutturup makyajıma başladım. Çok makyaj yapan bir insan değildim ama özel günlerde makyajına özenirdim. Ona da özenmek denirse.
Göz kapaklarıma uyguladığım, belli belirsiz farın üzerine incecik bir eyeliner çektikten sonra uzun kirpiklerimi kıvırıp rimel uygulamasına geçtim. Yüzüme fondöten sürmemiştim asla da sürmezdim. Dudaklarıma hafif renk vermesi için çilek renginde rujumu sürdükten sonra yatağın üzerine attığım elbisemi üzerime geçirdim. Ayaklarıma siyah renginde, kalın ve kısa topuklu ayakkabılarımı geçirip saçlarımı açık bıraktım. Parfümümü sıkınıp aynadan ayrılacağım sıra da tekrar telefonum çalmaya başladı.
Afran arıyor...
Derin bir nefes aldıktan sonra telefonu cevaplayıp kulağıma yerleştirdim.
"Efendim.."
"Güzelim, kapının önündeyim."
"Hiç gerek yoktu neden zahmet ettin, biz gelirdik," derken sesim zor çıkıyordu aslında, onunla konuşmak benim içimi acıtmaya başlamıştı.
"Seni biraz daha fazla görebilmek varken mi?" derken gülme sesi de ilişti kulaklarıma. Yapma işte bunu!
"Tamam, biz geliyoruz," dedikten sonra hızla telefonu kapatıp siyah çantama attım.
Kumru da üzerinde toprak rengi bir tulum ile beni salonda bekliyordu. "Gidiyoruz," dememle ayaklanıp hızla koluma girdi. "Her şey çok güzel olacak bana güven," dedi koca gülümsemesiyle.
Herşeyin daha kötü olacağını bile bile yine de ona güvenmeyi seçtim.
Arabaya bindiğimiz de kısa bir selamlaşlamadan sonra evlerine giden yolu tuttuk. Yol boyu tek bir kelime etmezken Afran ve Kumru sanki yıllardır arkadaşlarmış gibi koyu bir sohbete daldılar.
Sohbetten anladığım tek şey konağın kalabalık oluşuydu. Bu durum beni iyice gererken çoktan konağa varmıştık. Viteste ki elini elimin üzerine koyup "Sorun yok, herkesi çok seveceksin buna eminim," dedi içimi ısıtan gülümsemesiyle. Gülümsemesine zorda olsa karşılık verip arabadan indim.
Gösterişli işlemeleri olan bakır renginde ki konağın kapısında beklerken Afran'ın sıcak eli belimde ki yerini buldu. Kumru bana mutluluk ile gülümsüyor olsa da benim içimde ki kuşkular beni yiyip bitiriyordu.
Kapının kenarlarında duran siyah giyinimli iki adam gösterişli kapıyı ardına kadar açmalarıyla, avlu da oturan koca bir ordunun gözleri benim üzerimdeydi. Utancımdan yerin dibine girmek isterken Afran belimde olan eliyle beni ilerletmeye çalışsa da çakılmıştım olduğum yere.
"Sakin ol yemezler," dedi gülücüklerinin arasından. Bunun için daha çok erkendi!
Ne erkeni salak! Olmaması gereken bir şey bu!
Senin burada ne işin var Zeynep, senin adın bile sahteyken bu insanların karşısına nasıl çıkarsın!
Öğrenirlerse bir daha nasıl bakacaksın yüzlerine?
Kahretsin ne yapıyorum lan ben? Kafayı mı yedim? Korku dolu bakışlarım Afran'ın gülen yüzüyle temas edince içimde ki alevler daha da harlandı. Bana o kadar anlamlı bakıyordu ki kalbimin atışları marafona koşuyordu. Bana değer veriyordu ve bu benim içimi daha da yakıp kavuruyordu. Bu kadar kısa sürede nasıl böyle bir işin içine düştüm ben!
Gerçekleri sana nasıl anlatırım...
Tereddütlü de olsam artık buradan geri dönüş yoktu. Adımlarımı zar zor atarken ailesinin yanına yaklaştık. Tamı tamına on üç kişi bana kocaman gülümsemeyle bakıyordu.
Saçlarının aralarında hafif kırları olan, kemikli yüzünde hafif kirli sakalı olup Afran'a benzeyen, fit vücuda sahip yaşı olgun adam oturduğu yerden kalkıp "Hoşgeldin kızım, ben Afran'ın babasıyım," diyerek bana elini uzatmasıyla titrek ellerimle uzattığı elli sıktım "Memnun oldum ben," diyerek derin bir nefes aldım. "Mavi."
O kadar çok isterdim ki size ismim Zeynep demeyi..
Afran avluda olan herkesi bana tanıtmaya başlamıştı. Annesi yaşına rağmen oldukça genç gösteriyordu. Babası da aynı şekilde dinç ve genç gözüküyordu ve gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlardı. Aşkla bakıyordu o gözler, o kadar belliydi ki kim görse bu çiftin birbirini deli gibi sevdiğini anlardı.
Ezo ile zaten tanışıyorduk. Annesini babasını da tanımak nasip olmuştu. Ezo aynı annesine benziyordu. Onun gibi sarı saçları çimen yeşili gözleri vardı. Fiziki yapıları bile aynıydı, ruh halleri de aynı şekilde. İkisi de sessiz sakin bir yapıya sahipti. Babası onların tam tersine esmer bir adamdı. Sağ kaşında ki yara izi 'benden uzak durun!' diyordu adeta ama konuştukça içinden tam tersi bir adam yatıyordu. Neşeli, şakacı bir yapıya sahipti. Annesinin ismi Zişan babasının ismi ise Fırat olduğunu öğrendim.
Birde halası ve dayısı buradaydı çocuklarıyla, halası kardeşlerinin aksine simsiyah saçlara sahipken ona tezat masmavi bakışları vardı. Ama o bakışlar aynı benim bakışlarım gibi acı barındıyordu. Mavileri sadece kocasına baktığında mutluluk ile parlıyordu adeta, kocası ise onun tersi kumral saçlara sahipti ama ikisinin de bakışları masmaviydi. Helin ile Hakan çifti de birbirine bir o kadar aşık oldukları besbelliydi.
Çocukları ise Barzan ve Lokman, Barzan zaten Kumru'nun arkadaşıydı ve Mardin'e ilk geldiğimizde onunla tanışmıştım. Babası gibi kumral saçlara ve mavi bakışlara sahipti. Uzun boyu ve iri cüssesiyle dayısı Poyraz'a benziyordu. Kardeşi Lokman ise onun tersine siyah saçlıydı fakat aile komple mavi bakışlıydı. Ağabeyinin tersine ondan daha kısa boyluydu fakat kasları 'beni de unutmayın buradayım' der cinsten gözüme gözüme giriyordu. Lokman'ın tatlı bir yüz ifadesi vardı ve şakacı bir çocuğa benziyordu.
En büyük halası Arife ise orta boylu, balık etli ve kumraldı. O biraz daha baskın bir karaktere benziyordu. En büyük olduğu için ona farklı bir saygı gösteriyorlardı. Bir de oğlu Emir vardı. Uzun boylu yaşının otuzları geçtiğini tahmin ettiğim, yapılı bir vücudu vardı. Afran kadar sarı olmasa da sarışın ve koyu kahve gözlere sahipti. O da diğerleri gibi sıcak ve sevecendi.
Geriye kardeşleri Arya ve Araz kalmıştı. Arya'yı okuldan yeterince tanıyordum zaten ama bu gün morali fazlasıyla bozuk gibiydi. Araz ise uzun boyu ve kaslı yapısıyla dikkat çeken genç bir adamdı. Yeşil gözleri kumrala kaçan saçları tatlı yüzüne oldukça yakışıyordu. Hele konuşmaları fazlasıyla rahat ve eğlenceli bir çocuğa benziyordu doğrusu.
Bu sıcak ve sevecen aileye ihanet ediyordum. Bu çok iğrenç bir duyguydu. Tarifi olmayan bir duygu....
O kadar isterdim ki 'benim ismim Zeynep " demeyi ama diyemiyordum işte! Bazen kendime bile Zeynep diyemiyordum. Bana her Zeynep dendiğinde kulağımda o adamın 'Sen benimsin, Zeynep!' Sesi yankılanıyordu kulaklarımda.
Bu kabus, bu acı ömrümün sonuna kadar benim peşimden gelecekti. O beni bıraksa dahi anıları ve yaptıkları benim peşimi bırakmayacaktı. Şuna da eminim bir gün, bir gün beni bulacaktı.
O gün onun karşısına ayakları üzerinde sağlam duran Mavi olarak çıkacaktım. Yeni ve güçlü bir kadın olarak. Afran hayatımda iken bunu yapamazdım. Ona bir şey yapar mı? Korkusuyla aklımı yerdim. Ne yapacağım ben Allah'ım...
Tanışma faslını bitirdikten sonra yukarıya çıkan merdivenlere yöneldiğimizde konağa bakma fırsatı bulmuştum. Dört katlı gösterişli ve büyük bir konaktı. Avlunun ortasında kocaman bir fıskiye oldukça güzel duruyordu. Birinci katta durduğumuz da tam orta da duran kurulu yemek masası ile gözlerimi şap gibi açtım.
Sofrada resmen yok yoktu. Özenerek hazırlanılmış padişahlara layık kocaman bir masa. Tam karşımda duvar bitiminde ise oturma grubu vardı. Üç kişilik siyah bir koltuk duvar dibindeyken yanlarında ise tekli koltuklar konulmuştu. Tahminimce burada oldukça vakit geçiriyorlardı.
Sofranın sağ başına Afran otururken sol başına ise babası Poyraz oturmuştu. Tabi Afran kendi sandalyesine oturmadan önce sağ tarafında ki sandalyeyi çekip benim oturmamı sağlamıştı. Yanıma da Kumru'nun oturmasıyla çalışan kadınlar servis yapmaya başlamıştı.
Masadan herkes gülüşüp konuşurken biz Kumru ile sessizce yemek yemeye çalışıyorduk ki bize gelen bir soruyla bakışlarımız Çiçek hanımı buldu. "Kardeşsiniz değil mi?" derken kocaman gülümsüyordu. Anlaşılan Afran annesine bizimle ilgili hiç bir anlatmamıştı.
Afran'a kısa bir bakış attıktan sonra, "Biyolojik olarak kardeş değiliz ama kardeş sayılırız," diyerek Kumru'nun masada duran elini sıkmam ile bana bakıp gülümsedi.
"Ananız babanız nasıllar, iyilerdir inşallah," diye sordu Arife halası.
Soru karşısında bir an Kumru da bende afallamıştık. Sormaları gayet normaldi ama her zaman aile konusu açıldığın da ne diyeceğimi bilemezdim.
Afran halimizden anlamış olacak ki, "Bu konuyu daha sonra konuşuruz hala," derken puslu bakışları benim üzerindeydi.
"Niye ne var ki bunda, çok mu zor cevap vermesi?!" dedi sinirle.
Afran'a küçük bir gülümseme gönderdikten sonra, "Yoklar," dedim sadece, artık uzatmazdı konuyu herhalde.
"Nasıl yoklar, öldüler mi?" diye halasının sormasıyla Çiçek hanım.
"Abla kurcalamasana!" diye söylendi.
Yüzünü değişik bir hale sokup, "Aman!" diyerek önünde ki tabağa geri dönmesiyle derin bir nefes aldım.
Herkes annesinin babasının karnından şanslı doğmuyordu, bu ortam da bunu çok iyi açıklıyordu.
Bir yanda birbirine bağlı, kalabalık, soylu ve zengin bir aile. Bir yanda ise kimsesiz bir kız. Beş sezonluk yaz dizisi gibi..
Yemeklerimizi yedikten sonra avluya inmiştik tekrardan. Evin büyükleri bir müddet bizimle oturduktan sonra hepsinin odasına çekilmesiyle gençler biz bize kalmıştı.
Kumru, Barzan ve Emir araların da koyu bir sohbete dalmışken ben Araz ile Loman'ı keyifle dinliyordum. İkisi de o kadar eğlenceliydi ki artık gülmekten karnıma ağrılar girmişti.
Afran kolunu omzuma atarken, "Bunlar konuştuğu zaman susmak bilmezler," söylediğinden çok aklım omzumda ki kolundaydı. Eli sol omzuma değdiğinde küçük voltaj yok yok büyük bir voltaj elektrik yedim.
Heyecandan tırnaklarım avuç içlerime batarken zorda olsa Araz'a kulak kesildim. "Vay be ağabey!" dedi omuzumdaki eline bakarken. "Durdun durdun turnayı gözünden vurdun, iyi oldu aslında Sahra da bana kaldı."
O kahkalarla gülerken benim içim söyledikleriyle alev almıştı. İyice tırnaklarımı avuç içime bastırmamla acıdan yüzüm buruştu.
"Saçma sapan konuşma Araz!" dedi Afran sinirle. Araz kırdığı potu fark etmesiyle eliyle ağzına fermuar çekti.
"Biz artık kalkalım Afran," dememle Arya "Nereye?" derken ters ters üzerimi süzüyordu. Neyi vardı bu kadının bugün? Yüzü beş karış onu geçtim geldiğimden beri ters bakışlarını üzerimden hiç çekmedi kardeşini mı kıskanıyordu. Saçma.
"Aynen daha gece yeni başlıyor!" dedi Lokman ellerini sürterken.
"Aynen, Afran bize bir şeyler çalsın söylesin ondan sonra gidersiniz," dedi Emir gözlerini Kumru'dan ayırmadan. Daha buraya geleli iki veya üç hafta oldu şu olanlara bak, fırtına gibi geçiyoruz resmen Mardin den. Valla Kumru da az değil...
Merakla Afran'a dönüp "Ne çalıyorsun?" diye sordum.
Umursamaz bir tavırla "Önemli bir şey değil." dedi.
"Merak ediyorum!"
Israrlarım sonucu, "Zehra!" diye bağırdıktan sonra konağın çalışanana sazını getirmesini söyledi.
Enstrümanını eline alıp mavileri mavilerime istila ederken dudaklarından bildiğim bir şarkının sözleri dökülmeye başladı.
Üflediler söndüm...
Sesi o kadar güzeldi ki ruhuma ilaç gibi işliyordu...
Bak içime gör beni
Tut elimden yak beni....
Sanki bizden başka kimse yokmuş gibiydi, sadece o ve ben...
Aklım nasıl şaşkın
Sevdam deli taşkın...
Söylediği şarkı kalbimin atışlarını arttırırken, avucumun içi tırnak izleriyle dolmuştu. Kocaman gülümsemesiyle bana bakıyordu ama benim cayır cayır yanan kalbim 'Sana bunu nasıl yapacağım,' diye feryat figan ediyordu ki konağın dışından yükselen bir ses tüm ambiyansı bozdu.
"EZO! EZO ÇIK DIŞARI EZO!"
"SANA GELDİM EZO!"
"GERİ GELDİM!"
"YİNE SANA GELDİM!"
"EZO'M....."
Adam öyle içli bağırıyordu ki resmen tüylerim ayağa kalkmıştı. Erkeklerin hepsi omuzlarını dikleştirmiş kapıya doğru ilerlerken gözlerim Ezo'ya kaymasıyla şoka girdim.
Ezo kendinden geçmiş bir şekilde ağlarken Arya onun başını göğsüne dayamış, "Sakin ol, geçti!" diyordu.
Merdivenler gelen ayak sesiyle oraya dönmüştüm ki Fırat denilen adam kapıya doğru resmen uçtu. Afran'lar ondan önce kalkmışlardı fakat Fırat onlardan önce yetişti kapıya.
Kapıyı açar açmaz kapıda korumaların kollarından zar zor zapt edilen esmer uzun boylu bir adama havada yumruğu ile üzerine uçmasıyla, herkes adamın başına üşüştü. Ayırmak için değil, kimisi tiksinir şekilde izlerken kimisi Fırat'a eşlik ediyordu.
Arya, Ezo'nun koluna girmesiyle hızla yerimden kalktım. "Yardım edeyim," diyerek Ezo'nun diğer koluna girecekken.
"İstemez!" dedi Arya sert bir şekilde. Bu tepkisine şaşırsam da yine de onu dinlemeyerek Ezo'nun koluna girip odasına kadar eşlik ettim.
Kapı eşiğine geldiğimiz zaman Arya beni itekleyip "Git!" derken nefret dolu bakıyordu bana.
"Benimle bir sorununuz mu var?" diye sordum yoksa içim içimi kemirirdi.
Ezo'yu yatağına yatırır yatırmaz önümde durup tiksinir bakışlarını üzerim de gezdirdi. "Sen nasıl utanmadan bizim yüzümüze bakabiliyorsun inan çok şaşkınım!" demesiyle korkuyla olduğum yere çivilendim.
Biliyordu....
Her şeyi biliyordu....