9*

1579 Kelimeler
Mavi Yılmaz Arabaya bindiğimizde kısa bir selamlaşmadan sonra evlerine giden yolu tuttuk. Yol boyu tek kelime etmezken Afran ve Kumru, sanki yıllardır arkadaşlarmış gibi koyu bir sohbete daldılar. Sohbetten anladığım tek şey, konağın kalabalık oluşuydu. Bu durum beni iyice gererken çoktan konağa varmıştık. Vitesteki elini elimin üzerine koyup, "Sorun yok, herkesi çok seveceksin, buna eminim," dedi içimi ısıtan gülümsemesiyle. Gülümsemesine zor da olsa karşılık verip arabadan indim. Gösterişli işlemeleri olan bakır rengindeki konağın kapısında beklerken Afran'ın sıcak eli belimdeki yerini buldu. Kumru bana mutlulukla gülümsüyor olsa da içimdeki kuşkular beni yiyip bitiriyordu. Kapının kenarlarında duran siyah giyinimli iki adam, gösterişli kapıyı ardına kadar açmalarıyla, avluda oturan koca bir ordunun gözleri benim üzerimdeydi. Utancımdan yerin dibine girmek isterken Afran belimde olan eliyle beni ilerletmeye çalışsa da çakılmıştım olduğum yere. "Sakin ol, yemezler," dedi gülücüklerinin arasından. Bunun için daha çok erkendi! Ne erkeni salak! Olmaması gereken bir şey bu! Senin burada ne işin var Zeynep, senin adın bile sahteyken bu insanların karşısına nasıl çıkarsın! Öğrenirlerse bir daha nasıl bakacaksın yüzlerine? Kahretsin, ne yapıyorum lan ben? Kafayı mı yedim? Korku dolu bakışlarım Afran'ın gülen yüzüyle temas edince içimdeki alevler daha da harlandı. Bana o kadar anlamlı bakıyordu ki kalbimin atışları maratona koşuyordu. Bana değer veriyordu ve bu benim içimi daha da yakıp kavuruyordu. Bu kadar kısa sürede nasıl böyle bir işin içine düştüm ben! Gerçekleri sana nasıl anlatırım... Tereddütlü de olsam artık buradan geri dönüş yoktu. Adımlarımı zar zor atarken ailesinin yanına yaklaştık. Tamı tamına on üç kişi bana kocaman gülümsemeyle bakıyordu. Saçlarının aralarında hafif kırları olan, kemikli yüzünde hafif kirli sakalı bulunan, Afran'a benzeyen, fit vücuda sahip olgun bir adam oturduğu yerden kalkıp: "Hoş geldin kızım, ben Afran'ın babasıyım," diyerek bana elini uzattı. Titrek ellerimle uzattığı eli sıktım. "Memnun oldum ben... Mavi," diyerek derin bir nefes aldım. O kadar çok isterdim ki size ismim Zeynep demeyi... Afran, avluda olan herkesi bana tanıtmaya başlamıştı. Annesi yaşına rağmen oldukça genç gösteriyordu. Babası da aynı şekilde dinç ve genç gözüküyordu ve gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlardı. Aşkla bakıyordu o gözler, o kadar belliydi ki kim görse bu çiftin birbirini deli gibi sevdiğini anlardı. Ezo ile zaten tanışıyorduk. Annesini babasını da tanımak nasip olmuştu. Ezo aynı annesine benziyordu. Onun gibi sarı saçları, çimen yeşili gözleri vardı. Fiziki yapıları bile aynıydı, ruh halleri de aynı şekildeydi. İkisi de sessiz, sakin bir yapıya sahipti. Babası onların tam tersine esmer bir adamdı. Sağ kaşındaki yara izi 'benden uzak durun!' diyordu adeta ama konuştukça içinden tam tersi bir adam yatıyordu: neşeli, şakacı bir yapıya sahipti. Annesinin ismi Zişan, babasının ismi ise Fırat olduğunu öğrendim. Bir de halası ve dayısı buradaydı çocuklarıyla. Halası, kardeşlerinin aksine simsiyah saçlara sahipken ona tezat masmavi bakışları vardı. Ama o bakışlar, aynı benim bakışlarım gibi acı barındırıyordu. Mavileri sadece kocasına baktığında mutluluk ile parlıyordu adeta. Kocası ise onun tersi kumral saçlara sahipti ama ikisinin de bakışları masmaviydi. Helin ile Hakan çifti de birbirine bir o kadar âşık oldukları besbelliydi. Çocukları ise Barzan ve Lokman'dı. Barzan zaten Kumru'nun arkadaşıydı ve Mardin'e ilk geldiğimizde onunla tanışmıştım. Babası gibi kumral saçlara ve mavi bakışlara sahipti. Uzun boyu ve iri cüssesiyle dayısı Poyraz'a benziyordu. Kardeşi Lokman ise onun tersine siyah saçlıydı fakat aile komple mavi bakışlıydı. Ağabeyinin tersine ondan daha kısa boyluydu fakat kasları 'beni de unutmayın buradayım' der gibiydi. Lokman'ın tatlı bir yüz ifadesi vardı ve şakacı bir çocuğa benziyordu. En büyük halası Arife ise orta boylu, balık etli ve kumraldı. O biraz daha baskın bir karaktere benziyordu. En büyük olduğu için ona farklı bir saygı gösteriyorlardı. Bir de oğlu Emir vardı: uzun boylu, yaşının otuzları geçtiğini tahmin ettiğim, yapılı bir vücudu vardı. Afran kadar sarı olmasa da sarışın ve koyu kahve gözlere sahipti. O da diğerleri gibi sıcak ve sevecendi. Geriye kardeşleri Arya ve Araz kalmıştı. Arya'yı okuldan yeterince tanıyordum zaten ama bugün morali fazlasıyla bozuk gibiydi. Araz ise uzun boyu ve kaslı yapısıyla dikkat çeken genç bir adamdı. Yeşil gözleri, kumrala kaçan saçları tatlı yüzüne oldukça yakışıyordu. Hele konuşmaları fazlasıyla rahat ve eğlenceli bir çocuğa benziyordu doğrusu. Bu sıcak ve sevecen aileye ihanet ediyordum. Bu çok iğrenç bir duyguydu. Tarifi olmayan bir duygu... O kadar isterdim ki "Benim ismim Zeynep," demeyi ama diyemiyordum işte! Bazen kendime bile Zeynep diyemiyordum. Bana her Zeynep dendiğinde kulağımda o adamın "Sen benimsin, Zeynep!" sesi yankılanıyordu. Bu kabus, bu acı ömrümün sonuna kadar benim peşimden gelecekti. O beni bıraksa dahi anıları ve yaptıkları peşimi bırakmayacaktı. Şuna da eminim, bir gün... Bir gün beni bulacaktı. O gün onun karşısına ayakları üzerinde sağlam duran Mavi olarak çıkacaktım. Yeni ve güçlü bir kadın olarak. Afran hayatımdayken bunu yapamazdım. Ona bir şey yapar mı korkusuyla aklımı yerdim. Ne yapacağım ben Allah'ım... Tanışma faslını bitirdikten sonra yukarıya çıkan merdivenlere yöneldiğimizde konağa bakma fırsatı bulmuştum. Dört katlı, gösterişli ve büyük bir konaktı. Avlunun ortasında kocaman bir fıskiye oldukça güzel duruyordu. Birinci katta durduğumuzda tam ortada duran kurulu yemek masasıyla gözlerim şap diye açıldı. Sofrada resmen yok yoktu. Özenerek hazırlanmış, padişahlara layık kocaman bir masa. Tam karşımda, duvar bitiminde ise oturma grubu vardı. Üç kişilik siyah bir koltuk duvar dibindeyken yanlarında tekli koltuklar konulmuştu. Tahminimce burada oldukça vakit geçiriyorlardı. Sofranın sağ başına Afran otururken sol başına babası Poyraz oturmuştu. Tabi Afran kendi sandalyesine oturmadan önce sağ tarafındaki sandalyeyi çekip benim oturmamı sağlamıştı. Yanıma da Kumru'nun oturmasıyla çalışan kadınlar servis yapmaya başladılar. Masada herkes gülüşüp konuşurken biz Kumru'yla sessizce yemek yemeye çalışıyorduk ki bize gelen bir soruyla bakışlarımız Çiçek Hanım'ı buldu. "Kardeşsiniz değil mi?" derken kocaman gülümsüyordu. Anlaşılan Afran annesine bizimle ilgili hiçbir şey anlatmamıştı. Afran'a kısa bir bakış attıktan sonra, "Biyolojik olarak kardeş değiliz ama kardeş sayılırız," diyerek Kumru'nun masada duran elini sıktım. Bana bakıp gülümsedi. "Ananız babanız nasıllar, iyilerdir inşallah?" diye sordu Arife halası. Soru karşısında bir an Kumru da ben de afallamıştık. Sormaları gayet normaldi ama her zaman aile konusu açıldığında ne diyeceğimi bilemezdim. Afran hâlimizden anlamış olacak ki, "Bu konuyu daha sonra konuşuruz hala," derken puslu bakışları benim üzerimdeydi. "Niye, ne var ki bunda? Çok mu zor cevap vermesi?!" dedi sinirle. Afran'a küçük bir gülümseme gönderdikten sonra, "Yoklar," dedim sadece. Artık uzatmazdı konuyu herhalde. "Nasıl yoklar, öldüler mi?" diye halasının sormasıyla Çiçek Hanım: "Abla kurcalamasana!" diye söylendi. Yüzünü değişik bir hale sokup, "Aman!" diyerek önündeki tabağa geri dönmesiyle derin bir nefes aldım. Herkes annesinin babasının karnından şanslı doğmuyordu. Bu ortam da bunu çok iyi açıklıyordu. Bir yanda birbirine bağlı, kalabalık, soylu ve zengin bir aile. Bir yanda ise kimsesiz bir kız. Beş sezonluk yaz dizisi gibi... Yemeklerimizi yedikten sonra avluya inmiştik tekrardan. Evin büyükleri bir müddet bizimle oturduktan sonra hepsi odalarına çekilince gençler biz bize kalmıştık. Kumru, Barzan ve Emir aralarında koyu bir sohbete dalmışken ben Araz ile Lokman'ı keyifle dinliyordum. İkisi de o kadar eğlenceliydi ki artık gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Afran kolunu omzuma atarken, "Bunlar konuştuğu zaman susmak bilmezler," dedi. Söylediğinden çok aklım omzumdaki kolundaydı. Eli sol omzuma değdiğinde küçük voltaj değil, resmen büyük bir voltaj elektrik yedim. Heyecandan tırnaklarım avuç içlerime batarken zor da olsa Araz'a kulak kesildim. "Vay be ağabey!" dedi omzumdaki eline bakarken. "Durdun durdun, turnayı gözünden vurdun. İyi oldu aslında, Sahra da bana kaldı." O kahkahalarla gülerken benim içim söyledikleriyle alev almıştı. İyice tırnaklarımı avuç içime bastırmamla acıdan yüzüm buruştu. "Saçma sapan konuşma Araz!" dedi Afran sinirle. Araz kırdığı potu fark edince eliyle ağzına fermuar çekti. "Biz artık kalkalım Afran," dememle Arya, "Nereye?" derken ters ters üzerimi süzüyordu. Neyi vardı bu kadının bugün? Yüzü beş karış; onu geçtim, geldiğimden beri ters bakışlarını üzerimden hiç çekmedi. Kardeşini mi kıskanıyordu? Saçma! "Aynen, daha gece yeni başlıyor!" dedi Lokman ellerini sürterken. "Aynen! Afran bize bir şeyler çalsın söylesin, ondan sonra gidersiniz," dedi Emir gözlerini Kumru'dan ayırmadan. Daha buraya geleli iki üç hafta oldu, şu olanlara bak. Fırtına gibi geçiyoruz resmen Mardin'den. Valla Kumru da az değil... Merakla Afran'a dönüp, "Ne çalıyorsun?" diye sordum. Umursamaz bir tavırla, "Önemli bir şey değil," dedi. "Merak ediyorum!" Israrlarım sonucu, "Zehra!" diye bağırdıktan sonra konağın çalışanına sazını getirmesini söyledi. Enstrümanını eline alıp mavileri mavilerime istila ederken dudaklarından bildiğim bir şarkının sözleri dökülmeye başladı. Üflediler söndüm... Sesi o kadar güzeldi ki ruhuma ilaç gibi işliyordu... Bak içime gör beni Tut elimden yak beni... Sanki bizden başka kimse yokmuş gibiydi, sadece o ve ben... Aklım nasıl şaşkın Sevdam deli taşkın... Söylediği şarkı kalbimin atışlarını arttırırken, avucumun içi tırnak izleriyle dolmuştu. Kocaman gülümsemesiyle bana bakıyordu ama benim cayır cayır yanan kalbim "Sana bunu nasıl yapacağım?" diye feryat figan ediyordu ki konağın dışından yükselen bir ses tüm ambiyansı bozdu. "EZO! EZO ÇIK DIŞARI EZO!" "SANA GELDİM EZO!" "GERİ GELDİM!" "YİNE SANA GELDİM!" "EZO'M..." Adam öyle içli bağırıyordu ki resmen tüylerim ayağa kalkmıştı. Erkeklerin hepsi omuzlarını dikleştirip kapıya doğru ilerlerken gözlerim Ezo'ya kaydı ve şoka girdim. Ezo kendinden geçmiş bir şekilde ağlarken Arya onun başını göğsüne dayamış, "Sakin ol, geçti!" diyordu. Merdivenlerden gelen ayak sesiyle oraya döndüm ki Fırat denilen adam kapıya doğru resmen uçtu. Afran'lar ondan önce kalkmışlardı fakat Fırat onlardan önce yetişmişti kapıya. Kapıyı açar açmaz, kapıda korumaların kollarından zar zor zapt ettiği esmer, uzun boylu bir adama havada yumruğuyla uçmasıyla herkes adamın başına üşüştü. Ayırmak için değil; kimisi tiksinir şekilde izlerken kimisi Fırat'a eşlik ediyordu. Arya, Ezo'nun koluna girdiğinde hızla yerimden kalktım. "Yardım edeyim," diyerek Ezo'nun diğer koluna girecekken, "İstemez!" dedi Arya sert bir şekilde. Bu tepkisine şaşırsam da yine de onu dinlemeyip Ezo'nun koluna girdim, odasına kadar eşlik ettim. Kapı eşiğine geldiğimizde Arya beni itekleyip, "Git!" derken nefret dolu bakıyordu bana. "Benimle bir sorununuz mu var?" diye sordum; yoksa içim içimi kemirirdi. Ezo'yu yatağına yatırır yatırmaz önümde durup tiksinir bakışlarını üzerimde gezdirdi. "Sen nasıl utanmadan bizim yüzümüze bakabiliyorsun inan çok şaşkınım!" demesiyle korkuyla olduğum yere çivilendim. Biliyordu... Her şeyi biliyordu...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE