Havanın buz gibi soğuğu iliklerime kadar işlerken yavaşça gözlerimi araladım. Maviş gözlerim üzerimde gezindiğinde uzun beyaz bir elbiseyle karşılaştı. Yüzümde ufak bir tebessüm belirdiğinde etrafa çevirdim bakışlarımı.
Ucu bucağı olmayan bahçeyi süsleyen portakal ağaçları, ağzımı açık bırakmıştı.
"Ne işim var burada?" diye mırıldanırken bir adım attığımda Poyraz'ın sesini işitti kulaklarım.
"Buraya gel."
Onu görmenin umuduyla kendi eksenimde dönerken görememiş olmanın şokuyla tüm gücümle bağırdım.
"Neredesin?"
"Gel!" diye bağırdığında sesi sol tarafımdan gelmişti.
Hızla sol tarafıma döndüğümde bu sefer sağ tarafımdan geldi sesi.
"Gel!" Sesini tekrar duyduğumda korku tüm uzuvlarımı çoktan ele geçirmişti.
Sağ tarafa yönelip ucu bucağı olmayan bahçede koşturmaya başladığımda sesi her yerdeydi. Sesin şiddetiyle ağaçtaki portakallar bir bir yere düşerken, "Portakal cehennemi mi!" diye bağırdım sitem dolu sesimle.
Koşmayı bırakıp dizlerimin üzerine sertçe düştüğümde, kalbim adrenalin pompalıyordu. Ellerimi kara toprağın içine gördüğümde korkudan akan yaşlarım kara toprağı ıslattı.
"Ne istiyorsun?" diye bağırdım çatallı çıkan sesimle.
"Bana bak!" dediğinde sesi oldukça yakından gelmişti. Korkuyla yüzümü sese çevirdiğimde, siyahların içinde parlayan gökyüzü mavisi gözlerini gördüm. Güçlü ellerini bana uzattığında tereddüt etsem de elini tutup yavaşça ayağa kalktım.
"Bana gelemedin!" dedi kaşları çatılırken.
"Göremedim ki seni. Hem, sen geldin işte." dedim küçük bir çocuk gibi.
"Evet." dedi gözlerimin derinliklerine bakarken yüzümü avuçladı.
"Ne yapıyorsun?!" dedim şaşkınlıkla.
"Olması gerekeni!" Lafını bitirir bitirmez, dudaklarımın üzerinde hissettiğim baskıyla gözlerimi sıkıca yumdum.
Kalbim maratona koşarken, nefes alamıyordum. Nefes yoktu, nabız gitmek üzere. Nabız gidiyor, nabız!
"Ne yapıyorsun be!" diyerek gözlerimi hızla açtığımda beyaz tavanla karşılaşmanın şokuyla kalakaldım.
Rüya mıydı?
Rüya ise bu üzerimdeki ağırlık neyin nesiydi?
Peki bu portakal kokusu?
Ürkek bakışlarımı kokuya çevirdiğimde şaşkınlıkla aralandı dudaklarım.
Sarıya dönük kumral saç tutamlarının bir kaçı alnına dökülmüş bana sırıtırken, gözlerim çocuklar gibi masum uyuyan simasına kaydı. Pembemsi, hafif dolgun dudakları dikkatimi çektiğinde sertçe yutkundum. Fazla yanımdaydı. Çok fazla.
Yavaşça kımıldamaya çalıştığım an, bacaklarımı oynatamıyor olmamın öfkesiyle bir küfür savurdum içimden.
Ahtapot gibi sarmış bacaklarını bana, biz nasıl bu hale geldik. Serbest olan gövdemi ondan uzaklaştırmaya çalıştığım an kolunu bana dolamasıyla, "Oha!" diye çıkıştım.
Sıcak nefesi boynumdan süzülüp göğsüme inerken ister istemez içimin karıncalanmasına engel olamadım. Eli göğsümün tam altında bedenimi kendine bastırırken, nefesimi tuttum. Bir daha almamak üzere tuttum. Tutmuyor olsam da kalp krizinden öleceğim zaten.
Şimdi uyandırmaya kalksam utancımdan yerin dibine girerim. Ne yapacağım ben, gizli gizli çıkışta yok bu yataktan. Adam beni sarıp sarmaladı resmen.
Kulağımda hissettiğim fısıltı karışımı sesiyle geçiremediğim kalp krizini geçirdim.
"Çilek gibi kokuyorsun."
Burnunu boynuma sürterken sakallarının kulağıma temas etmesiyle karnıma giren kramplar, öldürücü cinstendi.
Bu adam, adamı öldürür...
Katil portakal..
Portakal, kışın müjdesiydi. Baharı müjdeleyen ise çilekti. Bu iki zıt kutup yan yana gelebilir miydi? Portakal, baharda karşılar mıydı bizi? Veya çilek, aralık ayında çıkagelir miydi?
Bunlar ne kadar imkansızsa, bizde imkansızdık. Zıt kutuplar birbirini çekmez hepsi yalan dolan...
Yalancı geyşalar..
"Kokun, çok güzel." diye fısıldadığında kalçamda hissettiğim sertlikle gözlerim araba farları gibi açıldı.
"Hop hop, geri bas!" diyerek dirseğimle ittirmeye çalıştığımda daha da sokuldu.
Boynuma bıraktığı ufak busesi yerini alevlere bırakırken, "Karım değil misin?" Diye sordu buğulu sesiyle.
Kalbim korkuyla çarparken, "Lütfen." dedim titreyen sesimle. "Uzak dur!"
Sesimle birlikte uzaklaşan nefesinin ardından, üzerimdeki ağırlık tamamen yok olmuştu. Yataktan hızla kalktıktan sonra adım sesleri banyoyu buldu. Korkuyla pikenin altına girip tepeme kadar çektim.
Göz yaşlarım yastığımı ıslatırken, işret parmağımı dişlerimin arasına almış işkence çektiriyordum.
Korkmuştum, çok korkmuştum...
Bir süre sonra banyo kapısının açılmasıyla ayak sesleri giyinme odasına ulaştı. Oradan da kapıya ilerlerken sesi doldurdu odayı.
"Kalk hadi, yemek saati." dedikten sonra kapıyı sertçe kapatmasıyla çıktım pikenin altından.
Banyoya ilerleyip elimi yüzümü yıkadıktan sonra pelte olmuş vücudumu sürüklemeye başladım.
Sürüklene sürüklene birinci kata geldiğimde herkes koltuklarda, yemeğin hazır olmasını bekliyordu. Arife ablalar yoktu göz önünde, gittiklerini düşünerek yavaşça ahalinin yanına doğru ilerledim. Başımla selam vererek tekli koltuğa oturduğumda ortamı süzmeye başladım.
Tam karşımda Poyraz hırsla bacağını sallarken babası onu durdurdu. "Hayırdır oğul?!" dedi sorgularca, cevap olarak gözlerini devirmekle yetindi.
Ruh hastası, ben biliyorum onun derdini.
Elmas teyze, "Gelin." dedi kocaman gülümsemesiyle.
Oturduğum yerde dikleşip "Buyur Elmas teyze." dedim. Söylemimle beraber suratının asılması da aynı hızla gerçekleşti. Kızacağını biliyorum ama iki günde anne de diyemem değil mi?
"Anangili yemeğe alalım dedik." dedi tavırla, onaylarca başımı sallayarak cevap verdim.
Dila abla, "O da senin annen Çiçek." dedi sıcak gülümsemesiyle. Gözlerimi kaçırmaya çalıştım, bir anda annem veya babam yerine koymam ki kimseyi, buraya geleli daha ne kadar oldu.
Haşmet Ağa, "Rahat bırakın gelini, istediği zaman söyler." dedi homurdanarak. Haşmet ağanın tavrında sonra herkes suspus oldu.
☘️
Yemek faslının sonunda maaile verandada oturmuş çay içiyorduk. Bir kişi eksiktik oda Zişan. Zaten yemek dışında aramıza girmiyordu, odasında sürekli ders çalışmakla meşguldü.
"Abi, bizi dışarı çıkarsana!" dedi Helin heyecanla.
Poyaz, "Yorgunum." diye homurdandığında, Helin'in yüzünün beş karış olmasına sebebiyet vermişti.
Sitemle odasına giderken, "Hep bir mazeretin var zaten!" diye söyleniyordu. Sitemlerini bölen konağın kapısının açılma sesiyle merdivenlerden çıkarken herkes gibi oda gözlerini kapıya çevirdi.
İçeri üç kişi girdi, karanlıkta kim olduklarını çözemedim. Helin merdivenlerden koşar adım inerek, "Komşu anne hoş geldiniz!" diye sevinçle bağırdı.
Tahmini ellili yaşlarında bir kadın, yanında da iki genç kız vardı. Kızlar sütun gibiydi valla, ikisi de esmer güzeliydi. Büyük olduğunu tahmin ettiğim kız, yeşil gözlü, siyah saçlı, uzun boylu, vücut hatları belirgin manken gibiydi. Yanındaki ise tahminime göre on yedi on sekiz yaşlarında, ondan biraz daha kısa, benzer tiplere sahiptiler.
Helin ile beraber yavaş yavaş yanımıza doğru yürüdüler. Elmas teyze oturduğu yerden kalkarken, "Arkadaşım hoş geldin hiç haber etmediniz." dedi yakınmasına tezat sevinciyle.
"Baskın yaptık arkadaşım." dedi kadın gülümseyerek, özlemişim diyerek birbirlerine sarıldılar.
"Kızım bak, bu Lale teyzen karşı konağın sahibi." dedi Elmas teyze.
Uzun boylu kızı gösterirken," Bu da büyük kızı Kiraz." Diğer kızı gösterip "Bu da ufak kızı Nergis." diye tanıttı.
"Merhaba." dedim tebessümle.
"Tabi siz İzmir'deydiniz haberiniz yok." dedi Elmas teyze. Beni gösterip "Bu da gelinimiz Çiçek."
Belli zaten İzmir'li oldukları maşallah..
Lale teyze, "Kimin hanımı?" dedi gülümseyerek.
"Poyraz'ımın." demesiyle Kiraz dedikleri kız ani bir şok yaşadığı her halinden belliydi, bir bana baktı sonra dönüp Poyraz'a bakarak, "Hayırlı olsun Poyraz!" dedi keskin bir tavırla.
Poyraz en sonunda kafasını gömdüğü yerden kaldırıp Kiraz'a uzun uzun bakıp "Sağolasın Kiraz." dedi. Neydi şimdi bu.
Kiraz, alaylı gülümsemesiyle, "Bizde beraber bir şeyler yapalım diyecektik hem.." Göz ucuyla beni süzerek, "Gelin hanımla tanışırız." dedi.
"Amca siz gelecek misiniz?" dedi Poyraz oturduğu yerden hızla kalkıp.
Hani yorgundun sen?
Eşref amca, başını hayır anlamında salladıktan sonra eliyle konağın kapısını gösterip "Hadi gidelim." dedi Poyraz.
Helin, "Abi dur hazırlanalım." dedi heyecanla. "Yenge sen böyle mi gideceksin?"
Adama bakın sayın seyirciler, kızı görünce gözünün feri yerine geldi. Hele kızın ateşli bakışları, adamı yiyip yutacakmış gibi resmen. Bunların arasında bir şey yoksa benimde adım Çiçek değil.
Ben sinirle onlara bakarken kolumdaki dürtülme hissiyle kendime geldim. "Yenge sana diyorum!" diyen Helin'di.
"Efendim." dedim sesimdeki öfke ben buradayım diye bağırıyordu resmen.
"Diyorum ki üzerini değiştirecek misin?" diye heceledi. Onu onaylamamla merdivenlere doğru ilerledik.
Odanın kapısını hırsla açıp sert bir şekilde kapattım. İçeride bir sağa bir sola volta atarken bir yandan da söyleniyordum. "Vay be kazanovaya bak insan bu kadar belli etmez ki, karın var yanında karın! Ama ben biliyorum ne yapacağımı!" Hırsla giyinme odasına giderek açık, dikkat çekici bir kaç kıyafet bakındım.
Kırmızı, kolları uzun, ceket modelinde, dizlerimde bir elbise giyindim. Ayaklarıma da ten rengine sahip olan sitilettolarımı geçirdim. Makyaj masama geçerek güzel bir makyaj yapıp saçlarımı salıp kulaklarımın arkasına attım. Ensemden de tel tokayla tutturdum. Bolca parfüm sıktıktan sonra boy aynasında kendime uzunca baktım. Biraz abartmış olabilirim ama olsun, o kudursun da gerisi önemli değil.
Merdivenlere yöneldiğimde Helin orada beni bekliyordu. Beni görünce ıslık öttürmeye başladı. "Vay vay vay yenge!" dedi gülümseyerek, kızarıp hafifçe gülümsedim.
Veranda ya geldiğimizde kardeşi Nergis buradaydı ama Poyraz ile Kiraz ortalıkta yoktu. İçime dolan sıkıntıyla küçük bir of çektim.
İçimdeki bu sıkıntı normaldi, değil mi?
Elmas teyze omuzlarımdan tutarak, "Maşallah gelinime nazar değecek vallahi." dedi kocaman gülümsemesiyle, hafifçe gülümsedikten sonra Nergisi de alarak yanlarından ayrıldık.
Sen evlisin, evli. El alemin kadınlarıyla baş başa ne bok yiyorsun. Bir de bana karım değil misin diyor bu gün. Bir karın olduğunun farkındaysan ona göre hareket et o zaman. Ruh hastası, pislik.
Bir de giyindim süslendim. Yapmasaydım keşke, kendini bir şey sanacak şimdi.
Konaktan dışarıya adım attığımda karşımda Poyraz'ın arabası belirdi. Ön koltukta oturan Kiraz, Poyraz'a gülerek bir şeyler anlattığını gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular döküldü resmen.
Nergis arabaya ilerlerken, Helin kolumdan çekiştirip.
"Kiraz'a söyleyeyim de sen öne geç."
Buğulanmış gözlerimle ona baktım. "Hayır!" dedim sertçe. Tamam evliliğimiz normal evlilikler gibi değil belki ama saygı göstermek zorunda değil miyiz? Bu yapılır mı?
"Saçmalama!" dedi kaşlarını çatıp.
Bende kaşlarımı çatıp "Hayır dedim!" dedim. İsteksizce beni onayladıktan sonra arabaya geçtik.
Ön koltukta bilindiği üzere Kiraz. Şoför koltuğunun arkasında Nergis, ortada Helin tam çaprazda da ise ben vardım. Elimi çenemin altına sabitleyerek dışarısını izlemeye başladım.
Bir kere olsun kafasını bana çevirip bakmamıştı bile, Kiraz yanındaydı beni ne yapsın. Önde konuşup gülüşüyorlardı, sanki karısı ben değilim de oydu. Ben misafir gelmişimde beni gezdirmeye çıkarmış gibiydiler. Söylemiştir de her şeyi, aramızda sandığın gibi bir şey yok falan demiştir. Yoksa dışarda baş başa ne yapacaklar. Gizli bir şeyler konuşmuyor olsalardı Nergis'i de alırlardı yanlarına.
Yol boyu dışarısını izlerken kafamda onları kurdum. Gideceğimiz yere kadar bana laf atanda olmadı zaten, sanki orada yokmuşum gibi davrandılar. Ama benimde adım Çiçek'se bende yapacağımı bilirim.
O portakal ağaçlarını testereyle kesmeyene Çiçek demesinler...
Yorumlarınızı bekliyorum ❤️
İnsta: adilece__
Twitter: adilece__
Wattpad: rabadile