GİRİŞ
Bugün şehir, güneşin doğuşunu bambaşka selamlıyordu. Bahar en tatlı esintilerini yeryüzüne bahşetmiş, yılın ilk yeşilleri rengarenk çiçeklerle bezenip en güzel elbisesini üzerine çekmişti. Bu güzelliğe eşlik eden bir rüzgâr esiyor, insanların tenini okşayarak yok olup gidiyordu.
Hare taksiden indikten sonra en sevdiği renk olan koyu lacivert valizini çekiştirerek havaalanının içine doğru yürümeye başladı. Yürüyen kapılar açılıp içeri girdiğinde arkasından tatlı tatlı esen rüzgâr son kez saçlarını dağıttı. Eli ile kızıl saçlarına şekil verdikten sonra üzerindeki tüm eşyaları sol tarafında kalan beyaz kutulardan alıp içine koydu. Ardından XR cihazının bandına doğru bıraktı. Kontrolden geçip koyu çimen rengi gözlerini cihazdan çıkacak olan eşyalarına çevirdi.
Valizini alıp kutudaki kol çantasını da omzuna attıktan sonra içeri doğru yol alacaktı ki üzerinde hiçbir şey olmadığı için hızla kontrolden geçen bir adam ona çarparak valizinin yere düşmesine sebep oldu. Sinirle kendisine çarpan adama bakarken adam hiçbir kabahati yokmuş gibi geçmeye çalıştı.
Hare "Bir özür dileme zahmetinde bulunacağınızı umuyorum." diyerek adamın dikkatini çektiğinde adam, Hare'nin gözlerine inceden bir bakış attı.
Adamın "Afedersiniz." diyen sesi oldukça kibardı. Alelacele bir özür dilemişti ama sanki özrüne bir tebrik ister gibi Hare'nin gözlerine bakmayı sürdürüyordu. Hare kibarca gülümseyerek seni affettim mesajı gönderirken adamı kısa süreli de olsa inceleme fırsatı buldu. Koyu lacivert gözleri daha önce kimsede görmediği cinstendi, biraz daha derinlemesine bakıp hızlıca bakışlarını çektikten sonra hiçbir şey demeden valizini sürükleyerek adamın yanından uzaklaştı.
Adamın yalnızca gözleri değil, tepeden tırnağa her noktası insanı günaha davet edebilirdi. Kendi güzelliğinden emin olan Hare, adamın çekiciliği karşısında bocalamış, ilk kez kendisini güvensiz hissetmişti. Hızlıca toparlanıp adamı aklından attı, sonuçta bir daha görme ihtimali bile yoktu. Madem görme ihtimali yoktu ufak bir telkinde bulunmasında hiçbir zarar olamazdı.
'Bu adamı bir laboratuvara kapatmalı, soyunun tükenmemesi için orada çiftleştirilmeli. Bu soy kesinlikle üretilip çoğaltılmalı.' diyerek söylenen iç sesine tebessüm ettiğinde uçağa giriş işlemleri için bankonun önüne gelmişti.
Hızlıca işlemlerini yaptırıp kapılara doğru ilerlerken yıllardır gitmediği memleketinin bıraktığı gibi olup olmadığını düşünüyordu. Anne ve babasının ölümünden sonra bu, Mardin'e üçüncü gelişiydi. Çok sevdiği amcası olan olaylardan etkilenmemesi için onu İstanbul'a teyzesinin yanına göndermiş, elini ise üzerinden hiç çekmemişti. Amcası Hasan, bir gün biri karşısına çıkar da ona ailesini hatırlatır diye korkmaktansa, kardeşinin emanetini Mardin'den uzaklaştırmayı tercih etmişti.
***
Hare vakti olmadığı için valizini aldığı gibi gelin evine gelmişti. Amcasının evine ise düğünden sonra gidecekti. En yakın çocukluk arkadaşı, İstanbul'a üniversiteyi okumaya geldiğinden beri hiç ayrılmamışlardı.
Evdeki kına hazırlıkları hummalı bir şekilde devam ederken, Hare soluğu kuaförden yeni gelmiş olan Hilal'in yanında aldı. Arkadaşı yöresel giysiler içinde muhteşem duruyordu. Hare'nin geldiğini gören Hilal hızla yerinden kalkıp sanki birkaç gün önce beraber değillermiş gibi sıkıca sarıldı.
"Çok geç kaldın, bu hiç adil değil. Erken gelecektin."
"İşlerimi ayarlayamadım, hastalar ve kontroller derken ancak gelebildim. Onbeş gün yıllık iznimi bile zar zor alabildim."
"Olsun geldin ya, balayından dönünce bol bol vakit geçiririz."
"Düğünden sonra burada kalmak istediğine gerçekten emin misin?"
"Buradaki hastaların da doktorlara ihtiyacı var."
Hare, alay ile karışık bir gülümsemeyi arkadaşına gönderirken "Ne muamma ama, sanki eski Mardin'deki her genç sağlık okumamış gibi..." dedi.
Hilal de aynı gülümseme ile "Herkes birbirinden kıskanıp çocuklarını sağlıkçı yaptı ama burada kalan kimse yok. Hepsi bir yerlere kaçtı. Yakınlarda bir hastane olsa çok daha iyi olacak ama en yakını bir saat ötede." diyerek arkadaşının gözlerine baktı.
"Neyse boşver şimdi bunları, bugün senin günün tadını çıkart. Ben de gidip hazırlanayım, insanlar gelmeye başladı."
Hilal "Tamam, annem sana hemen yan odayı ayarladı." dediğinde, Hare yerinden kalkıp yan odaya geçti.
Bu gece için özenle diktirdiği giysisini valizin içinden çıkarttı. Buruştuğuna emin olduğu hâlde yüzünü ekşitti ardından sevmeye, istemeye ütünün peşine düştü. Konağın alt katında bir odada bulduğunda, gözleri simsiyah ve saçları bellerine doğru kıvırcıkça uzanan bir kız vardı. Kızın ne kadar güzel olduğunu düşünürken bugün şansının güzellerden yana olduğuna kanaat getirip gülümsedi.
"Ver ben ütüleyeyim, sen Hilal'in arkadaşı olmalısın. Ben de kuzeni Nar." diyen genç kız tıpkı Hare'nin kendisine baktığı hayranlıkla Hare'ye bakıyordu.
"Zahmet olmasın."
Genç kız "Sorun değil hallederim." diyerek elbiseyi aldı ve itina ile ütülemeye başladı. Hare, kızın ütü karşısındaki becerisini onaylarken kendisinden küçük olduğu belli olan bu kızın becerikliliği konusunda hayrete düşmüştü.
Yerinde kıpırdandı, böyle şeylere yeteneği yoktu. O çocukluğundan beri bir okuma ile her şeyi bir ezberler, okuduğu sınıfları hep birincilikle bitirirdi. Ezber yeteneğinin kendisine hediye edildiğini düşünse de tıbba yöneldiğinde aslında öyle bir şey olmadığını öğrendi. Yaşadığı bir sendrom olduğu için bunu kimse ile paylaşmıyor insanların kendisine anlamsızca bakmasını istemiyordu. Onun yerine zeki sayılmak daha iyiydi, en azından engel gibi gördüğü bu özelliği üzerine yafta gibi yapışmıyordu. Bu sendrom yüzünden zeki denilmesi kaldırabileceği bir şey değildi. O nedenle saklamak en mantıklısıydı. Yoksa kime ne ki tüm tıp kitaplarını en ince ayrıntısına kadar ezbere bildiğinden ve birçok dili ana dili gibi konuştuğundan...
Kızın elbisesini uzatması ile düşüncelerinden sıyrılıp elbiseye uzandı ve teşekkür edip tekrar odaya çıktı. Hazırlanıp aşağıya döndüğünde avlu ana baba günü gibiydi. Gelmeyen kimsenin kalmadığı oturacak yer kalmadığından belliydi.
***
Hanım ağa tüm asaleti ile kendisine özel kurulan masada otururken etrafta oturacak yer arayan kızı fark etti. Yabancı olduğu her hâlinden belliydi, biraz çekingen biraz da tedirgin oturacak yer arıyordu. Yanındaki yardımcısına işaret ederek kızı masasına çağırmasını söyledi. Kızıl saçlı kız kendisine gülümseyerek minnetle yaklaşırken Hanım ağa da ona genişçe gülümsedi. Bu kız oğlu için ideal bir gelin adayı olabilirdi. Giysisindeki kalite ve özen kendisine yaklaştıkça daha da güzelleşirken açıkta kalan sırtına baktı, buradan kızın teninin güzelliğine de karar verip biraz daha memnun oldu.
Hare kına gecesi olduğu ve erkek gelmeyeceği için böyle bir giysi giymeye karar vermişti ama onun kadar açık giyinen hiçbir kadın yoktu. Kendini biraz utanmış hissetti, neyseki günlük giyecekleri daha uygun giysilerdi.
Hare "Teşekkür ediyorum, çok incesiniz." diyerek Hanım ağa olduğunu bilmediği kadına samimi bir şekilde gülümsedi ardından kadının güzel yüzüne baktı. Onca yaş almasına rağmen etkileyici bir yüzü ve oturma şeklinde bile asalet vardı. İçinden kendini azarladı, bugün insanları güzellikleri ile yargılaması çok fazla olmuştu. Aslında insanların dış görünüşüne çok önem vermezdi.
"Rica ederim güzel kızım, seni buralarda pek görmedim Hilal kızımızın arkadaşı mısın?" diyerek kimin neyi olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Belki okuldan arkadaşıdır ve Hilal gibi tıp okumuştur. Öyle ise değme keyfine, diye düşünürken tekrar gülümsedi ve Hare'nin vereceği cevabı beklemeye başladı.
"Evet Hilal'in arkadaşıyım, aynı okuldaydık."
"Sen de okulunu bitirdin mi? Bu arada adın ne?"
"Adım Hare, ben cerrahım lisansımı bu yıl aldım."
Yaşlı kadın "Yaşında çok yok gibi." diye sorarken tedirgindi. Oğlundan büyük olmaması lazımdı.
"Benim durumum biraz farklı, aslında Hilal ile aynı yaştayız ben tıp fakültesini iki yılda tüm derslerimi vererek bitirdim. Okulun sağladığı bir ayrıcalık ile doktorluğa asistan olarak erken başladım. Öte yandan diğer almam gereken eğitimleri de tamamlayıp. Dört yıl cerrahi asistanlık yaptım." diyerek cümlesini tamamladığında kadın rahatça arkasına yaslandı. Kınanın sonunda Hilal'in annesi Kamer Hanım'a bu konuyu usulünce açardı.
"Tebrik ederim, başarılı bir eğitim hayatın olmuş." diyerek bir anne edası ile omzuna dokundu. Aynı anda Hare, Hilal'in kuzeni Nar'ın nefret dolu bakışlarına maruz kaldı. Sebebini anlayamasa da önemsemeyerek önüne döndü, çantasında titreyen telefonu fark ettiğinde müsade isteyerek kalkıp konağın kapısından dışarı çıktı. Arayan hastanedeki hocasıydı. Tüm ameliyat deneyimlerini neredeyse onunla birlikte yapmıştı, bir şey mi oldu düşüncesi ile telefonu açtığında artık kapıdaydı.
"Merhaba Hocam, bir sorun mu oldu?" diyerek telaş ile sordu.
"Yok, seni merak ettim. İzine çıkmışsın, haberim olmadı." diyen sesi oldukça ilgiliydi ve Hare bu ilgiden fazlaca rahatsızdı.
"Evet Hocam, Mardin'e geldim." derken etrafına bakındı. Bir sürü lüks araç içlerinde şoförleri gelen kadınların çıkmasını bekliyorlardı. Henüz yeni durmuş bir aracı fark etti ama arkasına dönmedi, muhtemelen kınaya yeni biri gelmişti.
***
Genç adam konağın kapısındaki adamlardan içeri haberini gönderdiğinde bir kenara çekilmiş telefon ile konuşan kızı fark etti. Sırtı olduğu gibi açık, kınadan çıktığı belliydi, buraya kadar her şey normaldi de o kıyafetle dışarı çıkacak cesareti nasıl bulduğu asıl merak ettiği noktaydı. Kızın yavaşça önüne dönerek içeri doğru yürümesi telefonunu kapatması ile aynı anda oldu.
Hare arabanın kapısına elini dayamış takım elbiseli adama bakarken buraya gelirken havaalanında karşılaştığı adam olduğunu anlamakta gecikmedi. Demek ki zengin birinin şoförüydü ve yüzünde sabahkinin aksine genişçe yayılan bir kızgınlık vardı.