Mardan konağı, son durumla çalkalanırken gerginlik neredeyse tüm Mardin'de hissediliyordu. Kına gecesi tüm hızı ile devam ederken, gelen haber geceye gölge düşürmesin diye saklı tutuluyordu. Koskoca Ali ağanın kızı aralarında husumet olan Zozanlara kaçmıştı.
Ahil kapıdaki adamlara annesini çağırmalarını söyleyip sabırla gelmesini beklerken neredeyse sinir krizi geçirecekti ama kendisini zor tutuyordu. Telaş ile dışarı çıkan yaşlı ve bakımlı kadın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Anne hadi eve gidiyoruz, konuşacaklarım var." diyerek sakin görünmeye çalışan Ahil, oldukça stresliydi.
"Benim de seninle konuşacaklarım var, öyle güzel bir kız buldum ki bu sefer hayır demeyeceksin. Ayrıca ne bu önemli iş sabahı bekleyemez miydi?" diyerek önemli bir şey olmamasını diledi. Hem bu kadar mühim ne olabilirdi ki.
Ahil, kızgın bir ifade ile annesine bakarak "Anne boşver şimdi, kısmet işlerini. Miray başımıza öyle bir iş aştı ki..." derken kadın elini kalbine götürdü, sonunda korktuğu başına gelmişti.
"Ne yaptı?" diye sordu ama vereceği cevabı biliyor gibiydi.
Ahil "Arabaya bin konuşalım." diyerek hızlıca arabaya bindi. Kadın da arkasından binince Ahil hızla arabayı çalıştırıp yola koyuldu.
"Zozanların oğlu ile kaçtı, Cemil görüp haber verdi sınırdan çıkarken yakaladım onları."
Yaşlı kadın "Onu o kadar uyardım, buna nasıl cesaret edebildi?" dediğinde pot kırdığının farkında değildi.
Ahil şaşkın ve kızgın bir ifade ile annesine bakarken "Bundan haberin var mıydı?" diye sordu ve annesinin evet diyen bakışlarını görünce başını yola çevirip "Bunu bana nasıl söylemezsin anne! Çevrem okumuş cahillerle dolu. Sınırın ötesi terörist kaynıyor, o iki akılsız o tarafa geçmeye çalışıyor karakolun az ilerisinde çatışma yaşandı. Ya zamanında orada olmasaydık, ne olacaktı? Ya sana ne demeli, böyle bir şeyi nasıl gizlersin?" dedi, neredeyse çılgına dönmüştü.
"Kızım nerede?"
"Şimdilik güvenli bir yerde ve yarım saat sonra aşiret toplanacak, bakalım şimdi neler olacak?"
"O kadar çabuk mu duydular?"
"Anne, her şey hemen duyulur. Bilmezmişsin gibi sorma! Hangi akla hizmet kaçtılar, töreleri bilmezmiş gibi."
"Baban vermez dedim, olanları biliyorsun Demir'in babası yirmi senedir selam bile vermez bizimkilere."
Ahil "En azından benim haberim olmalıydı, mutlaka bir önlem alırdım. Şimdi daha iyi mi oldu?" dedikten sonra hiçbir şey konuşmadı.
Konağa geldiklerinde kapıdaki adamlar hemen arabanın kapılarını açtılar. Konağın önü düğün evi gibi arabalar ile doluydu, içeride ise aşiretin büyükleri toplanmış birkaç kişi bekleniyordu. Zozanların büyüklerinden gelenler de vardı, Ahil avluya uzunca bakındı. Gözleri ona çaresizce bakan Hasan'a takıldı, içinde bulunduğu durumdan boğulacak olduğu yüzünün her karesinde belliydi.
Aşiretin ağası olarak en baş köşede yerine otururken annesi üst kata teras bölümüne doğru yol aldı. Beklenen son kişiler de geldikten sonra, büyükler konuşmaya başladı. Aslında amaç ortamı sakin tutmaya çalışmaktı çünkü ananelerine göre verilecek hüküm belliydi. Ya berdel olacaktı ya da kan akacaktı.
Büyüklerden biri korkakça Ahil'in gözlerine bakarak konuşmaya başladı çünkü son sözü Ahil söyleyecekti.
"Ağam hüküm bellidir, ya kız alıp verilecek ya da Miray ve Demir'in kanı akıtılacak."
Ahil sinirliydi "Ben on beş yaşında bir çocuğu gelin diye evime sokmam. Beni iyi tanırsınız ağalar, çocuk yaşta evliliğe ve kan akıtılmasana karşıyım. Başka bir çözüm bulun." dedi.
"Zozanlarda daha bekar kız yoktur ağam." diye neredeyse uluyan adam, Ahil'in töre tanımazlığına kin güdüyordu.
Hasan kısa bir süre yeğenini düşündü, o kendisine ağabeyinin emanetiydi. Onu bu kurtlar sofrasına meze edemezdi, gerekirse oğlu yaptığının cezasını çekecek yine de ağabeyinden kalan kıymetlisini onlara vermeyecekti. Sessiz kaldı, bir yeğenim var demedi. Hare'nin şu an kınada olma düşüncesi bir anda tüm bedeninin buz kesmesine sebep oldu onu bir an önce buradan göndermeliydi. İçinden onu kimsenin hatırlamamasını umarak dinlemeye koyuldu.
Ahil "Ne yaparsanız yapın başka bir çözüm bulun." diyerek kestirip attı ve masadan kalktı. Masadaki itiraz sesleri yükselirken aralarındaki en yaşlıca olanı "İki gün sonra aşiret tekrar toplanacak, sen iyi düşün Ahil ağa. Hüküm bellidir ve başka kanun yoktur, törelerimiz neyi gerektiriyorsa onu yapacağız." dedi ve bastonunu yere vurarak oradan uzaklaştı.
***
Düğün sabahı;
Güzel geçen bir kınanın ardından kızlar odalarına çekilip son gece çılgınlığı yapmaya başladılar. Atıştırmalıklar hazırlanmış, dedikodu kazanı çoktan kaynamaya başlamıştı. Gece sabaha kadar muhabbetler edilmiş, gelin birkaç saatlik uykusu ile zar zor kalkıp gelen kuaförün karşısına oturtabilmişti.
Saat on bir gibi gelin alayı gelip kız alması yapacaktı, nikâh ise damadın çardağına kurulan bahçede kıyılacaktı. Gelinin hazırlıkları biterken ev halkı çoktan hazırlanmış düğün alayını bekliyorlardı.
Hare odadan çıkmadan son kez kendisine baktı, telefonuna bakmak hiç aklına bile gelmemişti. Öyle güzel bir gece geçirmişlerdi ki telefonunun şarjının bittiğinin bile farkında değildi.
Geceye göre daha sade bir giysi tercih eden Hare, lacivert tafta üzerine büyük çiçekli bir elbise giymişti. Sessizce gidip arkadaşının yanında yerini aldığında davul zurna sesleri uzaklardan gelmeye başlamıştı.
Adetler yerini bulup kapı da kesildikten sonra erkek tarafı anlı şanlı gelinlerini kapıdan çıkarmışlardı. Gelin gezdirmesi yapılıp erkek tarafına varıldığında ilk olarak nikâh kıyıldı ve ardından düğün yemeği dağıtılmaya başlandı. Akşamda davullu zurnalı eğlenti yapılacaktı.
Hare arkadaşına yapılan tebrikleri uzaktan izlerken, ne çok da yorulmuştur diye düşünmeden edemiyordu. Bir ara gözü ortalarda dolaşan erkek çocuğuna kaydı onu birçok kez resimlerde görmüştü. Amcasının oğluydu, yalnızca bir kez İstanbul'a amcası ile gelmişti. Ne arandığına bakarken gözleri kesişti, heyecanla yanına koştu ve yaklaşarak sessizce "Abla babam seni çağırıyor, tez gelsin dedi." diyerek elinden tutup çekiştirmeye başladı.
***
Ahil, beyaz atını alarak haradan çıktıktan sonra en iyi böyle kafamı toplayabilirim düşüncesi ile atına yüklenerek dört nala sürmeye başladı. Daha küçükken sevdiğinden başkasını almayacağına dair yemin etmişti, şimdi küçücük bir kızı koynuna sokmaya çalışıyorlardı. Sevdiği kızı geçmişti ama o süt çocuğu ile evlenmek hayatında yapabileceği en büyük hata olurdu. Bırakacaktı hatayı eden cezasını çeksin, buranın can yakan topraklarında büyüdükleri hâlde nasıl böyle bir hata yaparlar hâlâ inanamıyordu. Bu cahil cesaretinden başka bir şey değildi.
Hare Musa'nın peşine takılmış yürürken ne olduğunu anlamak adına çocuğa "Musa amcam neden çağırdı, sana bir şey söyledi mi?" diyerek seslendi.
Çocuk bilmiş tavırları ile "Abla ulu orta amca deme de yürü! Babam her şeyi anlatacak." dedi. Çocuk ile arasında on adım kadar mesafe vardı ve Hare ayağındaki topuklu ayakkabılar ile ona yetişemiyordu. Hare tam toprak yolu karşıya geçeceği sırada üzerine doğru gelen beyaz atı fark etti. Kendini Musa'nın tarafına doğru zor bela atarken binici atının yularına asılarak atı durdurdu. Hare üzerine sürülen atın binicisine baktığında ilk önce hayal gördüğünü düşündü. Yoksa böyle bir tesadüf ancak filmlerde olurdu.