2. BÖLÜM

1231 Words
Hare kendine geldikten sonra "Öldürseydin!" diyerek cırladı. "İyi misin?" diye soran Ahil meraklı görünüyordu. "Kötü olmamı mı istedin?" Ahil, önce tedirgince kendisine bakan Musa'ya baktı ardından "Hayır, sen kimsin?" diyerek önce Haren'in sorusunu cevapladı. Daha sonrada neden sorduğuna bile emin olamadığı soruyu sordu. Hare'in alay ederek "Nüfus memuru musun?" diye sorması üzerine boş bulunarak şaşkınca "Efendim?" dedi. Hare "Kim olduğumu ne yapacaksın? Tabi eğer nüfus memuru değilsen." dedi ve ters ters bakarak Musa'dan tarafa doğru birkaç adım attı. Zaten kafası karışık olan Ahil düşünceli bir şekilde atını sürdü. Hare avludan içeri girdiğinde amcası Hasan bir oyana bir bu yana volta atıyordu. Hapse düşmüş mahkumlar gibi hem kederli hem de vakit geçsin diyen bir hâli vardı. Yaşlı adam "Kızım o telefonun neden kapalı?" diyerek yeğenine doğru yaklaştı. "Hayır mı amca, ne oldu?" "Hemen eşyalarını toplayıp buradan gidiyorsun." Hare mutsuz bir ifade ile amcasına bakarak "Bilmeden bir kusur mu ettim amca?" diye sordu. "Yok kızım, keşke kusur etseydin de seni öyle buradan gönderseydim. Dün gece herkesler kınadayken Demir Mardanların kızını kaçırmış. Başından beri karşı çıkıp onu uyardım ama dinlemedi. O kızın amcası anan ve babanın ölümüne sebep olup sonrada kendi kafasına sıktı. O gün bugündür onlarla konuşmayız, biliyorsun. Aşiret ya Zeyşan'ı ağaya berdel yapacaklarını ya da Demir ve Miray'a kıyacaklarını açıkladı. Ahil ağa çocuk yaşta biri ile evlenmem dedi bu konuda asla geri adım atmaz, yaptıklarını iyi bilirim." Hare araya girerek "O zaman Demir ve Miray ölecek öyle mi?" dedi. Hayal kırıklığı yüzünün her zerresine yerleşmişti. "Buradan gitmen lazım, eğer seni fark ederlerse aşiret kararı senin üzerinde uygular." "Böyle saçma bir şeyi kabul etmeyeceğimi biliyorsun amca." "O yüzden gitmeni istiyorum. Ben zaten sana kıyamam. O eşek herif yaptığının bedelini ödesin, her şeyi bilerek kalkıştılar bu işe." "Tamam amca, ne güzel kalacaktım. Öylesine özlemiştim ki sizi." "Ben geleceğim yanına sakın üzülme, şimdi sessiz sedasız buradan gideceksin. Zeyşan, kalk kızım koş hemen kimseye belli etmeden ablanın çantalarını gelin evinden al." demesi ile Zeyşan fırlayarak gelin evine doğru yol aldı. Hare eğer küçük çantasına yalnızca telefonunu koymamış olsaydı arkasına bakmadan şu an buradan gidebilirdi ama doktorluk kimliği de dahil her şeyi cüzdanının içerisindeydi. *** Zeyşan yarım saatin sonunda elindeki lacivert valiz ile geri döndüğünde babasının söylediği ilk şey "Ne yaptın? Dikkat çekmeseydin, benim akıllı kızım." oldu. "Sadece birkaç çalışan vardı evde, eşyaları alacağımı söyledim. Neden diye sordular, doktor ablanın işi çıkmış acele dönecekmiş dedim." "Aferin kızım," dedi ve yeğenine dönerek yüzünü avuçlarının arasına alıp "Hare canım kızım, gözümün ışığı. Seni şimdi güvendiğim bir adam ile Diyarbakır'a yollayacağım oradan İstanbul uçağına bineceksin. Hiç oyalanmadan seni buradan göndermem lazım." diyerek alnından öptü. Hare "Tamam, amca. Lütfen üzülme!" dedi ve buğulu gözleri ile kederden kan çanağına dönmüş olan gözlere baktı. Amcası ona git derken kendisini hiç sevmediği biri için feda edemezdi. Hüzünlü görüşme anları bitikten sonra kapıya yöneldiler ve açar açmaz Mardanlar'ın sağ kolu Cemil ile karşılaştılar. Cemil'e suç üstü yakalanmış olduklarını hissederlerken kalpleri sanki buz tutmuştu. "Ali ağa Hasan'a söyle gelsin dedi, aşiret büyükleri toplanacakmış. Unutmadan, yeğeni hiçbir yere gitmesin diye özellikle söylememi istedi." dediğinde omuzları düşen yalnızca Hare değildi, amcası da bitmiş görünüyordu. Amcası yeğenini kaçıramamış olmanın ağırlığı ile Cemil'in peşinden Mardanların konağına doğru giderken kendini çaresiz hissediyordu. Şimdi verilecek hüküm son hükümdü. Bir sonraki gün toplanacak olan aşiretin bugün toplanmasında ki tek sebebin yeğeni olduğuna emindi ama bunu kabul etmek istemiyordu. Hare amcasının arkasından bir koltuğa çökmüş hiç konuşmadan gelmesini beklerken başına neler geleceğini düşünüyordu. *** Konak'ta herkes geçen akşamki gibi yerini aldığında verilecek olan karar büyükler tarafından tartışılmaya başlandı. En yaşlı ve törelere sıkı sıkıya bağlı olan adam sininirden ekşiyen bir yüz ifadesi ile "Neden bir yeğenin olduğunu bize söylemedin Hasan efendi?" diye sordu. "Bu aileye ben kardeşimi ve karısını kurban verdim kızlarını da veremem. Hepiniz bilirsiniz ki Ali ağanın kardeşi Reşat evli olduğu hâlde kardeşimin sözlüsüne göz dikmiş ve ikinci kadın olarak almak istemiştir. İstediğini alamayınca da hırs edip bir gece sarhoşken hem onların hem de yeğenimin canına kıymıştır. Daha hayatlarının baharında birkaç yıllık evliyken, daha birbirlerine doyamadan onlara kıymıştır. Benim yeğenim bir kez daha bu ailenin kurbanı olsun istemedim. Bu oğlumun canı için bile olsa razı değilim, töreleri bilirler. Yaptıklarının ne ceza getireceğini de düşünerek kaçmışlardır." dedi ve içi yana yana bütün aşiret ağalarına rest çekti. Ahil karşısındaki adamın kaderini görüyor, bu acıya rağmen evladını feda etmesine hayranlıkla bakıyordu. Her ne olursa olsun Ahil kan dökülsün istemiyordu. Kendi yaşına uygun bir aday çıktığından beri onun da aklı fazlası ile karışmıştı. Bu her şeyi değiştirirdi ama adamın haklılığı karşısında diyecek pek bir laf bulamıyordu. Yaşlı adam bastonunu sitemle yere vurarak tekrar konuşmaya başladı. "Geçmiş geçmişte kaldı, Reşat da canına kıyarak arkasında bir yetim bıraktı. Bu tamamen farklı bir konudur, ikisini birbirine karıştırmayasınız. Sen ne dersin Ali ağa? Eğer sen de aynı fikirdeysen verilecek hüküm bellidir. Yine de son karar aşiretimizin başı olarak Ahil ağanındır." diyerek topu doksandan Ahil'e gönderdi. Ali ağa oğlunu iyi tanırdı o buradaki kimseye benzemez, yarı genlerini kendinden alsa da bir yanı olduğu gibi annesinin tarafıydı. Ali ağa ne dese oğlunun kararını değiştiremeyeceğini biliyordu. Sen bilirsin diyerek anlamsız bir ifade ile oğlunun gözlerine baktı. Ahil aynı anda başını teras katında verilecek hükmü korkuyla dinleyen annesine kaydırdı. Yapma diyen bir ifade annesini perişan bir hâlde gösteriyordu. Derin bir nefes aldı ve başını kaldırarak insanların sabırla beklediği cevabını verdi. "Berdel kabulümdür." Aşiret verilen hüküm ile rahatlarken Ahil haraya geçip atını aldı kendisini rahatlatırcasına sürdü ve sürdü... *** Hare açılan kapı ile oturduğu koltuktan sıçradı amcasının iki dudağı arasından çıkacak kelimeleri sabırla beklemeye başladı. Amcası acınılası bir hâl ile konuşmaya başlarken Hare diyeceklerini hissetmiş gibi tekrar kalktığı yere oturdu. "Aşiret berdel kararı aldı, Ahil ağa da kararı kabul etti. Birkaç gün içinde düğün olcak, kızım affet koruyamadım seni." diyerek başını önüne eğen adam ölmek istiyor o anı görmek istemiyordu. Oğlu adına sevinse de yeğeni adına içi parçalanıyordu. Mardin'de yaşamasa da törelerin hükümlerini iyi bilen Hare kaçıp gitse bile onu bulup canına kıyacaklarını biliyordu. Ve sonunda töreye bir kurban daha verilmişti. İtiraz edemedi, etse bile buna gücü yoktu. Eğitim hayatı, İstanbul'daki yaşantısı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip gitti. Tutku ile bağlı olduğu hayatı bir dakikada başkasının eline geçmişti. Belki bir daha doktorluk bile yapamayacaktı, buradaki köhneleşmiş beyinleri iyi bilirdi. Burası hemşire ve doktor olmuş bir sürü kızın okulu bitirince zorla evlendirildiği yerdi. Okuduğu yerde kalıp hayatını çizenler onların aralarında en şanslı olanlarıydı. "O ağanın..." diyecek oldu ama sustu. Hiçbir şey yapamazdı, Allah bilir hangi yobaza ve yaşlı ağaya gelin gidecekti. Acaba Demir'in kaçırdığı kız kaç yaşındaydı, ya abisi bu zamana kadar evlenmediyse o kaç yaşındaydı? Yaşı çok ise neden evlenmemişti, yoksa kuma olarak mı gidecekti? Kafasındaki deli sorular ile banyoya gidip yüzünü yıkadı ardından günlük rahat bir elbise giyerek terasa çıktı. Manzarayı izlerken sevdiği ile evlenen Hilal'i düşündü vedalaşmadan gittiği için kendisine kızmış mıydı? En az onun kadar sevip mutlu olacağı bir evlilik hayal etmişti ama bu hayali asla gerçek olmayacaktı. Biraz hava almak istediğini düşünerek önce amcasından müsaade istedi ardından kendini sokağa atarak yürümeye başladı. Küçükken arkadaşları ile gittiği tepeye vardığında dalına çıkarak manzarayı izlediği ağacı gözleri aradı. Bıraktığı gibi uçuruma karşı orada durmuş sanki onu bekliyordu. Hızlıca ağaca doğru yaklaşıp üzerine tırmandı ve uçuruma doğru uzanmış dalına oturarak manzarayı izlemeye koyuldu. Küçükken onu tartan bu dal da onun gibi büyümüş ve kalınlaşmıştı. Kim bilir belki kırılıp onu uçuruma doğru atardı. Dalmış ve manzarayı izlerken kötü denilebilecek sesi ile şarkı mırıldanıyordu. Sesi topraktan gelen at adımlarına karıştığında başını aşağıya çevirip gelenin kim olduğuna baktı. Dünden beri karşısına çıkıp duran adamdan başkası değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD