3.BÖLÜM "AVUKAT MI?"

2169 Words
Yarım saat öncesine kadar yanımda olan adamın sesini işitince gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oldu. Defne’nin suratındaki hayret dolu ifadeden arkamda kalan manzaraya dair bir şeyler çıkartmaya çalışıyordum. Şimdi işimiz bitti der gibi alt dudağını dişledi ve kafasını onaylamaz anlamda salladı. Adamın dedikodusunu yaparken yakalanmamışım gibi kendimi toparlayıp büyük bir hızla arkamı döndüğümde hemen kapının solundaki devasa oyuncak ördeğin yanında dikiliyordu. Onu çocuklar için almıştım. Pastanenin önünden geçerken camdan görüp içeri girmek için anne babalarını zorluyorlardı ve bu sayede insanların pastaneden bir şeyler almaya niyetleri olmasa da girip birkaç parça yiyecek alabiliyorlardı. Bir nevi satış stratejisi uyguluyordum işte. Kendini beğenmiş bir tavırla yerimden kalkıp arkaya döndüğümde ellerim küçük en ceplerimi bulmuştu. Timur da aynı şekilde ellerini kaliteli kabanının ceplerine soktuğunda sert çehreli suratı hafif açıyla sağa doğru düşmüştü. Bakanı girdap gibi içine çeken puslu gözlerini bakışlarımdan bir an olsun çekmiyordu. “Siz söylüyorum Işık Hanım. Hakaret davalarından haberiniz var mı?” Ağzım hayretle açık kaldı ve ardından kendimi toparlayamadan iki elimi de belime yerleştirdim. “Ben size hakaret etmedim ki!” Histerik bir tavırla gülümsedi “Peki, az önce yaptığınız neydi?” “Hakaret olsa yüzünüze karşı söylerdim. Ben sizin arkanızdan konuşuyordum!” Timur sanki istediğini elde etmiş gibi gülünce bir an ağzımdan dökülenlere inanamadım ve hayretle defneye döndüm. Dudaklarını sertçe birbirine bastırmış, utanarak ifademi izliyordu. Daha çok şimdi sen ne halt etmeye böyle konuşuyorsun der gibi bakıyordu, eh, biraz da benden utanır gibi! Yani… Çok haksız da sayılmazdı sanki. Göğüs kafesimi hiddetle şişirten soluğu aldığımda belimdeki ellerimi sıklaştırdım ve tek kaşımı kaldırarak öfkeyle konuştum. “Asıl siz sapıkların kaç yıldan yatmaya başladığını biliyor musunuz?” Bakışları kısıldı, tek kaşını kaldırarak şaşkınca “Sapık mı? O da nereden çıktı?” Dedi. “Bir yerden çıkmadı.” Elimi kaldırıp boylu boyunca bedenini gösterdim. “İşte tam da karşımda duruyor. Önce arabanızla bana çarptınız, ardından da utanmadan gittiğim yere kadar takip ettiniz. Ben sizin yalnızca dedikodunuzu yaptım. Kendini gelip duymaya çalıştınız” Omuz silktim “Yapmasaydınız canım.” Onay almak için kafamı çevirip Defne’ye baktığımda sertçe soludu ve bakışlarını yere eğerek eliyle alnını tuttu. Eyvah… Yoksa iyice batırıyor muydum ne? He? Hareketlerinden daha çok takdir etmek bir yana… Benden utanıyor gibiydi. Her neyse. Benim onay almaya ihtiyacım yoktu ki. Gayet de mantıklıydım bence. “Çarpmak mı? Niye bu kadar basite alıyorsun ki? Ben sana çarpmadım, ezdim geçtim, ameliyatlık oldun hatta, neden bu kadar hafife alıyorsun başına gelenleri?” Defne kendini tutamayıp kıkır kıkır gülmeye başladığında sertçe bir soluk aldım ve kollarımı göğsümün altında bağlayıp kafamı onaylar anlamda salladım. “Demek şikayetçi olmamam size yaramamış. Bu vasıtayla haddinizi ne kadar da aşabildiğinizi de görmüş olduk.” Gülümsedi. “Hanımefendi, yanlış anlıyorsunuz ama ben sizi takip etmedim.” “Takip etmediniz mi?” Hayretle tezgâhın arkasından çıkarak karşısına geçtim. Bu sefer dik durduğum için aramızdaki boy farkını daha net görebiliyordum, her türlü benden bir buçuk karış kadar uzun kalıyordu. “O zaman burada ne işiniz var?” Suratındaki ifade masumluğunu korudu “Sadece biraz poğaça almak için gelmiştim.” “Ne?” Diye şakıdım hayretle. “Yani bunun büyük bir tesadüf olduğunu mu söylüyorsunuz?” Daha neler der gibi gözlerimi devirdiğimde her ne kadar Timur’a karşı ön yargılı olsam da ifadesi masumluğunu öyle taze koruyordu ki eğer usta bir oyuncu değilse kesinlikle doğru söylüyordu. “Evet. Hem neden takip edeyim ki? Ne çıkarım olacaktı? İtham ettiğin gibi bir sapık değilim.” Gözlerim kısıldı, onun da aynı şekilde. Sakince devam etti. “Yoksa ilk görüşte, pardon ilk çarpışta sana âşık olduğumu mu sandın? İlk görüş? İlk çarpış? Ah… Arabayla beni kaldırıma düşürmesinden mi bahsediyordu? “Bakıyorum da ciddi olduğunuz kadar da espritüelsiniz de.” “Sizde yola atladığınız kadar da hayalperest.” Gözlerimi devirdim. Hayalperest mi? O da neydi. Hayallerle işim bile olmazdı. “Her neyse. Hangi poğaçadan istiyorsanız söyleyin vereyim, aramızdaki bu seviyesiz münasebet son bulsun artık.” Rahatsız olacağım şekilde gülümsedi ve iki adım atarak hemen ötemde kaldı. “Sanmıyorum.” “Nasıl yani?” Kaşlarımı çattım “Sanmıyorum derken?” “Bana söylediklerinizi yutup hayatıma kaldığım yerden devam edeceğimi düşünmüyorsunuz herhalde?” Gülümsedim. “Dedikodunuzu yaptığım kısımdan mı bahsediyorsunuz? Söylediğim gibi suratınıza karşı hakaret etmedim. Bu yüzden beni suçlayamazsınız. Ama bu kadar çok zedelendiyseniz hislerinizi ağlayarak günlüğünüze yazabilirsiniz.” Pişkince kafamı onaylar anlamda salladığımda kollarım göğsümün altında bağlıydı. “Dedikodumu yaptığınız kısım mı? Hayır, bu sefer ondan bahsetmedim. Az önce beni sapık olmakla suçladınız, üzerime asılsız bir iddia da bulundunuz.” Timur gerçekten de sabrımı fazlasıyla zorlamaya başlamıştı. Göğsümde biriken soluğu öfkeyle bıraktım, artık günah benden gitmişti. “O halde sıralamaya baştan başlamaya ne dersiniz? İlk başta trafik kurallarına uymadan sokak arasında gereksiz hız yaparak canıma kasteden sizdiniz. Madem bu kadar ısrarlısınız mahkemeye gitmeye, o halde kendinize iyi bir avukat tutsanız iyi edersiniz. Normalde ikna olmuştum, şikayetçi olmayacaktım ancak siz zorladınız.” Nefes nefese kalmıştım. Duruşumu düzelterek devam ettim. “Ayrıca suç ve ceza kanunundan fazlaca iyi anlarım. Kendinize şimdiden sağlam bir avukat tutmanız yararınıza olur.” Konuşmam bittiğinde gözlerim irice açık kalmış, dudaklarım orta yerinde toplanmıştı. Gözlerimi ritmik sürekle kırparak ona sudan çıkmış balık gibi bakıyorken kabanının iç cebinden bir kartvizit çıkartıp göğsüme doğru uzattı. Uzattığı karta deli gibi bakmak istesem de ilgisizmiş gibi davranarak bakışlarımı gözlerinde tutmaya devam ettim. “Ben Avukat Timur Arslan. Ceza Kanunları konusunda artık tartışmanın pek de anlamı kalmadı sanırım?” Dudaklarım hayretle aralandı, işte bunu kesinlikle beklemiyordum. Tam anlamıyla şaşıp kaldığımda göğsümün tam ortası bıçakla kesildi sanki. “Bu seferlik sizi maruz göreceğim ama bir dahakine ihtiyacınız olursa kartvizitim sizde kalsın. Bu gidişle adliyeye muhakkak uğrayacağınızı öngörüyorum.” Son söyledikleriyle dudaklarım daha da aralandığında en son bademciklerimi görmek istemeyeceğini düşünerek ağzımı geri kapattım. Kartı almayınca yanımdaki tezgâha bıraktı ve bir adım geri çekilerek başıyla selamladı. “O halde ben artık gideyim.” Ardından cevap dahi vermemi beklemeden çıkıp gittiğinde hayretler içerisinde öylece bakakalmıştım. “O bana ne dedi ne dedi!” İşaret parmağımı amaçsızca kaldırdığımda öfkeyle soluyor, boş pastanenin girişine bakarak kendi kendime sayıklıyordum. “Geri zekâlı ya. Neymiş, benim adliyeye işim muhakkak düşermiş, evet! Senin gibi şehir magandalarına rastlamaya devam edersem benim işim muhakkak oraya düşer. Çıkamam mahkemelerden!” “Hayatım sakin ol!” Defne hızla tezgâhın arkasından çıktı ve koşturarak karşıma geldi. “Hem duymadın mı adam Avukatım dedi. Sen de arkasından küfredip duruyorsun.” “Yahu yüzüne mi söylüyorum sanki? O da dadanmasın kapımın önüne meraklı karılar gibi.” “Hayatım ne meraklı karısı? Duymadın mı adam poğaça almaya gelmiş, yazık, alamadan da gitti…” Bakışlarım kısılarak Defne’nin şekilden şekle giren ifadesini izledim ve esrarengiz bir ses tonu kullanarak ona laf dokundurdum. “Ne kadar da üzücü ya… Ne yapacağız şimdi biz Defne? İstersen peşinden git de adama poğaça götür yazık, birine arabayla aç acına çarpmasın, ya da bana tokken dava açsın değil mi?” Gözlerini devirerek yanımdan geçti. “Aman Işık sende ne abarttın ya! Adam ciddi miydi sanki? Öylesine takılıyordu sana sen de her şeyi ciddiye al.” “Takılamaz kardeşim takılamaz! Bana herkes takılamaz. Salak adam ya sabah sabah nasıl da sinirimi bozdu. Aptal, aptal aptal!” Diyerek arkamı döndüğümde pastaneme giren altı yaşlarındaki bir çocukla göz göze gelmiştim. Ürkek ifadesiyle suratıma baktıktan sonra birden yüzü buruştu ve yüksek sesle ağlamaya başladı. “Ay…” Anında ciğerlerim parçalanmıştı. Yanına doğru koşturduğumda içim cız etmişti. “Ay günahsızım benim kıyamam sana!” “Emre! Ne oluyor sana böyle?” Hemen peşinden annesi girdiğinde oğlunun başına atmaca gibi üşüşmüştü. Emre işaret parmağıyla üzerimi gösterip sertçe ağlayarak aşağı doğru kıvırdığı dudaklarını araladı. “Ördeğe bakmak istemiştim, bu kadın bana birden aptal diye bağırmaya başladı. “Ne!” “Ne!” Emre’nin annesiyle beraber aynı anda bağırdığımızda benimki hayret, onunkisi ise yoğun bir nefret barındırıyordu. “Sen kim oluyorsun da benim çocuğuma aptal diye bağırıyorsun be! He? Kendine gel kendine!” “Hanımefendi, sinirinizi anlıyorum ama sakin olun lütfen, olaylar inanın bu şekilde gelişmedi.” Kadın birden deri değiştirir gibi surat değiştirmişti sanki. Çocuğunu korumak için birden pençelerini çıkartmıştı. “Sen benim çocuğuma yalancı mı diyorsun!” Diyerek üzerime doğru gelince Defne küçücük boyuyla aramıza girmişti. “Hanımefendi lütfen sakin olun ben sizden arkadaşım adına çok özür dilerim.” “Özür mü?” Dedim hayretle. “İyi de ben bir şey yapmadım ki?” Defne bana göre bir hayli güçsüz olan dirseğini karnıma geçirince hazırlıksız yakalandığım için kısa süreliğine de olsa nefessiz kalmıştım. “Özür falan anlamam sizi dava edeceğim!” Ne? Dava mı? Gerçekten de daha şimdiden mahkemelik mi olacaktım? Defne omzunun üzerinden kafasını çevirip suratıma kısa bir bakış attı ve ela gözlerinde parlayan yoğun kırıntılarla beraber ağzının kenarıyla tısladı. “Sen karışma.” “Bir yanlışlık oldu. Ben arkadaşımla kavga ediyordum, o bana bağırıyordu ve Dünyalar tatlısı çocuğunuz ne yazık ki bizi yanlış anladı, istemeden de olsa yaşattığımız mağduriyetten dolayı önce bu küçük beyefendiden, ardından da sizden içtenlikle özür dileriz.” Kadının Defne’nin sakin sesini işitirken az da olsa yatışır gibi oluyordu. Arada benimle göz göze gelecek gibi olduğunda bakışları irileşecekken hemen gözlerimi kaçırıyordum. Şimdiden o aptal adamın haklı çıkmasına inanamıyordum. “Peki çocuğumun psikolojik sarsıntısını nasıl gidereceksiniz?” O sırada büyük peluş ördeğin hemen yanında duran Emre’nin ağlaması yatışmış, suratı az da olsa normale dönmüştü. “Onu mu? Şey…” Defne düşünürken birden gözleri parladı. “Tabi ki karşılayacağız, Emreciğim?” Dedi ve dizlerini kırarak çocuğun boyuna geldi “Sen çok mu beğendin bakayım bu ördeği?” Yapacağı hamlenin devamını tahmin ettiğim için gözlerim hayretle belermişti. Tam dudaklarımı aralayıp Defne diyecektim ki hissetmiş gibi omzunun üzerinden bana öldürücü bakışlarını atarak susmamı sağladı. “Al o halde senin olsun.” Emre’nin suratı içtenlikle gülümsediğinde Defne devasa ördeği annesine veriyordu. “Buyurun lütfen hediyemiz olsun.” Defne’nin hediyesi Emre’nin annesinin de hoşuna gitmişti. İstemsizce de olsa çocuğu ağlattığım için bende sevinmesiyle rahatlamıştım ama yine de o ördek… Hediye olarak benim için çok pahalıydı… Bu dükkân için alırken bile zorlanmıştım. Bu gidişle hiç büyüyemeyecektim… Sürekli kaybediyordum, eksilerdeydim. “Şimdi kendini daha iyi hissediyor musun Emreciğim? Hem artık yanlış anlamadın değil mi bizi? Ablan bana kızmıştı sana değil, lütfen bu yüzden kötü etkilenme olur mu?” Emre annesinin kucağındaki sarı tüy yumağına hayranlıkla bakarak ördeğin ayaklarına dokundu. “Tamam, etkilenmem. Ördek için de teşekkür ederim…” “Rica ederiz, ne demek. Pastanemizdeki yiyeceklerimiz için de bekleriz, yine gelin lütfen…” Emre’nin annesi yırtıcı bakışlarını son bir kez üzerime diktikten sonra kafasını çevirip yanımızdan çekip gittiğinde ördeği güçlükle taşıyordu. Dudaklarımı acı içerisinde buruşturarak cam kapıdan uzaklaşan bedenlerini izledim. “Dokuz ay taksitle aldığım sevgili ördeğim…” “Belki de seni dokuz ay hapis yatmaktan kurtardı.” Defne’nin sesiyle beraber girdiğim hülyalı hüzünden sıçradığımda dudaklarım orta yerinde büzüşüp kalmıştı. Ardından ona döndüm ve olağan ifademle şakıdım. “Defne ne saçmalıyorsun Allah aşkına! Ben bu çocuğa mı bağırdım sanki he? Kadın beni dava etse bile kendimi savunabilir, haklı çıkardım.” “O sırada çıkan yaygara ne olacak peki Işık Hanım? Zaten üç beş kuruş kazanıyoruz iyice adımızı mı çıkartacaksın? Ocağımıza incir ağacı mı dökeceksin Işık?” Evet, ne yazık ki bir bakıma haklıydı tabii ancak haklıyken haksız duruma düşmek bende boğulma hissi uyandırıyordu. Kendimi gerçekten de iyi hissetmiyordum bu şekilde. Yine de bu seferlik fazla da sorun değildi çünkü her ne kadar istemeden de olsa Emre’yi ben ağlatmıştım. Bu yüzden sevinmesi içimi rahatlatmıştı. Çocuklar her zaman hassas noktam olmuştu, onları seviyordum ve hiç üzülmesinler istiyordum. “Sen iyisi mi bu kartviziti güzelce sakla Işık, yoksa bu gidişle gerçekten de iyi bir avukata ihtiyacın olacak.” Defne tezgâhın üzerinden kartviziti alıp bana doğru tuttuğunda kısa süreliğine dalgınlığıma geldiği için ne demek istediğini anlamamıştım. Ardından bir önceki olayım zihnimde canlandığında istemsizce parmaklarım ona doğru kalktı ve ardından hızla geri indi. “Saçma sapan konuşma Defne.” Omuz silkerek onu geri tezgâha bıraktı ve önlüğünün arka bağcığını çözmeye başladı. “Kurabiye kazımayı bitirdim. İzninle şimdi sevgilimle görüşeceğim. Sana altındaki eki yapman için bol şans.” Göz kırparak içeriden çantasını alıp ışık hızlıyla yanımdan geçerken yanağımdan makas almıştı. Hareketlerini yakalayamadığım için ablak ifademle arkamı dönüp cam kapıyı açışını izlediğimde bir şey unutmuş gibi kafasını salladı ve omzunun üzerinden bana doğru dönerek gözlerini kırptı. “Bu arada…” Kafasını salladı. “Ben yokken uslu dur olur mu? Yine olay çıkartma ve davalık olma. Bu sefer yanında olmadığım için mahkemelik olmanı engelleyemem.” “Ya! Zilli seni!” Az önce çıkartıp tezgâha attığı önlüğünü tutup üzerine doğru fırlattığımda kıkırdayarak kapıdan çıkıyordu. “Sanki ikisinde de ben suçluymuşum gibi akıl veriyor bir de arkamda duracağına! Haspam! Ne olacak?” Ardından onaylamaz anlamda mırıltılar çıkartarak ellerimi belime yerleştirdiğimde her yerim birden ağrımaya başlamıştı. “Arkadaş olacak bir de. Arkadaş değil de hasmım sanki.” Abarta abarta söylenmeye devam ettiğimde yavaşça boynumu kütletiyordum. “Ne gündü ama ya… Şaka maka bir günde iki sefer davalık oluyordum. Kendi kendime istemsizce gülümsediğimde tezgâhın üzerindeki altın kaplamalı kartvizit gözüme çarptı. Şöyle bir etrafıma bakındıktan sonra istemem yan cebime koy der gibi yanına yaklaşıp tek olduğumu bilsem de kendimce tekrardan emin olduktan sonra kartı alıp incelemeye başladığımda içimde garip bir kıpırtı olmuştu. Üstünde yazılanları ve yerini okuduğumda garip oldum. Sanki o anda atmosfer değişmişti ve ben… Garip bir şekilde ileriki zamanda ona gideceğimi hissettim. Soğuk soğuk terlemeye başladığımda kendime engel olamadım ve adını tekrardan okudum. “Avukat Timur Arslan”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD