“Dayeeee...” (Anneee) diye avazım çıktığı kadar bağırdım konakta. “O şıllık Yaren yüzünden niye ben yanıyorum” diye sicim gibi akan gözyaşlarımı sildim.
Ağabeyim ve Berivan yengem de hızla çığlığıma indiler aşağıya, deli gibi oradan oraya avluda tur atıyordum. Polat ağabeyim beni tutmaya çalışsada nafileydi. Ben onlar yüzünden resmen ölüme gönderiliyordum. Aklımı yitirecektim, hepsini tek tek öldürmek istiyordum.
“Sakin ol ne bu haller” diyen halam kollarını göğsünde kavuşturarak bana üstten bir bakış attı “Koskoca Boran Turan seni almış, daha ne istersin keçemın”
“Almasın, beni al diyen mi var? Beni kimse almasın! Ben oradan oraya sürükleyecekleri bir mal değilim” diye bağırdım. Mutfakta ki çalışanlar da dışarı çıktı ve şokla bizi izlemeye başladılar.
Elini ağzına kapatan halam büyük bir bağırışla “Yoksa sevdiğin mi vardır senin? Ondan mı bu hallerin ha? Seni arsız”
Gözlerimden ateş çıksaydı şayet şimdi halamı bu sözlerinden sonra cayır cayır yakmış olurdum. Dişlerimi sinirle ve öfkeyle sıktım, “seni var ya...” diye ona doğru koşuyordum ki ağabeyim önüme geçip belimden sarılarak beni geri çekti. “İlla kabul etmiyorum diye sevdiğimin mi olması gerekiyor?” diye çığırdım, ağabeyim beni bıraksaydı yemin ediyorum ki bu zamana kadar içimde halama karşı ne kinim varsa saçına yapışarak çıkarırdım. Bu zamana dek çok çektirmişti bize, özellikle de bana. Ne derdi vardır bilmiyorum ama artık yetmişti. Büyük falan dinlemeyip yapışacaktım boğazına.
“Bırak beni...” diye tepindim kolları arasında, ama bir milim dahi gevşetmedi, eğer ki bir yolunu bulsaydım karşımda sırıtan halamı öldürürdüm.
“Keçemın (kızım), dur ne olur yapma. Yapma yavrum” diye arkamdan feryat eden annem ile de durasım yoktu. Öfkemi bir şekilde çıkarmak istiyordum. Ağabeyimin kollarına üst üste vurarak “Ne olur bırak, bırakta öldüreyim” diye gözyaşlarım arasından bağırdım.
“Ne oluyor burada?” diyerek aşağıya merdivenlerden ağır ağır adımlarla yaşlı dedem indi. Yüzünde ki kırışıklıklara eş olarak kaşlarını da çatmasıyla daha da sert tavrına girdi. “Ne bu bağırış, deyin hele. Neyi anlaşamıyorsunuz? Sesiniz sokaktan duyulur olmuş. Burası Şahmeran Konağıdır.” Deyip merdivenleri bitirip holün girişinde durduğun da tüm gözler dedeme çevrilmişti.
Yaşlarla dolu gözlerimi hırsla silip nefretimi hedefi olarak bu sefer de dedemi koydum “Ne mi oldu?” dedim kaşlarımı hayretle havalandırarak, “beni göz göre göre ölüme gönderiyorsunuz daha ne olsun?”
“Aşiret ağaları böyle uygun gördü, ne olmasını istiyorsun, Polat ölsün mü istiyorsun?” diye kalın sesiyle sinirle bağırdı.
“Onu öldürmüyorsunuz ama beni hemen gözden çıkartıyorsunuz. O zaman yerinde dursaydı da Yaren’in lafı çıkmasaydı, beni de bu cehenneme göndermeseydiniz” diye haykırdım.
“Gülnihal.” Diye bağırdığın da yerimde irkilip gözlerimi kırpıştırdım. Ama dik duruşumdan bir gram bile ödün vermemiştim. “Kendine gel. Senin karşında büyüğün var, haddini bil öyle konuş.”
“İstemiyorum dedim size. Ben Boran’la evlenmek istemiyorum diyorum. Zorla evlendiriyorsunuz. Nasıl susmamı beklersiniz.” Diye bağırdım. Sesimi öyle çok yükseltmiştim ki, boğazım şimdiden tahriş olmaya başlamıştı. “Susacaksın, öyle yada böyle susacaksın. Elimde kalırsın Gülnihal”
Histerikçe güldüm, bu yaşadıklarım kaderim miydi? Yoksa beni kader diye gözden çıkarmaları mı? Bu kadar mı değersizdim. Bu kadar mıydı gerçekten? Delirecektim, herkesi her şeyi yakıp yıkmak istiyordum.
“Hayatımı mahvettiniz, beni zaten öldürdünüz, çekin tetiği öldüründe bari bende kalan şu son nefesimi de siz alın” diye ağabeyimin kolları arasına bedenimi bıraktım, Gülnihal Gülnihal diyen annem ve ağabeyimle gözlerimi yumdum.
Ben ne Boran Turan’a eş olurdum ne de kadınlık yapardım. Nefret ettiğim adamla evlenmeyecektim.