Bölüm 2

1624 Words
20.09.2013 Cuma Bir çift kara gözle karşılaştı maviler. Görünmez bir bağ oluştu. İlmek ilmek ördü aşk ağlarını. Onlar önce sınanacak sonra mutlu olacaktı. Sevdaları o kadar yüce olacaktı ki... Adamın içi titredi. Gözleri mavilerin arasına sızmış beyaz çatlaklar olan parlak bir ayna gibi kendisini yansıtmışlardı ve ilk defa böyle güzel görmüştü. Bir ömür gök yüzündeki yıldızlar gibi gözlerinde asılı kalabilirdi. Bir insan başka bir insanı sadece mavilerine hapsolarak sever miydi? O sevmişti... Soluksuz kaldı Nefes. Oysaki nefesi olacaktı. O kara gözler bir kara delik gibi içine çekmişti. Soluksuzca o kara gözleri izlediğinin farkında bile değildi. O anların muazzamlığında sarhoş oldu. Ödülü bu kara gözler olacaksa bütün sınavlara razı gelirdi. Belki de bilmeden kaderine boyun eğdi. Genç adam kızın rengi değişmeye başlayan yüzünü görünce endişe damarlarına sızdı. Ne oluyordu? Neden bembeyaz olmuştu? Hareketsizce durması normal miydi? O nefes almıyor muydu? Gerçekten de solunum yapmıyordu! "Hey! Hey iyi misin? Nefes al! Kendine gel! Nefes al!" Bir yandan genç kızı sarsıyor bir yandan da duyup nefes alması için sesleniyordu. Tek uğraşanın kendisi olması ve etraftakilerin film izler gibi bakması sinirini bozasa da aldırış etmedi. Genç kız nefes almalıydı. Öte yanda genç kız soluk almayı unutmuştu. İlk defa yaşadığı bu yakınlık aklını almıştı. Bir erkekle bu kadar yakın olmak nasıl bir şey bilmezdi. Hiç olmamıştı ki. Biran bir çift kara gözle bu kadar yakın olmak kalbini tekletmişti. Bu alışık olmadığı yakınlık afallamasına sebep olmuştu ya neyse. Genç adam daha da sarsmaya devam etti. Onu kurtarmak için elindeki adamı kaçırmıştı ama şimdi kadın yine ölmek üzereydi. Delirse yeriydi. Elinde kalan koca bir sıfırdı. Oysaki görevi gereği o adamı yakalamalıydı. Şimdi bu genç kadın yoluna taş koymuştu, iyi mi? Bir de durduk yere komutanından azar yiyecekti. Bakışlarında kaybolduğu sonunda kendine geldi. Nefes almayı aklına getirebildi ve adamın kendini sarsmaları sırasında ciğerlerine derin bir hava çekti. Etrafını izledi. Şu an yeniden doğmuş gibiydi. Masum, saf.. Onun bu hali komutanın yüreğini dağladı. Nasıl da masumdu? Hiç günahsız, sabi, dünyanın kötülüklerinden uzaktı. Bir şey demeliydi galiba? Öyleydi değil mi? Neydi? Komutan önce soruyu hatırladı. Sonra sesini buldu. "İyi misin küçük kız?" Komutana göre küçüktü. Belliydi. Uzun boylu olmasına rağmen 18-20 yaşında ya var ya yoktu. Şevkatle gülümsedi. Biran kendisini küçük kızın abisi gibi hissetti. "İyiyim. Sağolun." Gülümsemeler karşılıklı oldu. Bu yakışıklı adam kendisinden büyüktü. Acaba kaç yaşındaydı? Tahminince 25 felan vardı. Beyhunde bir çabayla abi gibi görmek istedi. Onlar gülümseyerek birbirine bakarken arkalarından bir erkek sesi daha geldi. "Yakalayamadım Doruk." Genç adam tiksintiyle yüzünü buruşturdu. Hiç sevmezdi ismini ama bu onun görevlerde kullandığı adıydı. Söz konusu vatan olunca boynu kıldan inceydi. Her şeyi kabul eder, her şeyi yapardı. Ölmek ve öldürmek en başta geliyordu. "Tamam Memati." "Ne oldu? Kim bu küçük?" Nefes gözlerini devirdi. Gerçekten o kadar küçük mü duruyordu? 17 yaşındaydı. Çocuk değildi ki! İkisi de küçük demiş, öyle görmüşlerdi. "Küçük değilim ben! Bana küçük deyip durmayın! 17 yaşındayım." "Ooo pek de büyükmüşün. Abla mı, desem bilemedim!" diye alayla cevap verdi Memati. Onlara göre küçüktü genç kız ve o yüzden öyle seslenmişlerdi. "Memati!" diye uyardı onu Doruk. Kendisine küçük denmesi elbette rahatsız edebilirdi. Böyle şeyler bu yaşlarda oluyordu. Gençler kendilerini olduğundan büyük görmek istiyordu. "Kusura bakma. Adını bilmediğimiz için öyle dedik. Zaten bize göre küçüksün." Nefes'i adamın samimi tavırları rahatsız etmişti. Urfa küçük bir yerdi nihayetinde ve iki tane adamla böyle samimi bir şekilde konuştuğu duyulursa kötü olurdu. Elbette çıkacak dedikoduları umursamamıştı ama amcası, yengesi ya da Berat öğrenirse, bu onun için okula veda demekti. Bu yüzden yüzünü ciddileştirdi ve yerinde toparlandı. Dikleşti ve çatık kaşlarıyla, azarlarcasına konuştu. "Her neyse! Kurtardığınız için teşekkürler. Hoşçakalın." İki genç adam şaşkınlıkla bakakaldı. Küçük kadın resmen azarlamıştı onları. Hayatını kurtarmaktan başka ne yapmışlardı ki onlar? Kadın milletine yaranılmıyordu işte! ? Nefes okuldan çıkmıştı. Kardeşiyle birlikte eve gidiyordu. Bütün günü durgun geçirmişti. Ya biri yanlış anlamış olup da amcasına söylerse demekten kendisini alamıyordu. Kızar, döverdi ve ağır cezalar verirdi. Artık ondan gelen şiddete alışmıştı. Ama Hayat'a da kızardı. Milet ne der, en önemli gayesiydi. Muhtelemelen ikisini de okuldan alır, onu sevmediği bir adamla evlendirirdi. O evlenmek istemiyordu ki. O okumak, kendi mesleğine sahip olmak ve kimseye muhtaç olmadan kardeşi ile birlikte rahat bir hayat yaşamak istiyordu. Bütün gün okulda ne dinlediğini anlamamıştı. Derslerde sadece bedeni oradaydı. Bir kaç kere dersi dinlemediği için öğretmenlerinin sorduğu sorulara cevap verememişti. Hatta öğretmeninin adını birkaç kez tekrarlamasına sebep olmuş, tatlı bir dille uyarı almıştı. En yakın arkadaşı Zeynep'te birkaç tenefüste sıkıştırmış, ne olduğunu, neden böyle dalgın olduğunu sormuştu. Nefes'ten cevap alamamış yine dalgın bakışlarıyla karşılaşmıştı. Eve gidip de amcasının duyup, duymadığına emin olmadan içi rahat etmeyecekti. Şimdi ise yolda kız kardeşi büyük bir heyecanla okulda yaptıklarını anlatıyor hatta bir şeyler soruyor ama Nefes'in geçiştirmeleriyle karşılaşıyordu. Sonunda dayanamadı Hayat ve patladı. "Abla ne oluyor Allah aşkına!" Şaşkınlıkla kardeşine döndü. Ne olmuştu da böyle karşılık vermişti ki? Yoksa o da mı duymuştu? Ama Nefes'in bir suçu yoktu ki. Biri çarptığı için kaldırımdan yola düşecekti ve Doruk mudur, nedir onu kurtarmıştı. Her şey o adam yüzündendi. Evet evet! Onun yüzündendi! Ne vardı yani o adamı öyle kovalayacak. Adamı öyle kovalamasa, öbürü de Nefes'e çarpmayacaktı. Evet tek suçlu Doruk denen adamdı! Nefes kardeşine dehşete düşmüş bir ifade ile bakıyor, dişleri dolgun alt dudağının etlerini parçalarcasına yoluyordu. Hayat, ablasının bu haline anlam verememişti. Ne olmuşta böyle panik olmuştu ki? Ablasını iyi tanırdı. Bugün bir garip davranıyordu. "Ablacığım. Güzel ablam. Ne oldu? Hı?" Tatlı dille, sanki bir çocuğu telkin etmek istercesine ablasına yaklaşmıştı. O, yaşıtları gibi değildi. Hiç çocuk olamamış annesi ve babasının ölümüyle daha bebekken büyümüştü. Bu yüzden davranışları daha bir olgun, büyük insan gibi, hata çoğu büyük insandan daha olgun gibiydi. "Hiç." dedi güçsüz bir sesle ama kendisi dahi zor duymuştu. "Olmuş bir şey belli. Normal davranmıyorsun sen." Dargın bakışlarla bakmaya başladı. Kaşlarını çattı ve tripli bir şekilde başını önüne çevirip ablasını beklemeden hızlı adımlarla yürümeye başladı. "Hayat?" dedi Nefes anlamaz bir şekilde. Hayat da biliyordu ismini "ne oldu" dercesine söylediğini ama cevap vermedi. Eğer böyle yapmazsa anlatmaz, içine atardı. "Miniğim." Daha çok yalvarır tondaydı bu defaki. Gitme burada anlatamam dercesineydi. Hayat da tabiki anladı. O yüzden yavaşlattı adımlarını ve birkaç dakika durup ablasını bekledi. Nihayet yetişmişti Nefes kardeşine. Konuşmasa da anlayış göstermişti kardeşi. Yine, hep yaptığı gibi olgunlukla karşılamıştı. ? Nefes ve Hayat eve gelmişlerdi. Nefes'in beklediği gibi olmamış, yengesi ve Berat en azından her zamanki gibi bir kaç hakaret ve sırnaşık hareketle davranmışlardı. Nefes onların söyledikleri için artık üzülmüyordu. Biliyordu ki onlar zaten üzmek için yapıyordu. Bu yüzden onlara istediğini vermiyor, aksine laflarına karşılık tek tek cevapları yapıştırıyor, onların mors olmuş ifadelerini görünce de esas kendisi mutlu oluyordu. Hayat, aksine yaşından beklenmeyecek gibi davranıyor, onları takmıyor ve kale almıyordu. Bir şey söyledikleri zaman gözlerinin içine bakıyor; "seni duydum ama cevap vermeyeceğim kadar değersizsin" diyordu adeta. Tabi Gülseren ve Berat bu duruma ifrit oluyordu ve iki küçük kıza yüklenebildikleri kadar yükleniyordu. Yine aynı şeyler yaşanmıştı ve Nefes ile Hayat aynı şekilde karşılık verip sonunda odalarına ulaşmıştı. Bu, çeşitli engelleri aşarak bitiş çizgisine ulaşan oyuncu gibi hissettiriyordu. Nefes kapıyı yavaşça örttü ve kilitledi. Berat'a güvenmiyordu. Her an utanmadan odaya dalıyordu ve Nefes'i taciz etmekten geri kalmıyordu. Şimdi üzerlerini değiştireceklerdi. Berat'ın yine odaya dalması kaçınılmazdı. Kızlar giyineceklerini çıkarttılar ve soyunmaya başladılar. Tabi ki yine Berat kapıya dayandı. Hayvanca kapıyı omuzladı ama kapı kilitliydi. Umursuzca bir kez daha omuzladı. Kapı sıkışmış olmalıydı. Yoksa neden açılmasındı? Nefes'i çıplak görmek istiyordu, kıyafetlerin içinde bile bu kadar iştahını kabartan bir kadın çıplakken emindi ki tadından yenmez, enfes bir varlıktı. Şimdiye kadar hiç görememişti onu öyle ama o şerefe nail olacak, hatta o bedene sahip olacaktı. Kapının omuzlandığını duyan kızlar acele ile üzerini değiştirdi. Yine aynı şey olmuş, Berat kapıya dayanmıştı. Ne utanmaz bir adamdı. Kızlar onu abi diyordu-hiç öyle görmeselerde- ama o Nefes'i takıntı haline getirmişti ve tacizlerinden asla vazgeçmiyordu. Nefes sıkıntıyla ofladı. Saçındaki tokayı alıp saçlarının omuzlarından beline kadar salınmasına izin verdi. Saçları omuzlarından aşağı topuz yapmanın etkisiyle kalın kalın bukleler halinde döküldü. Saç diplerinin acımasına sebep olmuştu. "Berat ağabey üzerimizi değiştiriyoruz." dedi Hayat bir umut dayanamadı. O da Berat'ı ve bu tavırlarını hiç sevmiyordu. Cevap gelmedi. Omuzlamalar kesilmişti ama Berat bir süre sonra kapıyı tıklattı. Hala içeri girmeye çalışıyordu. Nefes'in sinirlerini zıplattı bu durum ve var gücüyle çemkirdi. "Ya neyini anlamıyorsun? Üzerimizi değiştireceğiz! Defol git!" "Gülüm benden mi, utanıyorsun? Yabancı mıyım? Aç hadi kapıyı." dedi Berat. İlerde kocan olacağım, hep göreceğim seni böyle çıplak, hatta geceleri çıplak danslar edeceksin bana, demedi kızı ürkütmemek için. Hepsi zamanla olacaktı. Önce kendi isteğiyle olmasını deneyecekti. Olmazsa da zorla olacaktı ama Nefes, Berat'ındı. Nefes dayanamadı ve hırsla kapıya yöneldi. Üzerini değiştirmişti zaten ama o adam odasına girsin istemiyordu. Mahremiydi orası. Evden çıkarken kapıyı kilitliyor, gelince kendileri açıyorlardı. Zaten temizliğini kendileri yaptıkları için fark etmiyordu. Burnundan soluyarak sertçe açtı. Gözleri çakmak çakmak olmuştu ve dişlerini sıkmaktan çene kasları acımaya başlamıştı. Var gücüyle elini yumruk yaptı ve Berat'ın sağ yanağına geçirdi. İçi ferahlamıştı. Yumruğu yiyen Berat'ın yüzü sol tarafa dönmüştü. Oh dedi içinden ve aynı öfkeyle kapıyı örtüp içeri girdi. Kapıyı tekrar kilitledi ve sırtını kapıya döndü. Derin derin Nefes'ler alıyordu. O sırada Hayat'la göz göze geldiler. Dehşetle ablasına bakıyordu. "Abla?" dedi sorarsacına. "Ne yaptın? Amcama gidip söyleyecek." Nefes bir şey demedi. Omuz silkmekle yetindi. İstediğini söylesin, benim içim rahatladı ya, ölsem de gam yemem diye içinden düşündü. İki kız birden gülmeye başladı. Kahkahalarla ve karınlarını tuta tuta gülüyorlardı. Gözlerinden yaş gelene kadar sürdü bu ve biraz sakinleşince yatağın iki yanından ters bir şekilde uzandılar. Bir yandan gülüp bir yandan kesik kesik konuşuyorlardı. "Ay ne iyi yaptın abla yaa. İçimin yağları eridi valla." "Görmeliydin ama yumruktan sonraki yüzünü. Mors oldu salak." Sesini kalınlaştırdı ve dalga geçerek konuşmaya devam etti. " golom bondon mo otonoyorsonoz? Yobonco moyom?? Oç hodo kopoyo" Tekrar bir kahkaha attı. "Geri zekalı!" Kızlar kıkır kıkır gülmeye devam ettiler. Gülmekten ağlamak deyimini de gerçekleştimişlerdi. Sakinleşmiş birbirlerine sarılmış, yatağın üzerinde, sırtları yatak başlığına dayalı otururken evin içinde Nefes'in adı yanklılandı. Amcasıydı bağıran. "NEFES!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD