Mavi Yılmaz
Her zaman duygusal biri olmuşumdur. Yetimhane de geçirdiğim zaman dilimlerinde. Hep ağlar ailemin bir gün beni gelip alacağını söylerdim.
Kumru benim aksime her zaman daha gerçekçiydi. Her ağladığım da yanıma gelip, Biz aileyiz zaten, yoksa beni beğenmiyor musun?" derken gülümserdi. Aslında onun hikayesi benimkinden daha acıklıydı.
O dört yaşındayken ailesini bir trafik kazasında kaybetmişti. Annesini babasını hatırlıyordu. En kötüsü de bir sürü akrabası varken yetiştirme yurdunda büyümüştü. Kimse onu görmeye gelmezdi. On sekiz yaşımıza geldiğimiz zaman da hiç bir akrabasını aramamış akrabaları da onu arayıp sormamıştı. Ama o ayaklarının üzerinde gayet sağlam durmayı başarmıştı.
Ben ailemi hiç tanımadım. On dokuz yirmili yaşlarımda merakıma yenilip ufak bir araştırma yapmıştım. Yetiştirme yurduna sorduğumda. Uzun boylu esmer bir adamın ben iki aylıkken yurdun kapısının önüne bir sepet ile bıraktığını söylemişlerdi. İçinde ise bir kağıtta Zeynep Mavi yazıyormuş. O sebeple kimliğim de Zeynep yazıyordu ama yurtta Mavi diye çağırırlardı. O günden sonra da bir daha araştırmadım. Araştırsam dahi bir şey bulamayacaktım.
Kumru ile birbirimize aile olmuştuk. Yeri geldi ben anne gibi onu kucakladım. Yeri geldi o baba gibi sırtımı sıvazladı. Çok fedakarlıklar yaptık birbirimiz için, hala daha devam ediyoruz. O kadar olayın içinde nefes almak için uğraşıyoruz. Tek şükür sebebim onun hayatımda var olması diyebilirim.
Siyah bol tişörtümü üzerime geçirmiş altıma ise koyu renk kot pantolonumu giyip Kumru'nun yanına salona geçmiştim ki çatık kaşlarıyla karşılaştım.
"Ne bu halin!" derken kanepeden hızla kalkıp ellerimi tuttu.
"Ne varmış halimde?"
"Böyle mi gideceksin ilk buluşmaya?" dedi. Öfkeyle derin bir nefes alıp odama doğru çekiştirmeye başladı.
"Kumru ne güzel oldu işte bıraksana!" derken elimi ondan kurtarmaya çalışıyordum.
"Saçmalama be, böyle gidilir mi?!" diyerek dolabımı açıp çıkardığı elbiseleri yatağımın üzerine fırlatmaya başladı. Ondan kurtulamayacağımı bildiğim için kaderime küsüp yatağın üzerine attığı elbiselere diktim gözümü.
Sade siyah bir elbise gözüme çarpınca direk elime alıp "Bu olur?" derken korkuyla ona bakıyordum ki korktuğum başıma geldi.
"Saçmalama be!" diyerek elimde ki elbiseyi alıp yere çalmasıyla telefonumun sesi doldurdu odayı.
053* *** ** ** arıyor.
"Sen adamı hala kaydetmedin mi?" diyerek komedinin üzerinde duran telefonu bana uzattı.
Oflayarak telefonu açıp kulağıma yerleştirdim. "Efendim," dediğimde sesim oldukça bıkkın çıkmıştı.
"Ben geldim kapıdayım."
"Tamam, çıkıyorum birazdan," dedikten sonra telefonu kapatıp siyah çantama attım.
"Bak adam gelmiş, vaktim yok çıkıyorum," derken hızla kolumdan yakalayıp "Bu halde bir yere gidemezsin," dedi öfkeden alevler çıkan bakışlarıyla.
En sonunda dolaptan onu uzaklaştırıp göz gezdirdim. Camel renginde, kolları uzun, gömlek elbisemi elime alıp "Bu olur mu?" diye sorarken yalvarır bakışlarımı atıyordum.
"Tamam olur, giy bunu," diyerek odadan ayrılmasıyla hızla üzerime elbisemi geçirdim. Ayaklarıma krem renginde, hafif topuklu ince bantları olan ayakkabılarımı geçirip ona uygun bir çantayı da elime aldıktan sonra boy aynamda kendime baktım.
Salık saçlarım gayet düzgünken sade makyajım da bir o kadar güzeldi. Parfümümü sıkınıp salonda ki Kumru'ya "Ben çıkıyorum," diye seslenmemle hızla yanıma geldi.
"Bak böyle gayet iyisin," dedi üzerimi süzerken. "Adama sakın ters davranma bacaklarını kırarım!" demesiyle hızla evden ayrıldım.
Yapardı manyak.
Kapının önünde duran Range Rover'a binip üzerini süzdüm. O da krem rengi bir pantolonun üzerine kırık beyaz bir gömlek giymişti. Gayet yakışmıştı, hatta taş gibi adamdı.
"Çok bekletmedim değil mi?" dedim bakışlarımı mavilerine götürüp.
"Sorun değil," dedi ve arabayı çalıştırdı.
Heyecanlı olduğu arabayı kullanmasından çok belli oluyordu. Mavi bakışlarımız her karşılaştığında çekinerek çekiyordu benden mavilerini. Bu kadar mı etkilenmişti benden bu adam?
Sessiz sessiz yolumuza devam ederken can sıkıntısıyla elimi radyoya götürüp çalıştırdım. Bir kaç müzikten sonra sevdiğim melodi kulaklarıma ilişince, "Bu şarkıyı çok severim," dememle müziğin sesini yükseltti.
Ama geçecek, geçmez mi sanıyorsun bu keder?
Yine bitecek bitmez gibi gelen geceler belki üzecek
Ama geçecek.....
Bu şarkıyı her dinlediğim de eskilere giderdim unutmak istediğim eskilere, "Geçecek," diye mırıldanmamla müzik değişti.
Müzik eşliğinde gideceğimiz yere varmıştık. Mardin'in manzarası eşliğinde bize yemek sunacak şık bir restorana gelmiştik. İyi ki de Kumru'yu dinleyip üzerimi değiştirmişim. Restorana girer girmez tüm gözler bize çevrilmişti ve ben böyle şeylerden rahatsız olurdum. Yanımda ki adam oldukça yakışıklı iken bu normaldi sanırım.
Masaya geçtiğimiz de güzel bir centilmenlik yaparak sandalyemi çekmişti. Benden ilk artı puanını bu sayede almış bulundu. Garson masaya geldiğinde benim adıma sipariş vermemesi de ikinci artı puanı olmuştu. Bazı denyolar yemek yiyeceği insanı yok sayıp onun adına karar veren denyolar. İşte onlardan bahsediyorum. Canınız cehenneme!
Siparişlerimizi vermemizle bakışlarımı manzaraya dikmiştim ki sesiyle ona çevirdim. "Burayı severim," dedi sessizce.
"Bende sevdim, manzarası çok iyi," diyerek tekrar bakışlarımı manzaraya çevirdim. Bir şeyler mırıldansa da ne söylediğini pek anlayamadım.
Yemeklerimizi yerken bana ailesinden bahsetti. Üç kardeş olduklarını ve annesini babasını biraz anlattı. Anlattığına göre eskiden katı kurallar varmış Mardin de hatta annesiyle babasının berdel ile evlendiğini daha sonra birbirlerine aşık olduğunu söyledi. Eski kuralları zor olsa da el birliğiyle kaldırdıklarını anlattı. En çok şaşırdığım konu şuan kendisi aşiret ağasıymış.
Afran ağa.
"Ee peki yine kız kaçıranlara ne tür cezalar veriyorsunuz ağam?" diye sordum alayla. Bunlar bana saçma geliyordu. Bir insan bir insanı sevmiş beğenmiş size ne! Cezasını kesmek size mi düşer ve ayriyeten ne cezası, sevmenin cezası mı olur?
"Ceza falan yok, sevmenin cezası mı olur?" dediğinde benden artı bin puan aldı, Afran ağa. "Aileleri bir araya getirip olayı tatlıya bağlıyoruz."
"Annen ile babana hayran kaldım doğrusu, yaptıkları inanılır gibi değil. Bir toplumun zihniyetini değiştirmek ayakta alkışlanacak bir şey," dedim hayranlıkla. Gerçekten müthiş insanlar oldukları belliydi. Arya da Afran da gayet kibar, medeni insanlardı. Arya biraz daha eğlenceli iken Afran daha ağır abiydi.
"Öyle," dedikten sonra bakışlarını tabağından çekip bana çevirdi. "Senin ailen buradalar mı?"
Önümdeki bardaktan bir yudum su alıp "Benim ailem yok!" dedim kısık sesimle.
Kısık gözleriyle yüzümü süzdükten sonra, "Özür dilerim, başın sağ olsun," dedi tedirgin bir halde.
"Yok, yani nasıl desem," dedikten sonra tekrar bir yudum su aldım. "Hiç olmadılar. Kim olduklarını bilmiyorum, yetimhanede büyüdük biz Kumru ile."
Sıkıntılı bir soluk alıp bakışlarını benden çekti. Sorduğuna soracağına pişman olduğu apaçık belliydi. "Anladım seni üzdüysem," demesiyle sözünü kestim.
"Üzülmedim, alışığım ben sorun değil," diyerek gülümsedim. O da karşılık olarak sıcacık gülümsedi.
Sıcak mı oldu birden burası?
Yemeklerimizi bitirdikten sonra "Tatlı?" diye sormasıyla yüzümü buruşturdum. Tek sevdiğim tatlı saray tatlısıydı. Ben ekşi ve acı severdim.
"Saray tatlısından başka tatlı yemem ben," dedim ve alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.
On on beş saniye mavileri dudaklarımda gezindikten sonra yutkundu. "Kalkalım o zaman," dedi ve garsondan hesabı istedi.
Restorandan çıktığımız da arabaya bineceğimizi düşünüyordum fakat öyle olmadı. Vale ye gideceği yerde caddeye doğru yürüyordu. "Nereye?" diye sordum arkasından onu takip ederken.
"Saray tatlısı seviyorum demedin mi?" derken kocaman gülümsüyordu.
"Ciddi misin?" diyerek hızla yanına vardım. "Nereden bulacağız?"
"Bu caddede çok satıcı var, ille denk geliriz," derken yine kocaman gülüyordu. Ne de güzel gülüyordu.
"Tamam," dedikten sonra yan yana cadde boyu yürümeye başladık.
Hem yürüyorduk hem muhabbet ediyorduk. Yoldan geçen kadınların yanımda ki adamı yer gibi bakmalarına sinir olsam da belli etmemeye çalışıyordum.
Bak şimdi şu esmer kıza bak, bak, bak!
Yanımızdan geçti hala adama bakıyor. E yuh, hiç mi erkek görmedin be kadın?!
Yanımda Zeus edasıyla dolaşan adam ufak bir kahkaha attıktan sonra daha çok dikkat çekmeye başladı.
Gülme be, gülme! Daha güzel oluyorsun, daha çok bakıyorlar.
Onun gülmesiyle bize doğru yürüyen bir kadın olduğu yerde durup hayranlıkla ona bakmaya başlamıştı ki, "Neye gülüyorsun?!" diye sordum öfkeyle.
"Sana gülüyorum. Trafik memuru gibi etrafı süzüyorsun." Bak, bak, bak laflara bak.
"Doğru söyledin ağam, kızların yanımda ki adamı yercesine bakmasından rahatsız oldum. Demek ki neymiş, bir daha yakışıklı bir adamla dışarıya çıkmamak lazımmış," dedim öfke kanımda kaynarken. Boşta olan elime güçlü bir elin sarılmasıyla kalbim ağzımda atmaya başladı.
Kulağımda hissettiğim nefesiyle sanırım titremeye başladım. "Ben sadece bir kişiyi görüyorum," diyen sesini işittiğimde nefesim kesildi.
Böyle ölmem ya, füze at sen en iyisi!
Heyecandan avuç içlerim terliyordu ama elimi çekmemiştim elinden. Yıllardan sonra heyecan nedir onu hissetmiştim. Kalbimin varlığını hissetmiştim.
Saray tatlısı bulamamıştık ama bir midyeci gözüme çarpınca hızla yanında durdum.
"Gerçekten mi?!" derken yüzü iğrenç bir hal almıştı.
"Sevmiyor musun gerçekten?!" dememle başını evet anlamında salladı. "Ben yiyeceğim seni bilmem."
Midyeleri almış ufak ahşap masada otururken bana tuhaf tuhaf bakıyordu. "Hiç yedin mi?" diye sordum. Yemiş olsaydı böyle bakamazdı muhtemelen.
"Hayır?"
"Benim için tadına bakar mısın?" dememle yavru köpek edasıyla baktığım yüzüme uzun uzun baktıktan sonra derince yutkundu.
"Tamam," dedi sessizce. "Senin için çiğ tavuğu bile yerim misali, midye de yeriz ne olacak sanki," dedi ve bir tane midyeyi alıp ağzına attı. Önce yüzü tuhaf bir haldeydi ama daha sonra kaşları havalandı. "Çok güzel diyemem."
Gözlerimi olabildiğince açıp "Çok güzel değil mi! Harika be, harika!" dedikten sonra hızla bir midye daha attım ağzıma, keyifle midyemi yerken bana gülümseyerek bakıyordu.
Evimin önüne arabasını park etmesiyle gözlerimi hayranlıkla gözlerine diktim. "Her şey için teşekkür ederim. İyi geceler."
"Ben teşekkür ederim. Tekrarlayalım," demesiyle yanaklarım al al olmuştu. Başımla onayladıktan sonra arabadan inip apartmanın kapısına doğru ilerledim. Arkamı dönüp son kez ona baktığımda gülümseyerek bana bakıyordu. Gülümsemesine karşılık verdikten sonra elimi sallayıp içeriye girdim. Ne de çabuk geçmişti zaman.
❤️
Yorucu bir günün ardından sonunda eve gelmiştim. Hem işte çok yorulmuş, ondan sonra ise Kumru ile eve bir şeyler almıştık. İki saat alışveriş yapılır mı? Kumru'yu bıraksalar muhtemelen bir ömür yapar da her neyse.
Kumru, mutfağa geçerken bende hem aldığımız şeyleri yerleştiriyordum hem de evi toparlıyordum. Makarnanın kokusu burnuma geldiğinde, "Makarna yumurtlayacağım yakında!" diye söylendim.
"Çok konuşma, gel hadi hazır sofra," demesiyle sofraya geçip mecburen yoğurtlu makarnayı mideme indirdim. Yemekten sonra televizyonun karşısında bir müddet keyif yapmıştık ki en sonunda "Ben yatıyorum," dememle televizyonu kapatıp "Bende, dedi.
Yarın hafta sonuydu ve iki gün tatildi, bunun mutluluğuyla siyah, ince askılı, göğüsün de dantel detayları olan pijamamı giyip yatağıma geçtim. Gözlerimi kapatıp yorgunluğun bana verdiği yetkiye dayanarak derin olmasa da bir uykuya daldım. Pek derin uyuyabilen bir insan değildim. Hatta çok uyuyan bir insan da değildim.
Kulağıma tanıdık melodiler geldiğinde gözlerimi aralayıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Telefonun ışığının odayı aydınlatmasıyla telefonumun çaldığını anlayabildim. Yarı baygın gözlerle elime alıp kimin aradığına baktım.
Afran arıyor...
"Bu saatte mi?" diye mırıldandıktan sonra saate baktım. Saat daha 22.00 dı, tavuk gibi erken yatanlar da Mavi'yi alkışlayalım.
"Efendim," dedim telefonu cevaplayıp.
Karşı taraftan uzun bir süre ses gelmeyince, "Afran bir şey mi oldu?" diye sordum telaşla yatağımdan doğrulurken.
"Yok sesini duymak istedim. Ne yapıyorsun?"
"Hiç, öyle işte evdeyim. Sen?" diye sormamla tekrar telefon sessizliğe büründü. Kulağımdan çekip kapanıp kapanmadığını kontrol ettikten sonra tekrar kulağıma yerleştirdim.
"Ben evin önündeyim." dedi tedirgin sesiyle ki ben şok içinde pikeyi ayaklarımla tepip ayağa fırladım.
"Ciddi misin?"
"Öyle, seni görmek istedim," derken ben çoktan odadan fırlamış, dış kapıya doğru gidiyordum.
Telefona cevap vermeden kapatıp vestiyere bıraktım. Anahtarları elime aldıktan sonra hızla evden dışarıya çıktım. Üzerinde siyah tişörtü, altında ise koyu renk pantolonuyla arabasına yaslanmış, bana gülümseyerek bakıyordu ki bende ona o şekilde baktığımı daha sonra idrak ettim.
Pijamalarla ve yalın ayak dışarıya çıktığımı da tabi ki!
Gözlerim üzerime değdikten sonra afallayıp tam içeriye girecekken, "Bekle!" diye seslenmesiyle ona arkam dönük olduğum yerde kalakaldım.
Omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. "Her şekilde çok güzelsin," diyerek dağılmış saçlarımdan, yüzüme düşen bir tutamı çekmesiyle kalbim deli gibi çarpmaya başladı.
"İçeri gel istersen," derken kekeliyordum resmen.
Ne oluyor sana kızım, kendine gel, kendine!
"Sorun olmasın?"
"Ne sorun olacak canım, geç buyur," diyerek dış kapıyı açmam ile apartmana giriş yaptık. Evim çok güzel değildi hatta berbattı ama bundan utanıp sıkılacak bir insan değildim.
Onu eve buyur ettikten sonra salonun ışığını açıp beni beklemesini istedim. Banyoya gidip ayaklarımı güzelce yıkadıktan sonra siyah sabahlığımı üzerime geçirip saçlarımı topuz yaptım.
Mutfağa ilerlerken, "Kahve içersin değil mi?" diye sordum tüm misafir perverliğimle.
"Olur," demesiyle nasıl içtiğini sorup ikimize de okkalı bir Türk kahvesi yapmaya giriştim.
Orta kahveleri sallanan sehpaya koyup yanına oturdum. İkimizde hiçbir şey söylemeden birbirimize bakıyorduk. Sessizliğimizi bozan o olmuştu. "Arkadaşın uyuyor herhalde."
"Evet ama onun uykusu ağırdır, kolay kolay uyanmaz," dedim hala salak salak sırıtırken.
Sanki uyansa ne olacak!
Tövbe estağfurullah.
Güzel bir muhabbet eşliğinde kahvelerimizi yudumlamaya başlamıştık. Şunu da atlamak istemiyorum sanırım kahvenin olduğunu yarım saat sonra falan fark etmiş olabiliriz. Orası o kadar önemli değil.
"Bende şiir severim," dedim kocaman gülümsememle. Şiir seven insanı ayrı bir severim. Şiir seven insan sevgi doludur benim fikrimce. Sevmeyi bilen insanlar sevgiye dair bir şeyler okur.
"Özellikle sevdiğin bir şiir var mı?" dedi gözleri gözlerime yakınken.
Biraz düşündükten sonra ona karşı hissettiğim duygularımı anlatan bir şiirin dizeleri döküldü dudaklarımdan. "Sen bu karanlık ömrümün içinde bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlere can veren bir nisan yağmuru gibi birden bire geldin," derken nefeslerim çoktan düzensizleşmeye başlamıştı. Bu adam beni fazlasıyla etkiliyordu. "Senin?" diye sordum zor çıkan sesimle.
Derin bir nefes aldıktan sonra iyice kenetledi mavilerini mavilerime. "Öylesine güzel seviyorum ki seni, öylesine saf. Öylesine temiz. Öylesine derin. Ve 'Öylesine' değil," derken onunda heyecandan nefesleri düzensizleşmişti. Sevdiğimizden çok duygularımızı şiir yoluyla birbirimize aktarıyor olmanın heyecanıydı bu.
Uzun süre birbirimize anlamlı bakışlar attıktan sonra kafasını iki yana sallayıp "Ben artık gideyim," diyerek hızla yerinden yerden kalktı.
Kapıya kadar ona eşlik edip çelik kapıyı açtım, "İyi geceler," dedim gülümseyerek.
"Görüşürüz," dedi ve kapıdan çıkıp ayakkabılarını giyindi. Dış kapıdan çıkana kadar kapıda onu bekledim. Dış kapıyı açıp dışarı çıkmasıyla karizmatik bir asker selamı verdikten sonra görüş alanımdan kayboldu.
Kalbim hala heyecanla pır pır çaparken odama geçip pikemin altına girmemle telefonumun mesaj sesi doldurdu odanın içini.
Merakla telefonu elime alıp mesajı açtım.
Afran
Öpüyorum gökyüzü gibi bakan gözlerinden. İyi geceler.