Olmayan yatırım korkusunu iliklerimize kadar yaşadığımız kabus tatilimiz sonunda sona erdiğinde birkaç günlüğüne de olsa zihnimi boş tutabildiğim için mutluydum.
Eymen’le yan yana geri dönüş yolculuğumuzu yapıyorken kafasının yavaşça omzuma düşüşünü hissettim.
Başımı çevirip saçlarına baktığımda suratımda istem dışı bir tebessüm oluştu. Nasıl da yorulmuştu.
Saçma hafta sonu tatilimizde başımıza gelen alakasız olay silsilesini düşündükçe gülesim geliyordu.
Otelde yatır olmasına inanmış, deli gibi korkmuştum. Ormanda çukura düştüğümüz an gözlerimin önüne gelince o andan Eymen’in az da olsa faydalandığını düşünüyordum.
“Evet, önümüzdeki petrolde mola vereceğiz. İhtiyaç durumu olan varsa ona göre insin. Bir daha mola vermeyeceğiz.” Deyince Eymen’ in omzuna dokunarak onu hafifçe dürttüm.
“Eymen… Uyan.” Kıpırdamadan öylece uyuyordu. Hareketimi biraz daha kabalaştırdım ve daha da baskın bir ses tonuyla konuştum. “Eymen, mola vereceğiz ihtiyacın var mı?”
Dudaklarını birbirine bastırıp mırıldandı ve sersemleyen sesiyle konuştu. “Hayır…” homurdanarak iyice omzuma gömüldü ve daha da rahat bir pozisyon aldı.
Elini belime atıp bana sarılınca hayrete düştüm. Şu anda uyuduğu için bu durumun farkında değildi ancak… Ben her şeye şahit oluyordum.
Bileğini tutup geri ittim ve bende kafamı cama yaslayarak gözlerimi kapattım.
Şafak operasyonuna çıkar gibi daha gün ağarmadan yola çıktığımız için uykum vardı.
Gözlerimi yumup kendimi tamamen karanlığa bıraktığımda hissettiğim tek şey belime tekrardan yaslanan eliydi.
Kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktığımda giderek mayışıyordum.
Eymen’le kafa kafaya geldiğimiz bir vaziyette gözlerimi araladığımda arabanın giderek yavaşladığını hissettim.
Algılarım tam anlamıyla açık olmadığı için gördüklerimden de bir şey anlamıyordum.
Dudaklarımdan homurtuya benzer birkaç mırıltı çıktı ve yavaşça kafamı kaldırdım. Boynumda ezilmeye benzer ağrılar vardı. Parmaklarımla masaj yaprak kafamı kaldırdım.
Ense köküme kadar kramp girmişti sanki. “Off bu ne ya?” Dedim kendi kendime homurdanarak.
“Rüya? Geldik mi?” Benim ardımdan Eymen de uyanmıştı. Kafasını yavaşça omzum ve koltuğun arasından çıkarttığında homurdanıyordu. Kendi kendine ayılmaya çalışıyordu.
Tam o esnada gövdemi kütletirken çapraz ilerimizde oturan Hira’yla göz göze geldim.
Omzunun üzerinden bize doğru dönmüş, donuk bakışlarla hareketlerimizi izlemeye başlamıştı.
“Ayy manyak mıdır nedir bu da?”
Eymen de kendini kütletirken söylediklerime kuşak asmış, Hira’nın olduğu tarafa doğru bakmıştı.
Hira bir süre deha baktı ve o ürkütücü bakışlarını sonunda üzerimizden çekerek kafasını önüne doğru çevirdi.
“Boşver.” Dedi Etmen geçiştirircesine. Onu kafama takmamı istemiyordu.
Her geçen saniye daha fazla gözüme batmaya başlamıştı Hira. Ondan ciddi anlamda nefret etmeye başlamıştım. Ayşegül’e bile bu kadar uyuz olmuyordum.
Son molayı da verdikten sonra otobüs okulun önünde durunca utanmasam ve az da olsa enerjim kalsaydı kalkıp oracıkta göbek atacaktım.
Bagajdan valizlerimizi aldıktan sonra Eymen’in elini sırtımda hissettim.
Omzumun üzerinden ona doğru döndüm ve ters bir ifadeyle bakarak “sen de iyi alıştın he?” Dedim.
Dişleri gözükecek şekilde güldüğünde uylulu duruyordu. “Değil mi? Bence de iyi alıştım.” Deyip kolunu tamamen omzuma sarıp beni iyice kendine
Çektiğinde arsızlığına hayret etmiştim.
Vakizlerimizle beraber ilerliyorlen öğrenciler arkamızda kalmıştı.
“Eymen! Ne yapıyorsun sen Allah aşkına!” Deyip onu azarlamaya çalıştığımda bir yandan da omzumu omzundan ayırmaya çalışıyordum.
“Gel, şurada taksi durağı var taksiye binelim.” Deyip orada doğru ilerlediğinde haşa daha onunla sarmaş dolaştım.
Gülerek önüme döndüğümde gördüğüm kişiyle orada öylece donup kaldım.
Adeta o an nefesim kesilmişti.
Savaş’ın arkadaşı Selim tam karşımızda durmuş, suratındaki şaşkın ifadeyle ikimize doğru bakıyordu.
Beni bu şekilde görmeyi beklemediğini biliyordum.
Elindeki oaket servisiyle beraber tıpkı benim gibi öylece donup kaldığında karşılıklı duruyorduk ikimizde.
Eymen’le aramızda oluşan samimiyetten Savaş’ın haberinin olabilecek olması beni delicesine korkuttu.
Hızla üzerimdeki kolu çekip öne doğru bir adım attım ve seslendim “selim!”
Karşımda durmaya devam ediyorken hızla ifadesini toparladı ve kafasını onaylmaaz anlamda sallayarak “iyi günler Rüya.” Dedi.
Yanımdan geçip gidecekken ondan hızlı davranıp önünü kestiğimde valizi güçlükle tutmaya devam ediyordum.
“Ben…” bakışları hızla etrafta dolanıyordu. Benimle karşılaşmaktan huzursuzdu. Normalde suratı genellikle hep güler yüzlü olan Selim gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti sanki…
“Selim, biraz konuşabilir miyiz lütfen?”
“Askında baktsan acelem var.” Dedi ve saatine baktı.
“Lütfen, yalnızca beş dakika. Seni bir daha rahatsız etmeyeceğim.” Deyip üstelediğimde suratında kararsız bir ifade oluşunca üsteledim. “ lütfen Selim, yalnızca beş dakika.”
Elindeki paket servise baktı ve surat ifademi inceledi. Yalvaran gözlerle ona bakmayı sürdürüyorken yorgun bir soluk verdi ve pes ederek konuştu. “Tamam.” Dedi sitemle. “Şu paketi teslim ederiyim gelirim.”
“Tamam, ben de seninle geleyim.” Dedim hevesle. Elimden kaçıp gitmesinden o kadar çok çekiniyordum ki… hazır yakalamışken bu fırsatı kullanmalıydım.
“Rüya.” Omzumun üzerinden Eymen’e döndüm. Elini uzatınca ne yapmak istediğini anlamadan öylece bakmayı sürdürdüm. Çenesinin ucuyla elimdeki valizi işaret etti ve “valizini ver, seni burada beklerim.” Deyip yanlardaki bankları işaret etti.
Suratımda canlı bir tebessüm oluştuğunda benden mutlusu yoktu. Hevesle gülümsedim ve ona valizi uzatıp “teşekkür ederim.” Dedim.
Kaşları kavisle yukarı kalktı. Suratındaki ifade enerjisini korusa da şaşırıyor gibiydi. Daha çok kendine şaşırıyordu. “Söz verdim.” Dedi kendi kendine ve kafasını sallayarak elimden valizimi alıp banklara doğru ilerledi.
Selim’le beraber dört numaralı apartmanın önünde durduğumuzda bir an önce paketi teslim edip ona Savaş’la ilgili olan sorularımı sıralamak istemiştim.
Kapıyı yumuşak yüzlü bir kadın açtığında müstakil evin biraz gerisinde duruyordu ev sahibini rahatsız etmemek için.
Paketi teslim ettikten sonra Selim bana doğru yürümeye başladığında midemde yine o garip kıpırtılar oldu.
Savaş belki de benden çok uzaklardaydı. Nerede olduğunu bilmesem de onun yakın olduğu kişilerle olmak bana sanki onu yanımda gibi hissettiriyordu. Bu bile beni mutlu ediyordu.
“Rüya? Şöyle geçelim mi?” Deyip evin yan tarafındaki bahçede kalan bankları gösterdi. Burası çok büyük bir piknik alanıydı. Etmen tam ters istikamette kaldığı için onu göremiyorduk.
“Tabii, geçelim.” Selim’le beraber yeşillik alana doğru ilerlerken konuyu nasıl açacağımı bilemiyordum.
Karşılıklı oturduğumuzda üzerindeki suçluluk hissi beni rahatsız etti. Sanki burada olduğundan dolayı Savaş’ın ona krşı tepkili olacağından çekiniyordu.
İçten içe arkadaşlarını tembihleyip tembihlemediğini merak ediyordum.
“Selim, seninle hangi konu hakkında konuşmak istediğimi biliyorsun.” Dedim ve ifadesini izlemeye devam ettim.
Selim bir şeyler biliyordu. Bundan artık emindim. Ancak emin olduğum başka bir şey varsa o da bana asla bildiklerini söylemeyeceğiydi.
“Savaş benimle olan iletişimini birden kesti.” Her ne kadar konuya girmeye çekinsemde zamanı bahane edip yanımdan kalkıp gitmesine sebep olabilirdim.
Cevapsız kalınca avuçlarımı dizlerime yasladım ve heyecanla devam ettim “bugün bir mesaj atmış arkadaşlarıma falan da ulaşmazsan sevinirim tarzında bir yazı yazmış.”
Konuşurken kendime engel olamadım ve gözlerim doldu. Dengemi bozmamaya çalışıyordum ancak bşr an önce beni anlamasını ve cevaplarımı almak için de bilmesi gereken her şeyi onunla paylaşmak istiyordum.
“Rüya, bak cidden hiçbir fikrim yok. Yani sürekli bana sorman anlamsız. Savaş’ın nerede olduğunu bilmiyorum.”
Konuşurken sürekli bakışlarını kaçırmasından işkillendim. Yalan söylüyordu.
“O gün Savaş’a ulaşamadığında sende çok endişelenmiştin.” Dedim düz bir sesle. En ufak bir haber duymak için adeta dilenen kız gitmiş, yerine sert bakışlı, donu Rüya geri gelmişti.
“Beni en iyi senin anlaman lazım” derken ciddiydim. Başımı onaylamaz anlamda salladım ve titrek bir sesle “neden bana bunu yapıyorsunuz?” Dedim. Burnumu çekerek bakışlarımı göğe kaldırıp ifademi toparladığımda ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Çok iyi anlaştığım, bana bu zamana kadar hayatıma giren herkesten daha fazla yaratı dokunan” gözlerimin denk gelince kararlılıkla devam ettim “ailemden babamdan da çok yararı dokunan biriyken bir anda hayatımdan çıkıp gidiyor, en ufak bir haber dahi varmiyordu. Nasıl olur da kafayı yemememi, öylece susup beklememi düşünürsün? Bana bir açıklama yapmak zorunda.” Sol elimle suratımı sıvazladıktan sonra “yapmıyorsa da en azından sen bana sebebini söylemelisin.”
Konuşmam bittiğinde Selim tam anlamıyla sıkıntılı bir soluk verdi ve öylece kaldı.
“Selim…” dedim zayıf bir sesle. Kararan bakışlarıyla ileriye bakıyordu. Arada kalmıştı. Konuşmak ve konuşmamak arasında gidip geliyordu.
“Haklısın. Gerçekten de ne desen haklısın ancak…” düz kirpikleri kıpırdandı ve yumuşak bakışları gözlerimi buldu.
“Rüya. Savaş… Biraz garip bir karakter. Geçmişinde aşamadığı olaylar var ve biliyorsun ki…” dedi ve sesi kesildi. Aklına her ne geldiyse etkilenmişti. “Biliyorsun ki Oğuz’u da yeni kaybetti ve fazlasıyla üzgün.
O anda yutkunamadım. Sanki yediğim yemek boğzıma kaçmış gibi hissediyordum. İşaret parmağımın tepesiyle gözlerimin altında oluşan yaşları temizledim.
“Evet, biliyorum.”
“Oğuz’u bende tanıyordum. Çok iyi çocuktu.”
Boğazımda oluşan yumruyu geri göndermek istercesine yutkundum ve göğe bakarak konuştum. “Evet, benimde tanışma fırsatım olmuştu. Özellikle askere gitmek için olan heyecanı aklıma geldikçe geberecek gibi oluyorum.” Başımı onaylamaz anlamda salladığımda bakışlarım ileride bir yere sabitlenmişti. “Savaş ölümünden çok etkilendi. Hala atlatmış olduğunu düşünmüyorum.”
Beni onaylar anlamda bir ses çıkartınca ona doğru döndğm ve hararetle konuştum. “İşte bu yüzden nerede olduğunu bilmek istiyorum. Ona yardım etmem gerek.” Dedim kararlılıkla.
Bakışları bir anlığına heyecanla parlasa da hemen söndü. “Bunu yapabileceğini biliyorum ancak…” devamını getirecek gücü yoktu sanki. “Savaş seni yanımda istemiyor Rüya.”
Kalbim sıkıştı. Gözlerimden alevler çıkıyordu sanki.
Bana… O kadar iyi geçirdiğimiz zamanlara rağmen benim için bu şekilde mi düşünüyordu?
O anda kulaklarım uğuldamaya başladı ve ben dış dünyayla bağımı kestim sanki.
Dudaklarımı kıpırdatarak güçlükle konuştum. “Nasıl, nasıl olur?” Kendi kendime sayıkladıktan sonra bakışlarımı kaldırdım ve gözlerine baktım.
“Böyle mi söyledi?”
“Evet. Seninle kesinlikle görüşmek istemediğini söyledi. Geçen hin yanıma gelince ona anlattım, ne yapmam gerektiğini sordum. O da böyle söyledi. Bir daha bana ulaşırsan bunu ona tekrardan söylememi bile söyledi.”
O anda kendimi dünyanın en değersiz insanı gibi hissediyorken giderek hissizleşiyordum sanki.
Donuk ifademle öylece karşıya bakmayı sürdürdüğümde Selim’in dizimin üzerindeki bileğimi tutup sarstığını hissettim.
“Rüya?”
Kaşlarım çatıldı ve o an anladım bana istikrarlı bir şekilde sürekli adımla seslendiğini.
“Benim artık gitmem gerekiyor.” Boş ifademle bakmayı sürdürdüm. Az önce duyduklarımı bir türlü hazmedemiyordum.
Onu da anlıyordum. Çocuk çalışıyordu, işe geri dönmesi gerekti ancak yanımdan ayrılmasını bir türlü istemiyordum….
“Rüya… Sana dediğim gibi, daha doğrusu Savaş’ın dediği gibi. Bu işim peşini bıraksan senin yararına olur.” Acıyan ifadesiyle bana bakmayı sürdürdü. Giderek solan bir çiçek gibiydim. Benim suyum Savaştı. O da yanımda olmak istemiyordu. Beni bırakıp gitmiş, terk etmişti.
Ayağa kalkınca dizlerim titredi. Gücümü toparlamaya çalıştım ve bende onunla beraber kalkıp tam karşısında durdum.
“Selim.” Dedim zorlukla. Ardından ağlamamak için kendimi tuttum ve devam ettim. “Yinede… Lütfen bir şey öğrenirsen bana haber ver.”
Suratındaki ifadeden bu konuda hiç ümitli olmadığı anlaşılıyordu. Yine de içimde kalan o ufak umut kırıntısına tutundum ve onunla vedalaşarak usul adımlarla yanından geçip gittim.
Bir adım ileri atsam iki adım geriliyordum sanki. Zihnimde sürekli Savaş’la ilgili sahneler dönüyordu. Selim’e bunları söylerken nasıl hissettiğini veya suratının hangi ifadeyi aldığını veya o an ki ses tonunun nasıl olduğunu düşünüp duruyordum sürekli.
Zihnimdeki düşüncelerle iyice kaybolmuş, öylece yürümeye devam ediyorken donuk bakışlarım çözüldü ve karşımdaki bedene kilitlendi.
İleride, tam karşımda duran Eymen ellerinde tuttuğu valizlerimizle bir dağ kadar güvenli duruyordu tam karşımda.
Her halükarda yanımda olan o erkeğe hayretle baktım.
Deli gibi istediğim, günlerdir yolunu gözlediğim sevdiğim adam, sırf ona krşı hislerimin olduğunu öğrendiği dakika çekip gitmiş, beni terk etmişti.
Ama o… başkasını sevdiğimi bildiği halde benimle kalıyor, üstelik bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi bana yardım ediyordu.
Peki ya gerçek sevgi hangisiydi? İşte tam da bu kısımda kafam karışıyor, aklım bulanıyordu.
Valizleri yere bıraktı. Çekik, kara gözleri hoyratça gözlerime sabitlendi. Uzun bedeni hareket etmeye başladığında hala daha öylece durmuş, umutsuzluklarımın arasından onu izlemeye devam ediyordum.
Ağır çekimde çekilen bir film sahnesinden sıyrılmış gibi hareketlendi ve bana doğru gelmeye başladı.
O ifadede neler vardı?
Gördüğüm acı, benim için miydi?
Sabırsızlık, ihtiras, her şey… hepsi bana özeldi.
Tam önümde durdu ve kaşları daha da çatıldı. Neler yaşadığımı, öğrendiğimi tahmin etmesi onun için güç değildi.
O ellerini kaldırıp, parmaklarını yanaklarımda oynatana kadar ağladığımın farkında bile değildim.
“Hak etmiyorum.” Dedim inleyerek ve bir adım geri çekilip, acılı ifademle suratına bakmaya devam ettim. “Seni hak etmiyorum.”
Bu kadar iyi olarak beni kendimden iğrendiriyordu.
Suratında acı dolu bir tebessüm oluştu. Aramıza açtığım yeni mesafeleri hızla kapattı ve tam önümde durarak konuştu.
“Sen, her şeyin çok daha fazlasını hak ediyorsun.”
Başımı onaylamaz anlamda salladığımda dudaklarım içe doğru büzülüyordu.
“Sana yazık olacak.”
Tekrardan gülümsedi ve beni parçalara ayıracak o iki kelimeyi söyledi. “Sana olmasın.”
“Eymen.” Hayretle konuştuğumda dilim lal olup tutulmuştu sanki. Her geçen gün bana olan hislerine inanıyor, inandıkça da hayrete düşüyordum.
Başımı hızla onaylamaz anlamda salladım ve bir adım geri çekilerek acı dolu bakışlarla suratına baktım. “Sana bunu yapmayacağım.” Burnumu çektikten sonra yere koyduğu valizimi alıp geriye döndüğümde kulaklarımda acı dolu şarkılar yankılanıyordu.
Kendimi böylesine boktan bir durumun içerisinde bulmayı asla beklemiyordum. Nasıl oldu da böyle bir aşk üçgeninin içerisine düşmüştüm? Böylesi her zaman dizilerde olmaz mıydı?
Sessizlik içerisinde evime doğru yürüyorken valizin ağırlığını hissetmedim. Yalnızca yürümek, zihnimde dolaşan düşünceleri az da olsa dindirmek istiyordum.
Normal zamanlarda yürümek zorunda kaldığım bu yol ne ara kısalmıştı. Her adımım devleşerek beni ileriye doğru arıyordu sanki.
Savaş’ın rehin dükkanının olduğu sokağa yaklaştığımda yanaklarımın pembeleştiğini hissettim. Midemde delicesine oluşan kıpırtılara dayanamıyordum. Ellerim titriyor, güzel yüzü sürekli gözlerimin önünde beliriyordu.
“O artık yok Rüya. Buradaymış gibi davranmayı ve hissetmeyi bırak.” Kendi kendime verdiğim telkinlerin ardından adımlarım yavaşladığında işte o sokağın tam da önünde duruyordum.
Kalbimdeki o tanıdık burukluk yerine geldiğinde titrek adımlarla oraya doğru ilerlemeye çalıştım. Sanki her seferinde geriye doğru yuvarlanıyordum.
Rehin dükkanının önünde oluşan kalabalık dikkatimi çekti. Büyük kasalı bir araç, oradan inen ustalar vardı. Dükkana giriyor, bir şeyler yapıyorlardı.
Çatılan kaşlarla öylece baktığımda yüreğime bir korku indi ve birden bire kendimi oraya doğru koşarken bulmuştum.
Kuruyan dudaklarla nefes nefese kaldığımda makinelerin çalışma sesleri kulaklarımı aşındırdı.
Rehin dükkanının konseptini bozuyorlardı…
Gözlerimdeki acı yerini iyice belirttiğinde kendime engel olamadan ağlamaya başladım ve sessizce mırıldandım.
“Siliyorlar… Onunla olan tüm anılarımı siliyorlar.” Dudaklarım sürekli ağlamaklı bir tavırla öne doğru büzülüyordu. “Onu hatırlatan her şeyi siliyorlar… Orası bizim dükkanımızdı.” Dedim zayıf bir sesle.
Dirseğimin içerisiyle suratımı sildim ve kapıdan içeri girerken geçen bir ustaya değmemek için özellikle dikkat ettim.
Dükkanın yeni sahibi kasanın orada, raflarla ilgili adamlardan birine aklındaki fikri anlatıyordu.
Kafamı kaldırarak boyası değişen duvarlara baktım. Eskiden rengi beyazdı. Şimdi ise turkuaz olmuştu. Eski bohem havası silinmiş, yerini modern bir havaya bırakmıştı.
Kırık kalbimle ilerledim. İlerledikçe o küçücük dükkanda yapılan köklü değişikliklere şahit olmak daha da fazla yaktı canımı.
“Hanımefendi, affedersiniz, çekilebilir misiniz?” Fazlasıyla kibar olan genç adam yana çekilmem için işaret edince birkaç adım sol tarafa doğru kaydım.
Sürekli yenilenen gözyaşlarımı dirseğimin içiyle siliyordum.
Hıçkırıklara boğulmamak, delicesine bir ağlama krizine girip ortalığı dağıtmamak için kendimi zor tutuyordum. Zaten dükkan sahibi tarafından mimlenmiştim. Her şeyi daha da fazla berbat etmek istemiyordum.
Savaş’a ders anlattığım cam masa bile çoktan değişmişti. Tüm bu acı gerçeklere an ve an şahit olmak hafızam zayıflatıyordu. Bir zamanlar en minik detayına kadar ezbere bildiğim bu dükkan bana artık çok yabancıydı.
O anda okul gezisine gittiğim için kendimden nefret ettim. Anılarımı mahvetmelerine izin verdiğim için belki de kendimi hiçbir zaman affetmeyecektim.
“Siz yine mi geldiniz?” Tanıdık olan sesle beraber dirseğimin içiyle tekrardan elmacık kemiklerimin üzerindeki yaşları temizledim ve acı dolu ifademle adama baktım. Bir şey söylemedim.
Geçen zaman onu gereğinden de fazla korkuttuğumu temkinli ifadesinden görebiliyordum. Adam da ne yapacağını şaşırmıştı.
“Neden gelmiştiniz?” Aynı soruyu defalarca kez ona ben sormak istiyordum. Burada olmaması gereken biri varsa bu da yalnızca oydu.
Kaşlarımı kaldırarak çenemi dikleştirdim. “buraya rehin verdiğim bir günlüğüm vardı.” Burnumu çekerek devam ettim. “Altın kaplama.” Son kelimeler adeta küfür edercesine dökülmüştü dudaklarımdan.
Kaşları hayretle havaya doru kıvrıldı. Bunu beklemiyordu. “Öyle mi? Siz yoksa…” Kaşları çatıldı. Kendi arasında çelişkiye düşmüştü. Belki de dükkan el değiştiridiği için rehin verdiğim eşyamı bulamadığım için çıldırdığımı düşünmüştü.
“Geri almaya mı karar verdiniz?”
Kafamı kararlı bir ifadeyle olumlu anlamda salladım ve “evet.” Dedim. Günlüğün orada olmadığını çok iyi biliyordum ancak notu ve numarası vardı. Savaş onları kayıt altına almıştı. Bakalım çok saygılı dükkan sahibi bu durumun karşısında ne yapacaktı?
“Buyurun şöyle gelin.” Onu takip ederek yeni aldığı masanın önünde durdum ve bana artık yabancı gelmeye başlayan arka planına baktım.
“İsminiz soy isminiz nedir?”
“Rüya Parlak. Yaklaşık üç ay önce bir günlük vermiştim. Altın kaplama.” Savaştan aldığım parayı da söyledim. Notları kontrol etti ve kafasını onaylar anlamda salladı. “Evet…” Düşünceli bir ifadeyle ekrana bakmaya devam ettikten sonra ona vermem gereken tutarı söyledi.
“Tamam. Şimdi verin lütfen günlüğümü.” Dedim.
Adam notları kapattıktan sonra dolapları karıştırdı, geri kapattı. Karıştırdı, geri kapattı ve tekrardan notlarını kontrol etti. Kollarımı göğsümün altında bağlı tutarak sabırla onu bekledim. En sonunda telaş içerisinde bana baktığında yanakları kızarmıştı.
Kendince bu durumu bana karşı nasıl açıklayacağını düşünüyordu.
“Bir sorun mu var?” Tek kaşımı kaldırıp bir şeyden haberim yokmuş gibi davranmaya devam ettim ve usulca sordum. “Günlüğümü bulamıyor gibisiniz.”
Aceleyle güldü ve “kusura bakmayın. Biliyorsunuz burada yeniyim ve biraz değişiklik yaptık. Bu yüzden bulamıyorum ama hemen halledeceğim.” Deyip bir yerleri daha kontrol etmeye devam ettiğinde dişlerimi birbirine bastırdım.
“Evet, epey köklü değişiklikler yapmışsınız.” Surat ifademi göremeyecek kadar telaşlı olsa da yüzümü buruşturarak devam ettim. “Eski bohem, havasından eser kalmamış.”
Kaşlarını kaldırıp suratıma ilgiyle baktı. Kısa süreliğine de olsa az önceki telaşını bırakmış, merakla sormuştu. “Evet, beğendiniz mi?” Ardından etrafı karıştırmaya devam ediyorken bir kulağı da bendeydi.
Başımı onaylamaz anlamda sallayarak. “Hayır. Çok kötü olmuş.” Dedim.
Dürüstlüğüm karşısında afallasa da etrafa bakınmaya devam etti.
“Nerede bu günlük yahu…”
Kendimi tam da o anda kötü film karakterlerinden biri gibi hissetmiştim.
Kollarımı göğsümün altında bağlayarak donuk bir sesle konuştum. “Eski sahibini arayın isterseniz.” Kolumdaki saate bakarak ekledim. “Fazla vaktim yok açıkçası.”
Adam karşımda kıpkırmızı olmuştu.
“Avizeyi tavana eğri mi istemiştiniz?” Tam da o sırada ustalardan birinin gelip adama soru sorması kafasını karıştırmıştı. Telaşlandı. Elindeki dosyaları karıştırarak yere düşürdüğünde eğilerek ona yardım ettim ve dosyaları toparlamaya çalıştım. Öylesine talihsiz düşmüştü ki elinden kağıtlar yere sıçramıştı.
"Ah! Bir saniye, şey, evet tavana eğri olacak." Deyip ustayı başından geçiştirdi ve bana tepeden bakarak "durun siz bırakın ben toparlarım." Dedi aceleyle. Toparlama işini bitirmiştim. Kağıtları güzelce birbirine kattıktan sonra dosyanın arasına sıkışan, katlanmış bir kağıt buldum. Dikkatimi çekmişti. Tutulan notlara benzemediği için onu açıp bakmak istedim.
Dükkanın yeni sahibi başımda dikildiği sürece bunu yapamayacağım için çaktırmadan avucumda sıkıca tuttum ve doğrulurken cebime soktum.