18.BÖLÜM
Aklı Esila da kalan Rüzgar mecbur içeri geçti, Esin Hanım ile son programı konuştuktan sonra tüm hazırlıklar tamamlanmış olacaktı. Yalnız sahne ile alakalı kafasında oluşmayan bir şeyler vardı, onun için Esin Hanım’ı çağırmıştı. Esin şirketin organizasyon ve reklam sorumlusuydu ve bu geceki programı düzenliyordu.
Esin Hanım daldığı düşüncelerden “Sizi tebrik ediyorum Rüzgar Bey ihale belli olmadığı hâlde hazırlıklara başlamamı ön gördünüz, aksi hâlde işler asla yetişmeyecekti.” diyerek çekip çıkarttı.
“Yaptığımız işten emindim diyelim, adamlar dönmeden de bu programı düzenlememiz lazımdı ve risk almam gerekiyordu.”
“Tam da yerinde bir risk oldu efendim.”
“Aynen, sahneyi sola kurun ki kapıdan girenler daha rahat yönlene bilsinler, yani ben öyle düşünüyorum. Esasen bu iş sizin işiniz.”
“Doğru diyorsunuz efendim ortamın kullanılabilirliği açısından o taraf uygun, ayrıca fikirleriniz çoğu bize zaman ışık tuttu.”
“Hadi bakalım işinize bakın Esin Hanım yine iltifat konusunda aşama atlamak üzeresiniz.” dedi ve gülümsedi.
“Ama öylesiniz Rüzgar Bey.” diyerek gülümsedi ve ardından kalktı.
***
Rüzgar balkonda her zamanki gibi pazar kahvesini içiyorken, bir yandan da boğazın enfes kokusunu ciğerlerine doldurarak huzur bulmaya çalışıyordu. Hülya Hanım yanına geldi ve kendini içine hapsettiği bu keyifli anı bozarak “Bir misafiriniz var efendim.” dedi.
Umursamaz bir tavırla “Kim geldi? Birini beklemiyordum.” dedi ve oturduğu beyaz ferforje sandalyeden doğruldu.
“Tarık başaran diye biri efendim.”
“Çalışma odama geçiyorum oraya gönderirsin.” diyerek, kalktı ve asansöre doğru yönelip aşağı kata indi.
Rüzgar masasının başına geçip oturduğunda kendinden fazlaca emin duruyordu. Derin bir nefes alarak adamın gelmesini beklerken sinirlerine hâkim olmaya çalışıyordu. Kapı usulca tıklandığında “Gel!” dedi ama kapı tıklandığı kadar kibar açılmadı, Tarık boynundan mengene gibi tutuğu kadını ayaklarının dibine doğru fırlatarak attı, kadının ağzı yüzü kan içindeydi. Rüzgar’ın masasının dibinde boylu boyunca uzanıyor ve kan çanağına düşmüş gözlerle yere bakıyordu.
“Al bu sürtüğü ve sor bakalım ben mi onu koynuma almışım Rüzgar Ceyhan?” diye bağıran Tarık sinirli sesinin aksine rahatlamış görünüyordu.
“Çık dışarı Tarık Başaran!”
“Tamam buralarda olacağım.” dedi ve çıktı, sesi ise özgüven doluydu. Tarık’ın çıkmasıyla Rüzgar yerde iki büklüm yatan kadını kolundan tutarak sandalyeye oturttu. Ardından sesini sakin tutmaya çalışarak konuşmaya başladı.
“Tarık Başaran o gece seninle isteyerek yanında olmadığını iddia ediyor doğru mu?” diye sordu ama kadın cevap vermedi.
“Bak eğer sena zorla bir şey olmadı dedirtiyorsa bunu bana söyle, ondan güçlü bir adamım seni korurum. Sadece gerçeği söyle!”
Bir nefeste “Ben bu işi sadece para karşılığında yaptım.” deyiverdi.
“Bana yalan söylen için, sana para mı verdi?”
“Hayır bana para veren o değildi, onun başına bela açmak isteyen biriydi çünkü yolundan çekilmesini istiyordu. Bunun için çok yol denedi fakat kâr etmedi, en sonunda canını yakmak için bu yolu seçti, ben iş için onu otele çağıracaktım fazlaca içirecektim ve içkisinde uyku ilacı olacaktı. Plan buydu. Ardından otelde ayırtılan odaya çıkacaktık ve Simay diye bir kadını arayacaktım, öyle de yaptım bizi yatakta bastı ama hiçbir şey olmadı. Zaten gece boyunca uyudu.” demesiyle Rüzgar, kadını kolundan tutarak hırsla kaldırdı.
Kapıya doğru sürükleyerek kapıyı açtı, aynı sinirle kadını dışarı atarak “Defol!" diye bağırdı. Kızgın gözlerle Tarık Başaran’a baktı bir suçu yoktu ama yine de bu adama ılıman olamazdı. Sonuçta o bir abiydi.
Rüzgar “İçeri gel.” diyerek çıktığı odaya geçti ve masasına oturdu ardından Tarık da gelerek karşısına oturdu. Hiçbir şey konuşmadan bir müddet birbirlerine baktılar.
“Şimdi söyle Simay nerede?” diye soran Tarık kendini sabrının son raddesine gelmiş hissediyordu.
“Dur bakalım öyle elini kolunu sallayarak kardeşimi veremem sana, ananı babanı alıp geleceksin! Bu arada sana bu yaptıklarım yapacaklarımın teminatı eğer kardeşimin canını yakacak olursan seni mahvederim. Bu yaptıklarımı mumla arar olursun.”
“Asla böyle bir şey olmayacak, onu çok seviyorum buna inan.”
“Kardeşime olan aşkını dinleyemem, git artık!”
-Tamam gidiyorum, en kısa zamanda geleceğiz.” dedi ve derin bir nefes alarak çıktı. Rüzgar onun ardından telefonu alarak Simay’ın Amerika’daki numarasını aradı. Olan her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatarak artık Türkiye’ye gelebileceğini ve bu konuyu sıkıntı yapmamasını söyleyerek, kardeşinin son zamanlardaki en güzel ses tonuna şahit olarak telefonu kapattı.
***
Esila tanıtım toplantısının yapılacağı otele geldiğinde lobide şirketten birçok tanıdık yüz vardı. Kılavuz panoları takip ederek yemeğin olacağı salona doğru işaretleri takip etti, son olarak asansöre binerek salonun olduğu kata geldiğinde henüz salonun kapıları açılmamıştı, bekleme tarafında da çok kimse yoktu. Cam kenarına yaklaşarak yanına gelen görevlinin tuttuğu tepsiden meyve suyu aldı ardından dışarıyı seyretmeye başladı. Öylesine dalmışken arkasından gelen ses ile irkildi.
“Hiçbir şey giymeden gelseydin!”
İrilerek “Lazkopat!” dedi ve hızlıca arkasını döndü. Sesindeki buğu onu ürpertmişti. Hızlıca üzerinde bıraktığı etkiden kurtularak ne giydiğini düşündü. Kırmızı dantel uzun bir elbiseydi giydiği ve göğüs kısmı dışında elbisenin üst kısmı transparandı.
“Eğer isteseydim öyle de gelirdim, ayrıca gayet güzel bir elbise.” Diyerek biraz önce onu tenkit ededen konuşmasına yanıt verdi.
“Haşa çirkin demedim, aksine çok etkileyici ve güzel, sıkıntıda burada ya…”
“Ah Lazkopat gören de gerçekten benimle ilgilendiğini sanacak.”
“Bana haksızlık ediyorsun Efulim.”
“Nasıl sana haksızlık edebilirim ki, var mısın yok musun bilmiyorum. Seni nereye koyacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yok, üstelik daha bana söylediğin yalanı hazmetmemişken.”
“Bir de beni düşün teoride varsın ama aslında yoksun, nenem olsa “Trabzon’daki ‘ı’ gibisun varsun ama ispat edemeyrum." Derdi.
“Artık herkes toparlanmaya başladı, uzaklaş istersen.”
“Neden uzaklaşayım?”
“Benimle fazlaca ilgili olduğunun düşünülmesini istemiyorum.”
“Yalan mı peki?”
“Hadi Lazkopat hadi…”
Gözlerinin içine ima ile bakarak “Neden söylemedin?” diye sordu. Ne demek istediğini anlamayan Esila, anlamaya çalışan bir ifade ile ona bakarken “Neyi?” dedi ve vereceği cevabı sabırsızca beklemeye başladı.
“O adamın abin olduğunu.”
“Söylemek zorunda değildim.”
“Dua et iyi tarafıma gelmiş ki yanlış bir şey yapmadım. Unutmadan ben de bir abiyim ve kız kardeşimin evleneceği kişiyle böyle karşılaşmayı asla tercih etmem. Umarım abin hakkımda kötü şeyler düşünmemiştir.” derken yüzünün şekilden şekle girmesini keyifle izliyordu.
“Saçmalıyorsun, seninle evlenecek olan da kim acaba, üstelik yemek yediğin kız burada ayağının dibinde takılırken.” dedi ve başı ile yemek yediği kızı işaret etti. Aynı anda Rüzgar da o tarafa baktı.
“Esin mi?”
“Adı her ne ise…”
“Kıskanıyorsun beni değil mi? Hadi itiraf et!”
“Seni kıskanmıyorum, sadece bu rahat tavırlarından rahatsız oluyorum. Git onunla ilgilen.”
“Onunla ilgilenirsem kocası da benimle ilgilenebilir.”
“Nasıl yani, bir de evli mi?”
“Senin şu içindeki bangır bangır bağıran kız var ya, işte ben ona ölüyorum, hata yaptım yalan konuşmamalıydım. Hadi artık barışalım.” dedi ve en güzel gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Bu gülüş onu hem çekici hem de olduğundan fazla sevimli gösteriyordu. Esila bu görüntüye gözlerini kapatarak “Üzgünüm, benim hayatımda en nefret ettiğim şey yalandır ve sen kendini başka biri gibi tanıtarak beni aptal yerine koydun, şimdi gitmeliyim.” dedi ve Emel’in yanına doğru ufak ama emin adımlarla yürüdü.
Leyla ve Nur da oralardaydı ve çok seksi görünüyorlardı. Esila onların karşısındaki tekli koltuklardan birine oturduğu anda kıskanç gözleriyle karşılaştı, iki sevimsiz kendi aralarında konuşurken istemedikleri hâlde Emel de araya giriyordu, Leyla konuşmasına ara vererek gözlerini yanlarına doğru gelen kadına doğru dikti ardından “Rüzgar Bey’in annesi buraya doğru geliyor gözüne girersem belki artık Rüzgar da farkıma varır.” dedi. Esila söylediklerini sindirdikten sonra kırk iki numara tuvalet terliğiyle ağzının ortasına vurma isteğini bastıramadı.
“Şirketimizin başarılı mimarları müsaitse onlarla konuşmak isterim.” diyerek başlarında bekleyen kadına, Esila hızlıca kalkıp yer verdi. Ardından iki kişilik koltukta oturan Leyla ve Nur’un yanına sıkıştı. Kadın tüm sevecenliğiyle ama resmi bir şekilde “Şu meşhur kaya projesini hanginiz çizdi?” diye sordu.
Esila kendinden emin ve saygılı bir biçimde “Ben çizdim efendim.” diyerek konuşamaya girdi.
“Muhteşem bir fikirdi, tebrik ederim.”
“Teşekkür ederim.”
“Hangi üniversitede okudun?”
“İstanbul üniversitesinde okudum efendim.”
“Ödülleri de var.” diyerek her konu hakkında fikri olan Emel araya girdi.
“Çok güzel, ne ödülüydü.
“Kanal projesiydi efendim, güneş enerjisiyle tuzlu suyu tatlı suya çevirip evlerin su santrallerine bağlamıştık.”
“Pek anlamam ama çok ilgi çekici, nerelisin?” demesiyle Nur araya girdi.
“Köylü efendim.” Deyince Esila, kısa ama ters bir şekilde gözlerine baktı.
“Köyünüz nerede?” diyerek ilgiyle sorunca Nur kadının bu alakasına sinir olarak dişleriyle dudaklarını ısırdı.
“Antalya’da efendim.”
“Ailen ne iş ile meşguller? Böylesine iyi bir kız yetiştirdikleri için onları tebrik etmek lazım.”
“Teşekkür ederim efendim, annem ziraat mühendisi, babamla birlikte organik tarım ile uğraşıyorlar bir de butik otelimiz var. Yalnızca doğal bir ortam sağlanarak biraz da olsa modern binaların stresinden insanları uzaklaştırmaya çalışıyorlar.” dediğinde Nur’un yüzünün rengi saçları gibi kıpkırmızı olmuştu.
“Nerede bu otel? Gitmek isterim bizim arkadaş grubumuz var, böyle bir ortamda küçük bir kaçamak yapmak istiyorduk.
“Tabi Antalya’da Cennet Mekân butik otel.”
Nur “Her mevsim organik ürün nasıl buluyorsunuz?” diye sorunca ciddiyetle “Seralarımız ve bahçelerimiz var. Mesela Sakarya’da bal kabağı ve fındık bahçelerimiz, Afyon’da patates, Pamuk ovada ayva bahçelerimiz, doğu Anadolu’da et ve süt ürünleri için mandıralarımız var.” dedi ve sustu çünkü saymakla bitmezdi. İki budala ise onu yermek isterken göğe çıkarttıklarına deli gibi sinir olsalar da belli etmemeye çalıştılar. Gülhan Hanım müsaade isteyerek kalktığında, solunun da kapıları açılıyordu. Sonunda onlarda toparlandı ve adlarının yazıldığı masalara oturdular.
Program önce projenin tanıtımıyla başlayıp ardından proje danışmanlarının konuşmalarıyla devam etti. Yemek başlarken ünlü bir sanatçı eşliğinde yemeklerini yediler ve güzel bir gece sona erdi. Bu yorgun kafayla yarın yorucu bir iş günü ise onları bekliyor olacaktı.
Esila otelin önüne geldiğinde taksi beklemeye başladı ama on dakikadır beklemesine rağmen taksinin tekeri bile gelmemişti, bu kılıkta yola da inemezdi. Tekrar otelin içine girdi ve lobiye geçti, onu alması için Buse’yi arayacaktı. Lobide Gülhan Hanım ve bir adam muhabbet ediyorlardı ardından yanlarına Lazkopat da geldi. Aynı anda Esila da telefonu eline alıp Buse’yi aradı ama bir türlü açmıyordu. Gurur yapıp şirketin verdiği arabayı kullanmadığı için içinden kendine her türlü kötü sözleri sayıyordu.
İkinci araması da sonuç vermeyince, Burak’ı aramaya karar verdi ama sonra hemen vazgeçti kesin yanlış anlardı, gözü Rüzgar’ın aile saadetine kayınca Gülhan Hanım ona işaret ederek yanlarına çağırdı. Esila yanlarına gittiğinde uzun boylu, yaşına göre yakışıklı adama dönerek “Bak hayatım bu güzel kız mimarımız Esila.” dedi.
“Memnun oldum.” diyerek elini uzattı. Heybetli adam da elini uzattı ve tokalaştılar, Esila karşısındaki adama bakarken Rüzgar’ın babasına ne kadar çok benzediğini düşünüyordu. Düşüncelerini Serhat’ın yanlarına gelişi bölünce onu göreceğine hiç bu kadar sevineceğini tahmin etmemişti. Ondan kendisini bırakmasını isteyebilirdi.
Gülhan Hanım ve eşi Ali Bey kısa bir süre sonra kendi aralarında konuşamaya başladıklarında Serhat’a dönüp “Senden bir şey rica edebilir miyim?” diye sorduğunda Serhat olumlu anlamda başını öne arkaya doğru sallayınca sevimli bir gülümseme eşliğinde “Taksi bekledim, bir türlü gelmedi beni eve bırakabilir misin?” dedi.
“Tabi bırakırım.” derken Rüzgar ile göz göze geldiler ardından yüz seksen derece dönerek “Ya da bırakamam, en iyisi ben gideyim.” diyerek yanlarından hızla ayrıldı. Bir hışımla Rüzgar’a döndü ve “Neden adama ters ters bakıyorsun?” diye sordu.
“Tabi seni Serhat da bırakabilir ama neden ben varken ona söylüyorsun?”
“İşte!” derken bağırmamak için sesini zor kısmıştı.
“Benden neden böyle kaçıyorsun? Yapma artık bu durum canıma tak etti.” diyen sesi uyarı doluydu.
“Beni artık rahat bırak, sadece sessiz sakin bir hayat istiyorum tamam mı.”
“Öyle mi istiyorsun gerçekten?”
“Evet! Sensiz bir hayat istiyorum.”
“Tamam, seni bu akşam evine bırakacağım ve bu son olacak! Bir daha seni rahatsız etmeyeceğim.” dedi ve çıkışa yöneldi. Dediğinde ciddi olup olmadığını düşünen Esila sessizce arkasından gitti. Vale arabayı getirince aynı suskunlukla arabaya bindi ve yol boyunca hiç konuşmadılar. Esila onun suskunluğundan neden korktuğunu bilmediği için kendini teselli etmeye çalışırken eve nasıl geldiklerini anlamadı.
Esila sustu, Rüzgar da sustu ve bu yeni durum alışık olmadığı kadar canını sıktı, kırıldığını düşünse de onu tavrı değildi, peki ya suskunluğu nedendi?
Ertesi gün...
Geçen haftalardaki yoğunluğundan sonra bu haftaki rutine dönüş Esila için çok sıkıcıydı. Çizim programını açarak bir şeyler tasarlamaya başladı, yeni fikirler her zaman ufkunun açılmasına fırsat vermişti. Ne kadar çalıştı bilmiyordu fakat Rüzgar’ın asistanın yanına gelmesiyle dikkatle baktığı bilgisayardan başını kaldırdı. Kız Araplar ile yapılacak olan toplantının Trabzon’da olacağını ve sabah yedide uçuşu olduğunu söyledikten sonra işlerinin başına dönmüştü. Araplar son projeden sonra Esila ile çalışmak istemiş, Türkiye’ye de gelmişken Trabzon’u ve oranın kültürünü de görmek istemişlerdi.
Bugün rutin sıkıcı bir gündü, saat beşe gelirken yavaşça toparlandı ve çıkmaya hazırlandı, kısa bir süre asansörün başında beklerken yukarıdan gelen asansör durdu, içerde üç dört kişi vardı ve de arkası dönük olan bir Rüzgar vardı. Aynadan görmediyse bindiğinin farkında değildi. Asansörden inip kapıya geldiklerinde görevli Rüzgar’ın arabasını bıraktı Esila da taksi için yolun karşısına geçti. Rüzgar arabasına bindi ve gazı kökledi o gittikten sonra sadece bağıran egzoz sesi kulaklarında kaldı.
‘Vay be, demek dediğini yapıyorsun ve benden uzak duruyorsun he Lazkopat.’ diye diye düşünen iç sesi konuşuyordu konuşmasına ama Esila ondan uzan durmasını istiyor mu emin olamıyordu. İçinin bir tarafı evet bir tarafı hayır diyordu. Hem rahat hem huzursuzdu ve bu ne biçim duygu böyle...
***
Eve gelip üstünü başını değişip yemek yedikten sonra ufak bir çanta hazırlayarak çantayı kapının yanına koydu ve kendine bir kahve yapıp salona geçti. Kapı ve telefonu aynı anda çalınca telefonu eline alarak kapıya doğru gitti. Önce telefonu sonra kapıyı açtı, gelen Buse’ydi arayan ise Hale.
“Alo canım nasılsın?”
“İyiyim şimdi Buse geldi ona kapıyı açıyorum, yakınlardaysan sen de gel.”
“Şu an çok ters bir yerdeyim, yarın görüşelim diyecektim onun için aramıştım.”
“Yarın Trabzon’da olacağım, dönünce haberleşelim olur mu?”
“Tabi haberleşiriz Buse’ye selam.” dedi ve kapattılar.
Buse’ye Hale’nin selamını söyledikten sonra içeri geçerek koyu bir muhabbete daldılar. Güzel bir akşamın ardından Buse evine gitti Esila da erkenden yattı. Çünkü yarın yorucu bir gün olacaktı.