19.BÖLÜM

2932 Kelimeler
19.BÖLÜM Esila sabah erken kalkmasına rağmen enerjik uyanmıştı, uçağa binmek onu için her zaman keyifli olmuştu. Yeni yerler görmekse en büyük hobilerinin arasındaydı ama işten fırsatı olamayacağı gibi ertesi gün işinin başına dönmesi gerekecekti. Meşhur yaylaları ve Sümela manastırını görmeyi gerçekten çok isterdi ama dönüş bileti akşama alındığı için mecbur dönecekti. ‘İnsan bir gün geç alır bileti ve bana bir gün izin verir, tabii ki bunlar hayal ve biz gerçek dünyada yaşıyoruz.’ diye düşünürken ayakkabılarını giyiyordu. Yavaş yavaş aşağıya indi ve sitenin çıkışına doğru aynı rahatlıkla yürümeye başladı. Sitenin önündeki tanıdık araba gözüne çarptığında şoför onu görmüş olacaktı ki otomatik kapıyı açtı ve Esila binince ardından kapı sürüklenerek kapandı. Havaalanına kadar yapılan bu hizmet karşısında şüpheye düşse de hâlinden memnundu. Belki yalnızca ona sunulan bir hizmet değildi, evet kesinlikle değildi. Arasının bozuk olduğu Rüzgar bunu düşünecek kadar ince olamazdı. Trafiğin olduğu arabanın dur kalk yapmasından belliydi, tam iş için sokaklara dökülme vaktiydi. Arabadaki her şey sanki trafikte yolun kolayca bitmesi için tasarlanmış gibiydi, etrafta göz gezdirirken cam kenarındaki küçük rafa takıldı gözü ve hızlıca uzanıp aldı düğmeye bastı. Kısa bir süre sonra ekran açıldı, aracın ön kamerası devreye girdi bu sayede şu an trafiği görebiliyordu. Pek izlemek istediği söylenemezdi, arkasına rahatça yaslandı ve sırayla numaraları tuşlamaya başladı. Kafasına göre bir şeyler arıyordu fakat ilgisini çeken hiçbir şey yoktu, sonunda seyahat programlarından birine denk geldiğinde kumandayı aldığı yere bıraktı ardından ilgiyle izlemeye koyuldu. Sunucu Singapur’a gitmişti ve orayı tanıtıyordu, şeytan Trabzon dönüşü kaç git diyordu. Aslında şeytanın kulağına fısıldadığı sözler mantıklıydı, hiç şüphe çekmeyen bir durumda rahatça kaçabilirdi. Sonra Rüzgar’ın yüzünü görmek ise muhteşem olurdu. Araba durduktan kısa bir süre sonra kapı hafif bir gürültüyle sürüklenerek açıldı, Esila inerken şoför iki adamla konuşuyordu. Çantasını sırtına takıp alana yöneleceği sırada adamlardan biri “Gidelim Esila Hanım” dedi. İşte o an gerçekten nevri dönmüştü, başına bu zebanileri diken Rüzgar’dan başkası olamazdı. Yaşadığı şoku üzerinden hızlıca atarak Rüzgar’ı aradı ama karşı taraf telefonu açmadı, tekrar aradı yine açmadı, ısrarla bir kez daha aradı bu kez üçüncü çalışta Rüzgar “Ne var?” diyerek telefonu açtı. “Bu adamlarla mı gideceğim?” “Sana güvenerek tek başına göndereceğimi sanmıyordun değil mi? Sonraki durağın neresi olurdu kim bilir…” “Planımda Singapur vardı.” diyen sesi bunda ciddiydim anlamını taşıyordu. “Ertelemek zorunda kalacaksın, şu an gideceğin tek yer Trabzon, ona da ben izin veriyorum, akşam dönmeyi unutma yarın yapacak çok işin olacak.” dedi ve telefonu suratına kapattı. O sinirle tekrar aradı fakat açmadı, mesaj bölümüne girdi ve hızlıca yazmaya başladı. Sinirden elleri titriyordu. ‘Lazkopat, seni bu yaptığına pişman edeceğim tamam mı? Trabzon’dan döneyim ilk işim bu işe babamı sokmak olacak, sen göreceksin. Bana bu yaptığına pişman olacaksın!’ yazıp gönderdi ve iki iri cüsseli adam ile alana doğru yürümeye başladı. Kontrolden geçerken telefonuna mesaj gelince banda bıraktığı emanet kutusundan çantasını ve telefonunu hızlıca alıp ilerledi. Girişte kalabalık yapmamak için biraz ileride telefonunun ekranını kaydırarak açtı ve mesaj bölümüne girdi. ‘İstersen ulaştırma bakanını çağır fark etmez, ben izin vermediğim sürece hiçbir yere gidemeyeceksin.’ yazıyordu. ‘Ben Esila isem senin damarına öyle basacağım ki neye uğradığını şaşıracaksın Lazkopat! Kendin kovacaksın beni.’ Esila yazdığı bu son mesaja karşılık olarak, alay içeren göz kırpma işareti aldığında uçağa binmek üzereydi. *** Uçak alana indiğinde, iki adam da peşinden nereye gitse geliyordu. Havaalanından çıktıklarında onları şirketten gelen biri aldı ve daha önce iş görüşmesi için de geldiği holding binasın götürdü. Şirkete ilk geldiği gün onu deneyen adam sürekli yanındaydı ve iş ile ilgili bilgi veriyordu. Birlikte toplantıya hazırlanıyorlardı. Esila onun ilk günkü kadar kaba olmadığını aksine çok kibar davrandığını düşünüyordu. Araplar geldiğinde küçük bir şehir turu yaptılar, bu Esila için de iyi olmuştu. Kısa bir tur olsa da yeşil ve mavinin karışımından oluşan bu doğa harikası yerleri görmek ona kendini muhteşem hissettirmişti. Saat üç gibi öğle yemeği ardından toplantı için tekrar şirkete döndüler, ilk önce projenin yapılacağı alanı slayt olarak gösterdiler ardından skala ve resimlerini verdiler. İstedikleri gösterişli bir konaklama konseptiydi. Esila’nın aklında birkaç şey vardı ve güzel olabileceğine inandığı için onları çizecekti. Bunun için verdikleri süre bir haftaydı, şimdi çizmeye başlasa ancak yetişirdi. En azından maket için verdikleri süre on beş gündü, sıkı bir çalışmayla o da ancak yetişirdi. Arapları uğurladıktan sonra şirkette uygun bir lavabo bularak çantasına koyduğu rahat giysileri hızlıca üzerine geçirdi ardından çıkışa doğru ilerledi. Saat beşe geliyordu şimdi çıkarlarsa ancak yetişirlerdi, gereksiz yere işler uzamıştı. Arabaya bindiklerinde neredeyse yorgunluktan uyuyacaktı, nitekim de öyle olmuştu fakat bir sarsıntıyla uyanması tam uykuya daldığı anda oldu. Ne olduğunu anlamaya çalışarak dışarı baktığında adamların kaputu açmış bir şeyler yapmaya çalıştıklarını gördü. Muhtemelen arabanın motorunda bir sıkıntı vardı. Telaşla saatine baktı neredeyse beş buçuk olmuştu ve uçak altıda kalkacaktı. Böyle giderse kesin geç kalacaktı, o sıkıntıyla arabadan çıktı ve adamlara yaklaşarak bir öneride bulunmaya karar vererek “Taksi çağıralım.” dedi. “Buraya gelmeleri ancak yarım saat alır, biraz ekleyin yaparız şimdi.” dedi ama Esila, buna kendisinin bile inanmadığına emindi. Arabanın içine girip beklemeye başladığı sırada Atıf Bey arayınca kederli bir şekilde telefonu açtı. “Merhaba Esila Hanım bugünkü yardımlarınız için teşekkür etmek istedim, uçağa binmeden arayayım dedim.” Sıkıntıyla “Uçağa binmeyi bırakın alana gidemedik, arabamız bozuldu böyle giderse yetişemeyeceğiz.” dedi. “On beş dakika var. Normalde alanda olmanız gerekirdi, dilerseniz size bir araç göndereyim bu gece otelde kalın yarın gidersiniz.” “Şirketi aramam lazım yarın orada olmam gerekiyordu.” “Tamam siz arayın ben sizden haber bekliyorum.” demesiyle telefonu kapattılar arkasından Rüzgar’ı aradı ama cevap vermedi. Tekrar aradı yine cevap vermedi, bu saatten sonra yapacak bir şeyi yoktu açmazsa açmasın kendi bilirdi. Atıf’a dönerek onu aldırmasını istedi ve arabada almak için gelmelerini beklemeye başladı. Atıf, Esila’yı almaya kendi geldi ardından bir otele gittiler ama otelde yer yoktu. İkinci otele gittiklerinde de aynı sonuçla karşılaştılar. Resepsiyon görevlisi yayla şenliklerinin olduğunu, bu mevsimde rezervasyonsuz yer bulamayacaklarını söyleyince Atıf “Eğer bir sakıncası yoksa, bizim köye getireyim seni.” dedi. Esila mecbur kalarak kabul etti ama içinde anlamlandıramadığı bir sıkıntı vardı. Ortalama bir saatin sonunda tertemiz havası olan bir yaylaya geldiler. Meydana geldiklerinde insanların toplanmış türküler söylediklerini gördüler, bazıları da horon vuruyordu. “Şenlikler başladı, bizim buralar da böyle ayak uydurur, istersen gezelim.” “Tabii isterim, eşyalar arabada dursun. Açıkçası vakit kaybetmek de istemem.” demesiyle Atıf arabayı kenara çekerek durdurdu. Arabadan inip türküler söyleyip eğlenen insanların aralarına karıştıklarında kendisine bir yer buldu ve oturdu. Çok fazla kalabalıktı, sessizce eğlenenleri seyrediyor ve keyif alıyordu. Kızın biri çıkıp bir türkü söylemeye başladı ve sesi gerçekten çok güzeldi. Ortam bu duygu yüklü türküyle sakinleşirken herkes oturdu, kız şarkıyı söylerken Esila’nın yanındaki yaşlı bir kadın koluna vurarak “Ha bu kizu uşağuma alacağum.” diyerek gösterdi. “Güzel kızmış.” diyen Esila, sıcacık bir gülümsemeyi kadının koyu kahve gözlerine gönderdi. “Nasil da bakayi.” diyerek karşı tarafı gösterdi, istemsizce kafasını karşı tarafa çevirdi. İçlerinde Rüzgar da vardı. Rüzgar’ın da onu fark etmesiyle göz göze geldiler. “Hangisi?” diye sorarken bu nenenin Rüzgar’ın meşhur nenesi olup olmadığını düşünmeden edemedi. “Aha kalkti geliyi.” diyerek tekrar işaret etti o an Rüzgar kalmış ve yanlarına doğru geliyordu. Esila’nın tarafına oturarak kulağına eğildi ve konuşmaya başladı. “Ne işin var burada?” “O aptal telefonuna bakmayı deneseydin eğer, ne olduğunu bilirdin adamlar da aradı.” “Yanıma almadım gördüğün gibi eğleniyorum.” “Farkındayım, senin ne işin var asıl burada? “Burası benim köyüm, ayrıca dünden beri buradayım. Bakıyorum da şirketteki yokluğumu fark etmemişsin.” “Çok büyük rahatlıktı.” demesiyle nene araya girerek “Uşağum bi bak hau kiza gözlerini sendan alamayi.” dedi. “Nenem, geçen geldiğimde de gösterdin sen bu kızı bana, istemeyrum da!” “Afgurma sen ne bilursun.” deyince Esila kendini tutamayarak güldü. *Köpek havlaması. “Sen ne güleyisun?” diyerek bir zılgıtta Esila’ya atınca mecbur sustu ve kızın şarkısını dinlemeye başladı. Kız resmen gözleriyle Rüzgar’ı yiyordu. Kız türküyü bitirip yanlarına doğru geldi ve nenenin ayaklarının dibine oturdu. O sırada Atıf yüksek sesle “Rüzgar hadi kuzen kalk bir türkü de sen söyle.” dediğinde, Esila ‘Demek kuzenlermiş.’ diye aklından geçirdi. “Tamam söyleyeyim.” dedi ve itiraz etmeden kalktı. İlk defa böyle bir yönü olduğuna şahit oluyordu ve nasıl bir türkü söyleyecek merak ediyordu. O da artık kıza bakarak bir türkü söylerdi, bu düşüncelerle aklını meşgul ederken ondan bekleneni yaptı ve hareketli bir türküyü söylemeye başladı. “Hey kız onyedili kız Gözleri yıldız, yıldız Gel otur çakıllara Seninle konuşacağız Eğer baban vermezse Dağlara kaçacağız Yedi renk martı gibi Göklere çıkacağız Efulim Yel uçurur ağlari Oy faroz'da, faroz'da Kaçamayan kızları Kuruturlar çirozda Ah sevdalin uşak olsam Belune kuşak olsam Okşarken yanağuni Gülden yumuşak olsam Efulim... Atmaca doğan olsam Kapilarına konsam Gece uyurken yarum Döşeğinde bulunsam Gece geldum duydun mi Güzelum uyudun mi Bağırdım kapılarda Sesumi tanudin mi Efulim” Rüzgar Esila’nın gözlerine baka baka türküyü söylüyordu. Bu nasıl türkü böyle, yazan kafaya takmış illa kaçıracaktı kızı. Rüzgar türküyü bitirip tekrar yanlarına döndüğünde “Bu sene evleneceksun uşağum daha bekleyemeyrum, elup gideceğum hâlâ mürvetini göremedum." diyerek nene konuşmaya başladı. “Senin deyişinle bir şey diyeyim nenem ‘Limanın gerisinden esti garayel esti, Karadenuz kizlarından rabbum rizgimi kesti.’” dedi ve kalktı. Ağzının içinden geveleyerek ‘Demek rızkın Karadeniz kızlarında değil he Lazkopat, tabi İstanbul’da şehirli kızlar varken ne işin olur senin buradaki kızlarla.’ diyen Esila bu konuyu bu kadar ciddiye aldığı için kendine kızdı. Ne olursa olsun Rüzgar ile ilgili hiçbir şey onu alakadar etmemeliydi. “Ben de kalkayum anasi gibi bi zilli getirecek başuma.” diyen nene koşar adım arkasından, sendeleyerek gitti. Onun ardından Atıf da Esila’nın yanına gelerek “Artık kalkalım ne dersin?” diye sordu. Olumlu anlamda başını sallamakla yetindi ve birlikte tekrar arabaya bindiler, kısa bir süre sonra bahçe içinde dubleks bir eve geldiler. Arabadan inip içeri doğru geçtiklerinde nene ve Rüzgar bahçede oturuyordu. “Atif de bakayum kimdur hau kiz? Meydanda da gördim oni.” Sorusuna “Bizim şirketin mimarlarından nene.” diyerek Lazkopat cevap verdi. “He eyi, gel bakayum. Kiz deduğun elini oper nenenin.” deyince Esila çekinerek yanına gitti ve elini öptü. Rüzgar “Sen git Atıf biz misafir ederiz Esila Hanım’ı.” diyerek emrivaki yapınca sesini çıkartamayan Esila, Rüzgar’a ters bir bakış attı. Muhteşem nene bir şey demeden içeri doğru gittiğinde bahçede sadece ikisi kaldılar. “Ben Atıf Bey’in misafiriydim ne hakla emrivaki yapıp beni burada kalmaya zorlarsın?” “Onların evi kalabalık, sıkılırsın.” “Ben insanları severim, bıraksaydın da bunun kararını ben verseydim.” dedi ama Rüzgar hiçbir şey demeden içeri geçti. Hâlâ Esila ile mesafeli konuşuyor onu görmezden geliyordu. Bunun ne kadar süreceğini düşünen Esila hâlinden memnun olup olmadığını düşünmeden edemiyordu. Varlığına ve onunla uğraşmasına alışmış olmaktan nefret ederek o da içeri geçti ve salonda cam kenarındaki bir koltuğa oturdu. Kimse yoktu ve canı sıkıntıdan patlamak üzereydi, gözleri ise yorgunluktan kapanmak üzereydi. Atıf ile gitseydi en azından birkaç kişi görür böyle dışlanmış hissetmezdi. Nene, Esila’yı “Ne bakayisun boş boş oraya, yaban asmasi gibi bekleyeceğune gelda yardum et Fatma abulana.” diyerek soğuk su dökmüşçesine içinde olduğu düşüncelerden çıkarttı. Esila “Tabi hemen geliyorum.” diyerek tabiri caizse ayağa fırladı. O sırada içeri Rüzgar’ın dedesi Mehmet Bey içeri adam girdi. Nene, sakallarına ak düşmüş ve yumuşak yüz hatları duruşuna yansımış yaşlı adamı baştan aşağı süzdü sonra önüne geçti. “Hau kilikta nereye gideyisun?” “Cameye gideyrum da çekil onümden.” “Ha boyle gidersen beni gülerler seni değil, Saadet ütisiz çıkarmiş adami derler. Çik yukari değuş üstüni.” diye dedeye söylendiğinde yaşlı adam sesini çıkartmadan yukarı çıkarken duyulmayacak şekilde bir şeyler söylendi. Dedenin neneyi kafaya taktığı söylenemezdi, böyle yaşamaya alışmış gibiydi. “Habu adam benu deli edeyi.” Diyerek Esila’ya dert yandığında Esila, aslında adamın hiç sesi çıkmadığını düşünüyordu. “Sana ne yaptı ki?” “Ne yapmadi ki, ah ah anlatsam İstanbola yol olur.” “Ben sizi dinlerim.” “Hazmedemeyrum, ha bu adam beni zorla kaçirdi, bida sevduğum varidi hemida kuyumcu idi. Ha bu adam gibi çulsuz değulidi, cenaubu rabbil alemin işini biliyi uşaklarum bağa çekti arşa kada yol aldiler. Ha bu adama çekeydiler durimleri ne olirdi. Her neisa daha yaşum on üç süt gibiydum arkadaşlarıilan bila kaçırdu beni, namusuma el atmadi, gücüm yetmedi aldular götürdiler. Ama boş durmadum kaçırken kağzumi kapatan arkadaşinun küçük parmağuni ısirarak kopardum. Oh ne eyi eledum yine olsa ederdum, sanra babam buldi beni aldu ellerunden mahkemeye verdu inkâr ettuler delul olarak adamin kesik parmağuni gösterdum. Akilli kariydum, neysa adimi çikardular övey ana severmi adami namus diye yedu babamin başuni… kuyumcu sevduğum, dedi bağa ne olirsa olsin kabulümsün ama övey ana ister mi eyi yere gidesun mecbur kaldım ha bu bet adam ilen evlendum.” dediğinde Esila’nın içi buruklaştı ama yine de dedeye kızamadı, insana huzur veren bir tarafı olduğunu düşünmüştü. Yaşlı bir çınar ağacı gibiydi, dimdik duruyor hayata tek başına meydan okuyordu. Çok sevdim de alamadım ağlaşması değil sevdim ve aldım rahatlığı taşıyor gibiydi. Ve ne olursa olsun insana güç veren bir hâli vardı. “Hiç sevmedin mi nene?” “Sevmedum, ne seveceğum oni, getirdiler gelin odasi diye kodular beni onun ilen bir bi odaya, baktum bet çirkun bi adam. Hıy dedum ben buna mı varacaktum.” “Bakın ne güzel kaç tane çocuğunuz olmuş.” “Her yatmaklan bi çocuğim oldu, daha da girmedum koynine.” “Sizi çok seviyor ama belli.” “Ben da olsam severdum beni, bu kada güzel kariyim, sen da beni tuttun konuşiğe iş yapmayisin evde kalacasun bak.” dedi ve o yaşlı hâliyle masayı hazırlayan Fatma Hanım’a ayardım etti. Masaya oturduklarında dede de namazını kılıp yeni gelmişti, hep birlikte yemeğe başladıklarında nene “Uşağum senun içun hamsi yaptirdum özlemişsindur, hadi buyirun.” diyerek yemeğe başlamalarını bekledi. Önce çorba servis edildi ardından hamsi, bir de salata vardı başka bir şey yoktu. İyi de Esila bir tavuk bir de balık yemeği asla beceremezdi. İstanbul’un lüks restoranlarında kırılacak gibi çatal bıçak kullanan Rüzgar tüm parmaklarıyla hamsiyi ayıklayıp tabağına koyuyordu. Ayıklaması bittikten sonra üzerine limon sıktı ve hiç beklemediği bir anda tabağı Esila’nın önüne koydu ardından kendi yemeğe devam etti. Esila bundan fazlaca memnun olduğu hâlde görmezden gelmeyi tercih ederek iştahla yemeye koyuldu. Rüzgar “Nene sevdun mi misafirimizi?” diye sorunca Esila tüm dikkatini yaşlı kadına verdi ve ne diyecek diye sabırla beklemeye başladı. “Yaylalar yeşillendi dereler bi hoş akar, güzelleri görünce güneşte durur bakar.” dedi ve sessiz bir kıkırdama ile gülümsedi. Hayatı boyunca güzel olan şeyleri severdi ve çirkin olan her şeye bir kulp bulurdu. Bir düğüne gitse damadın ve gelinin güzel olup olmadığıyla ilgilenir, içlerinden birini beğenmediyse bunu dile getirmekten çekinmezdi. “Teşekkür ederim.” diyen Esila’nın sesi neredeyse duyulmayacak kadar azdı. “Kiz kismisu şimarukluk elemez, sus bakayum.” deyince başını öne eğdi ve yemeğine odaklandı. Esila’nın sessizliği üzerine yaşlı kadın “Ha boyle işte şirun dur beyensunler seni.” dedi. Güzel bir akşam yemeğinin ardından her şey rutine dönmüştü, saat ona gelirken herkes odalarına çekilmeye başlamıştı. Esila yorgundu ama uykusu yoktu, temiz hava iyi gelmiş olacaktı ki uykusu kaçmıştı. Bahçede kalıp o güzel havayı akşam serinliğinde hissetmeye karar vererek içeri geçmedi. Tek başına otururken her zamanki gibi Rüzgar sessizce yanına geldiğinde ne var der gibi yüzüne baktı. Huzurunu kaçırmış olsa da aldırış etmedi, bu yaklaşımları artık normal geliyordu çünkü Rüzgar kendi bildiğinden başka bir şey okumuyordu. “Biraz yürümek ister misin?” diye soran Rüzgar bu fırsatı kaçırmayacağına adı gibi emindi ve bundan faydalanmaya kesin kararlıydı. Birlikte yürüyerek göle kadar indiler ama hiç konuşmadılar geceyi dinlemeyi tercih eden Esila, güzel olan gecenin, insana verdiği huzuru hissediyordu. Esila çimenlere uzanıp gök yüzünü seyrederken Rüzgar da onu izliyordu. Yıldızlar o kadar güzel parlıyordu ki hiç İstanbul’daki gibi değildi, şehrin ışıkları engel olurdu yıldızların parlamasına ama burada ışıklar yıldızları söndürmeye yetmemişti. Esila uzanıyordu Rüzgar da oturduğu yerden ona bakarken, kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı. Esila ister istemez anlam yüklü türküyü sessizce dinledi. Türkü bitene kadar bekleyip ardından “Çok dertliymişsin be Lazkopat.” dedi ve ayağa kalktı. “Derdim derdin olsun Efulim.” dedi ve oda kalktı. Rüzgar’ın tek derdi Esila’ydı ve istediği tek şey aynı derdin ortağı olmaktı. *** Yavaşça hiç konuşmadan eve geldiklerinde ona verdikleri odaya geçip üzerini değiştirdi. Ona verdikleri bol bir gecelikti. Aynaya baktığında çok kötü göründüğünü fark etti ama bir yandan da bu hâline gülüyordu. Kapının sessizce açılması ürpermesine sebep olurken, atacağı çığlığı dudaklarıyla bastırdı. Bir anlık korkudan sonra gelenin Rüzgar olduğunu kavraması çok uzun sürmedi, ardından sessizce “Senin burada işin ne?” diye sordu. “Seninle aynı ev içerisinde ayrı odada uyuyamadım.” “Burada kalamazsın hemen çık, biri görse hakkımda ne düşünür?” “Kimin ne düşüneceği umurumda değil.” dedi ve iki adımda yanına geldi. Hiç fırsat kaybetmeden belinden tuttu ve sıkıca kendine çekip sarıldı ardından başını boynuna gömüp kokusunu içine çekti. Esila ister istemez gözlerini kapattı bu onu tahmin etmediğinden daha çok etkilemişti çünkü onun teninin kokusunu sanki onun için yapılmış özel bir parfüm gibiydi. İçindeki duygulara gem vurmaya çalışırken onu uzaklaştırma girişimleri boşa çıktı. Rüzgar uzaklaşmasına fırsat vermeden ufak ufak boynuna öpücükler bırakıyordu. Kendine ihanet eden başı aşağıya düştüğünde yanağını saçlarının arasına gömdü, fakat gelen tıkırtı henüz kapamış olduğu gözlerini bir anda açmasına sebep olurken onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Rüzgar sitemle “Ne oldu şimdi?” diye sordu. “Biri geliyor.” “Bence sana öyle geliyor.” dedi ve dudaklarını dudaklarına kapattı. Esila iteklemeye çalıştı ama Rüzgar bir milim bile uzaklaşmasına müsaade etmedi. Son bir gayret ile ittirmeye çalışırken odanın kapısı açıldı. Bunu fark eden Rüzgar mecbur ondan uzaklaştı. İki şaşkın bakış karşısında iki şaşkın bakış daha vardı. Nenesi olayın şokunu üzerinden atan ilk kişi olarak kızgın bir ses tonuyla “Napyisunuz siz burada, vuh hemida benum ucağumda!” dedi. Bu sorusunu ilk yanıtlayan dedesi alay ile “Görmeyimisun, uşak kızın dişini çekeyi(!)” diyerek yanına da alaylı gülümsemesini ekledi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE