5.BÖLÜM
Zorlamalardan fazlaca nefret eden Esila’nın tahammül sınırı iyice zorlanınca sesini yükselterek “Sen tam bir aptalsın ve ben sana cevap vermek zorunda değilim, aç şu kapıyı ineceğim!” dedi ve kapıları açmasını bekledi. Rüzgar açmayınca kilit tuşuna kapıyı açmak için uzanmasıyla bileğinden tutması bir oldu, sinirle kafasını kaldırıp gözlerine baktığında yüzünü inceliyordu. Aralarında çok kısa bir mesafe vardı ve Esila anlamını çözemediği bir şekilde Rüzgar'ın kendisine çekildiğini hissediyordu. Arabanın içerisindeki sessiz çığlıklar büyürken Esila sabrının son sınırlarını zorluyordu. Rüzgar’ın hâlâ sessiz kalmasından ve koluna yaptığı yoğun baskıdan bunalarak:
"Bırak kolumu!" diye, tehdit eden bir ses tonuyla bağırdı ama sesi duyulmayacak kadar az çıkmıştı.
"Ya şimdi anlatırsın ya da sana öyle bir şey yaparım ki bir daha ömrü billah unutamazsın."
"Sen deli misin? Bırak beni ineceğim! Siz Karadeniz insanlarının geninde var sanırım bir şeye o koca burunlarınızı sokmak!"
“Benim burnum güzel bir kere, sen konuyu değiştirme.”
Esila'nın “Konuşmak istemiyorum.” demesiyle bileğindeki elini yavaşça Esila'nın eline doğru getirip sıkıca kavradı, Esila neden elini tuttuğunu anlamaya çalışırken mavilikleri derinleşti ve kendisini içine almaya başladı, hâlâ çok yakın duruyordular ve elleri tokalaşır biçimdeydi.
“Ben Rüzgar.” dedi buğulu sesiyle, elinin verdiği sıcaklık ve yakınlığının üzerinde bıraktığı etkiyle vücut ısısı tavan yapmıştı.
“Esila.”
Rüzgar “Memnun oldum!” dedi ve yüzüne doğru eğildi, eğer öperse yiyecekti beş kardeşi suratına.
Esila “Ben de memnun oldum.” diyerek geri çekildiğinde Rüzgar gülümsedi eli hâlâ elindeydi. Diğer eli ile kapıları açtı ardından bir centilmen edasıyla elini dudaklarına götürüp ufacık bir öpücük bıraktı, tam inmek için elini çekeceği sırada hafifçe sıkıp “Yarın yedi buçukta seni buradan alırım.” dedi ve elini bıraktı. Esila nasıl bir deliye çattığını düşünerek apartmana doğru yol aldı. Hissediyordu… Hâlâ gitmemişti ama dönüp arkasına bakmıyordu.
***
Rüzgar içindeki sıkıntıya anlam veremezken, Esila'ya bu denli ilgi gösterdiği için kendisine kızıyordu. Kadınlar onun için sadece bir türdü. Güvenilmez, sevmeyi bilmez ve sevilmeyi hak etmez! Kim farklıydı ki o da farklı olsun. Kafasındaki düşünceleri birer birer savurarak kontağı çalıştırdı ve inşaat alanına dönerek kendi arabasını alıp ardından eve gitti. Eve döndüğünde saat sekize geliyordu hiç oyalanmadan duş alıp üzerini değiştirdi ve Serhat ile buluşacağı kulübe gitmek için yalının iskelesinden yata binerek rotasını Galatasaray adasına çevirdi.
Adaya giriş yaptıktan sonra restorana doğru yürüdü. Serhat çoktan gelmişti, akşam olmasına rağmen hâlâ yüzenler vardı. Serhat köprüye dalmış manzarayı seyrediyordu. Rüzgar karşısında oturduğunda gülümseyerek Rüzgar'a döndü ve “Hoş geldin.” dedi, biraz tuhaf bakıyordu.
“Hey neyin var senin?” diye soran Rüzgar sabırla vereceği cevabı beklemeye başladı.
“Mahkemelik olduğum bir firma vardı ya, işte o şirketin avukatı geldi.” dedi hâlâ yüzünde aptal bir gülümseme vardı.
“İyi ne güzel anlaşmaya gelmeleri için bekliyordun, ne oldu?”
“Anlaşmazlık çıkarttım.”
“Neden? Bu işlerini zorlaştırır.”
“O avukat bir daha gelecek, gelmeli!”
“Seni hain, işi gücü salladın yani.”
“O beni ikna etmek için yaptıkları konuşmaları var ya beni benden etti.”
“Avukat diyorsun bence dikkat et, zorlarsan donuna kadar alır.”
“Ölüm gelsin onunla be Rüzgarım, yeter ki ondan gelsin.” dedi ve derin bir nefes alarak iç geçirdi.
“Bu kaçıncı oğlum, âşık oldum deyip iki ay sonra vazgeçiyorsun.”
“Bu bambaşka, artık diğer kadınlara veda ediyorum.”
“Sen bir ay dayan, dünya turu sana benden hediye, ayrıca sen yokken şirkete de yerine bakacağım kafan rahat gezeceksin.”
“Tamam anlaştık, sen şimdiden iki kişilik bilet al.”
“Sen delisin kardeşim.”
Serhat “Sen de çok farklı sayılmazsın.” dedi ve yemekleri sipariş vermek için menüye odaklandılar, sohbet koyulaştığı için becerip sipariş verememişlerdi. Siparişi verdikten sonra yemekleri beklemeye başladılar, o sırada telefonu çalan Rüzgar gülümseyerek ekrana baktı. Trabzon'daki evden arıyorlardı.
“Efendim.”
“Alo uşağum napayisun?”
“İyiyim nenem sen nasilsun?”
“Nasil olayum hau yaşlu adamulan uğraşayrum, derdi bitmeyi.”
“Ne yaptı yine?”
“Ne yapsun, deve kuşi toprağa gömer başuni o gömeyi buzdolabina çıkmayi dışari, boğalttu evde beni!”
“Sen sinirlenme nenem boş ver.”
“Sen de hayursuz çiktun, iyucene benzedun anana.”
“Tamam nenem ben şimdi kapatayım, işlerim var.”
“Kaçayisun kaç bakalum.” dedi ve telefonu kapattı. Yemekler geldiğinde, bir yandan konuşuyorlardı ama ne kadar konuşuyorsalar çünkü Serhat'ın iki lafından birisi Avukattı.
“Sorsaydın ya neneye benim bu hâlime ne derdi.”
“Ben söyleyeyim ne diyeceğini.”
“Söyle bakalım.”
“‘Sandalın feligası, vira gider peşune, verdum göğlumi oğa, yanarum ateşune!’ derdi.” dedi ve birlikte kahkahayla güldüler.
***
Esila sabah uyandığında saat yediyi on geçiyordu, resmen uyuya kalmıştı, Lazkopat yüzünden gece boyunca gözüne uyku girmediğini düşünüyordu. Hızla yataktan kalkarak dolaba doğru koşar adımlarla giderek giyeceklerini yatağın üzerine fırlattı ve banyoya gitti. Yüzünü yıkayıp kuruladıktan sonra makyajını yapmaya başladı, geç kaldığı için işe aç gidecekti ve bu durum hiç hoşuna gitmemişti. Makyajını yapması bittikten sonra mutfağa gidip hızlıca saklama kaplarındaki kahvaltılıkları önce poşete ardından çantasına koydu ve tekrar odaya geçip giyinmeye başladı. Bu tarihinde ilkti, resmen yarım saatte jet hızıyla hazırlanmıştı.
Aynı hızlı adımlarla evden çıkıp asansörün başında aldı soluğu, asansörün gelmesini beklerken telefonu ısrarla çalmaya başladı. Çantanın içerisinde telefonu bulmaya çalışırken sustu ve ardından tekrar çalmaya başladı. Telefonu bulduğunda dış kapıdan yeni çıkmıştı, ekranı kaydırıp tanımadığı numarayı açtı.
"Tam on dakikadır seni bekliyorum!" dedi tanıdık ses, kafasını kaldırıp bakındı araba cidden kapıdaydı. Sabah geleceğim dediğinde ciddi olmadığını düşünmüştü.
"Geldim patlama!" dedi ve suratına kapattı telefonu, ardından arabaya bindi.
Rüzgar "Günaydın." dedi sesi gergindi. Bilerek kendisini beklettiğini düşünüyordu ama durum onun düşündüğü gibi değildi. Esila ufak bir açıklamayla bunu dile getirdiğinde, gereksiz yere gerildiğini düşünerek rahatlamıştı.
İnşaat alanına geldiklerinde aynı yere park etti arabayı, güneşten bile yakıcı görünen araba oradaydı, Esila, bir kez de olsa binmek isterdi, arabaya baktığını Rüzgar fark etmiş olacaktı ki düşüncelerini böldü.
"Sen de demek gösteriş meraklısısın!"
Esila "Hiçbir zaman gösteriş budalası olmadım! Ben hızı severdim." dedi iç geçirerek.
Rüzgar "Ama araba kullanmayı sevmiyorsun!" diyerek onun cevap vermesini beklemeden inşaata doğru yürümeye başladı.
Esila da ardından gitti, onun tayfası ufak bir masa üstüne domates, salata, zeytin koymuş yiyorlardı, Esila'ya da seslendiler o da memnun bir şekilde yanlarına gitti. Çantasından kapları çıkartarak masaya koydu. Ardından beraber oturup yemeğe başladılar. Rüzgar başka bir şeylerle meşgul oldu ve yemedi, ardından diğer bölüme geçerek çalışanlarla bir şeyler konuştu. Esila Lazkopat’ın yaptıklarını düşünürken düşüncelerini Hasan böldü, dün dalga geçtikleri gence dönerek "Ali uşağum bi şarki söyle de dinlesun abulan" diyerek Esila’ya bakıp gülümsedi.
Bunun üzerine Ali şarkıya başladı Esila o an hayatında ilk kez bu kadar keyif alarak şarkı dinlediğini anımsadı. Çünkü atma türküydü söylediği ve çok keyifliydi.
"Duşti yağmur damlasi, toprak çeker içine oy toprak çeker içine.
Biri bana söylesun, Fatma gülün suçu ne? Oy Fatma gülün suçu ne?
Fatmagül'e rastladuk, oy Fatmagül'e rastladuk!
Fatmagül'ün suçu yok! Fatmagül'ün suçu yok!
Biz onu Bihter sanduk oy, biz onu Bihter sanduk!
Sevdaluk çekeyirum, yaman severim oy, yaman severim!
Karolini verseler, Karolini verseler;
Öyle bir geçer zaman oy! Öyle bir geçer zaman!
Karşı yakalara domuzlarun izi var oy, domuzlarun izi var!
Alır kaçardum seni, ekonomik kriz var oy, ekonomik kriz var!"
Fakat bu keyfi çok uzun sürmedi, Rüzgar söylenerek yanlarına gelirken "Saat neredeyse dokuz oldu daha hiçbir şey yapmadınız, herkes işinin başına!" diyerek sert bir ses tonuyla uyarıda bulundu.
Masayı toplamaya yardım eden Esila Rüzgar’ın kaçırdığı keyfini düşünüyordu. Son olarak kaplarını tekrar çantasına koyup aşağıya indi, keşif yaptıktan sonra dün gittiği firmayı arayarak, yeni ürünlerin siparişini girdi.
Bir önceki gün verdikleri ürünler görevliler tarafından aşağıya taşınıyordu, taşıma işlemi bittiğinde Esila'nın değimiyle Karadeniz uşakları yanına geldi ve ne yapacaklarını sordular, "Demek yapacak iş bulamamaları bundan!" diye düşünen Esila işlerini beklediklerini düşündü. Gösterdiği şekilde tasarımı yapan adamların başlarında beklemeye başladı, bugünü böyle geçirip ertesi gün keşif yapmaya devam edecekti.
Akşam çıkış saati geldiğinde, herkes yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Esila da çantasını alıp yukarı çıktı, yine öğlede bir şey yememişti ve bu iş onu iyice formdan düşürüyordu. Çıkışa geldiğinde Rüzgar kapıda çalışanlarla konuşuyordu, ne dediğini duymuyordu ama sinirli olduğu belliydi, Esila'yı fark edince bağırarak "Daha çok dikkat istiyorum bir daha böyle olmasın!" dedi ve yanına geldi.
"Gidiyor muyuz?" diye sordu.
"Ben gidiyorum da seni bilmiyorum."
Rüzgar sevimlice "Hadi, rivri etme da yürü!" diyerek kolundan tuttu ve arabanın olduğu yere doğru kibarca çekti Esila'yı.
"Senin bir doktora görünmenin vakti gelmiş!"
"Deli gibi mi duruyorum?"
"Kesinlikle doğru tespit."
Rüzgar sevimli bir gülümseme ile "İnkâr etmedim ki!" deyip arabayı çalıştırdı ve trafiğe yoğunlaştı. Kavşaktan sola döndüklerinde eve gitmediklerini anlayan Esila telaşla:
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu. Neredeyse sesi duyulmayacaktı.
"Gidince görürsün!"