13.BÖLÜM

2314 Kelimeler
13.BÖLÜM Esila o sinirle ne yapacağını bilmez bir hâlde, sürücü tarafına hırsla geçerek cama kırarcasına vurup geri çekildi. İçerisi görünmüyordu, kapı yukarı doğru açıldığında tekrar yaklaştı ve "İn aşağıya!" diye bağırdı. Rüzgar hayıflanarak yüzüne baktı ve aşağıya indi. Esila karşısına gelip durduğunda hiç tereddüt etmeden sıkı bir tokadı sol yanağına yerleştirdi. Sitenin girişindeki sessizlik o tokatla bozulmuş gibiydi. Esila aynı sinirli tavırla “Evime elini kolunu sallayarak gelebileceğini mi sanıyorsun.” dedi ve sağ eli ile sol omzundan sertçe itekledi. Ufak bir sendeleme yaşasa da çabuk toparlanan Rüzgar hâlâ dimdik karşısında duruyordu. Sanki ona yalanları söyleyen kendi değilmiş gibi omuzları ve başı dimdik, bir suçum yok izlenimi vermeye çalışıyordu fakat Esila’nın buna güvenmek için inancı yoktu. Rüzgar dik duruşunu biraz olsun rahatlatırken sinirleri iyice bozulan Esila kontrolünü elden kaçırdığı ses tonu ile “Defol git!” dedi. Rüzgar bir adım atarak yanına yaklaştı ve elleriyle yüzünü hiçbir şey olmamış gibi avuçlarının arasına aldı ve sessizce "Sakin ol bebeğim." dedi. Her şey normaldi de Rüzgar onu kendince sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Sonunda dayanamayan Esila tokatlarcasına ellerini üzerinden çekti artından ellerini göğüs boşluğuna götürüp itekledi. Rüzgar tekrar yaklaşmak istedi ama bu çabası da boşa çıktı çünkü bu kez Esila eli ile dur işareti yaparak aralarına görünmeyen bir set koydu. Rüzgar hafifçe gerilediğinde, tartışmaya başladıkları andan itibaren tetikte bekleyen güvenliğe yüzünü dönüp, Rüzgar’ın da kolundan tutarak dönmesini sağladı ve baş parmağı ile işaret ederek “Bu adam bir daha asla bu siteden içeri girmeyecek, yüzünü iyice tanıyın!" diyerek keskin bir uyarıda bulundu. Daha sonra bir hışım bıraktığı koluna çarparak yanından geçti ve yokuşa doğru yürümeye başladı. Arkasından geleceği sırada güvenlik onun geçmesine engel oldu. *** Rüzgar arabaya bindiğinde sinir tepesinden çıkıyordu, o sinirle telefonun sesini hoparlörlere vererek Serhat’ı aradı. Telefonu açtığında selam sabah etmeden nerede olduğunu sordu ve evdeyim yanıtını aldıktan sonra Serhat’ın evinin yolunu tuttu... Gazı kökledikçe köklüyordu ve ne olacağını önemsemeden makasa giriyordu, böylelikle bir nebze de olsa sinirleri yatışıyordu. “Nasılsa yakalayacağım seni bakalım o zaman kaçacak yer bulabilecek misin? Sen daha karşında kim var bilmiyorsun!” diye sesli sesli söylendi. Evin önüne geldiğinde ani bir frenle durdu, bahçeden içeri girip zile ardı ardına bastı, kapıyı açan Serhat alayla Rüzgar’ı içeri aldı. O sinirle yakasına yapıştı ve aynı sinirle “Bak oğlum benim sabrımı zorlama yoksa çok fena olur!” diyerek arkadaşına dostane bir uyarıda bulundu. “Rahatlayacaksan vur dostum ama bu olanları değiştirmez.” “Sen beni çileden çıkartmak mı istiyorsun? “Zaten çıkmışsın gel de seni toparlayalım(!)” dedi ve omuzlarını sıkarak zorla koltuğa oturmasını sağladı. “Rahat dur Serhat fena olacak!” “Sakinleş dostum ve kendine gel.” “Nasıl kendime geleyim, köpek gibi peşinden koşuyorum bir kere dinlemiyor.” Korkusuzca “Sen de bunu hak ediyorsun!” diyen Serhat, yine yerinde ve doğru tespit yapmıştı. “Hayatımda ilk kez birini kendime anlatmaya çalışıyorum ve o da beni dinlemiyor, yakındır laz damarım tutar dostum ama o zaman beni kim tutar onu bilmiyorum.” “Boş ver, sen de açıklama, zaten ilgin yoktu kıza karşı! Yoksa var mıydı?” diye soran ses tonu alaylıydı ve aynı alaylı tonda devam ederek “Ne oldu benim Rüzgarıma böyle?” dedi. “Serhat! Bu kez farklıydı be oğlum!” Serhat her zamanki gibi lafını esirgemeden “Bunu kafan bastı sonunda öyle mi? Her kadın aynıdır yalanını kendine deyip duruyordun, gördün mü aynı mı değil mi.” dedi. “Tamam beni istemiyorsa istemesin ama kendimi açıklamama izin versin.” “Bu izini benden değil ondan isteyeceksin biliyorsun değil mi? Ayrıca ne diyeceksin kıza, seni erkekler konusunda test ettim mi diyeceksin?” “Bilmiyorum ama bir şekilde konuşmam lazım.” “Nenen olsa ne derdi hatırla.” “Nenem olsa "Baktun cidiyi ardundan iki rekât şükür namazi kılacasun uşağum." derdi, ah be nenem böyle birinin ardından hacet namazı kılınır geri gelsin diye.” dedi ve buruk bir tebessüm ettiğinde, Serhat kahkahayı patlatıp konuşmaya devam etti. “Üç günde oruç tut uşağum, işin daha garanti olur.” derken Serhat’ın telefonu çaldı kenara çekilmesinden arayanın Buse olduğunu belliydi. Konuşması uzun sürmedi döndüğünde yüzü beş karıştı. “Ne oldi uşağum?” diye sordu alayla, biraz önceki tavırlarının yerini moral bozukluğuna bırakması Buse’nin de her şeyi öğrendiği anlamına geliyordu. “Ne olacak senin iş bana da patladı kız, saydı saydı kapattı.” “İkimiz de yanıldık mı yani, peki ya bu iddiaların kazananı kim lan?” “Sanırım bu kez kazanan kader.” “Bu kez kadere tayin edeceğim, çok doğaldı be oğlum, hiçbir kadında görmediğim bir güzelliği vardı görsel olarak değil yanlış anlama, adam gibi kızdı. “Kanka olsaydın dostum(!)” diyen Serhat sakinleştiğinde Buse’nin kendisini affedeceğine emin hâlâ Rüzgar ile dalga geçiyordu. “Ben gidiyorum, patlayacağım az kaldı.” dedi ve ayağa kalktı içi içine sığmıyordu. Buzlu suya girse ancak kendine gelirdi... *** Esila’nın içinin daralması beynini de daraltıyordu ve kafasını duvarlara vurası geliyordu, ilk defa birine karşı koyamayıp kalbinin ısındığını hissedip her şeyi akışına bırakmıştı. Biraz daha işi uyanmasaydı resmen boğulacaktı, neyse ki her şeyi erken fark etmişti... Bir gecelikte olsa ailesinin yanına gitmeye ihtiyacı vardı. Bunun için bilgisayarı açarak internetten uçak bileti aramaya başladı, yarın işten çıkıp gitse bir sonraki gün sabah erkenden dönse çok iyi olurdu ve işleri aksamazdı. Kendisine en çok uyan saatleri kontrol edip gidiş dönüş Antalya bileti aldı ardından çalışma odasına geçip terminal tasarımı için çizim yapmaya başladı. En azından yarın akşamki açığı kapatması iyi olacaktı. *** Sabah yanına sadece bilgisayarını alıp çıktı, eşyaya ihtiyacı yoktu lazım olacak her şey oradaki odasında vardı. Annesi en son bıraktığı gibi her şeyi muhafaza ediyordu ve kimseye ellettirmiyordu. İnşaat alanında yapacağı çok bir şey kalmamıştı, son yerleşimleri kontrol edip eskizleri tamamladı ardından şirkete geçti akşama kadar çizimi bitirirse onun için çok iyi olacaktı. Şirkete geldiğinde mimarlık katına geçti, bugün masası hazırlanacaktı. Göz gezdirip boş olan masaya doğru ilerlediği sırada Emel yanına gelerek "Hoş geldin." dedi. “Hoş bulduk.” dedi ve bilgisayarını çantadan çıkartıp masaya koydu, aynı anda Emel de yerine geçip oturdu. Kafası Rüzgar’a gitmesin diye kendini bir dakika bile boş bırakmak istemeyen Esila, şirket bilgisayarına kendi çizimlerini geçirerek çizimin içine son sürat daldı ve çalışmaya başladı. Öyle ne kadar çalıştı bilmiyordu, masasındaki telefonun çalmasıyla kendine geldi ve ahizeyi hızlıca kulağına götürüp konuşmaya başladı. “Efendim.” “İyi çalışmalar Esila Hanım, Rüzgar Bey sizi odasında bekliyor.” “Tamam.” dedi ve uzatmadan telefonu kapattı. Arayan Rüzgar’ın asistanıydı, istemese de ayaklarını sürüye sürüye yukarı çıkmak için kalktı. Esila kapıyı tıklayarak içeri girdiğinde, Rüzgar hiç konuşmadan masanın önündeki deri sandalyeyi eliyle işaret ederek oturmasını işaret etti. Esila yüzüne bakmadan oturdu ve konuşmasını bekledi, iş için konuşursa duracaktı ama konuşmazsa durmayacaktı. “Çizim bitti mi?” “Bir saate kadar bitecek, ardından maket çalışmasına geçeceğim.” “Güzel, son üç gün. Dördüncü gün ihale olacak, sunumu sen yapacaksın bu yüzden perşembe gününe kadar maketin bitmesi gerek.” “Peki!” dedi ve doğruldu aynı anda Rüzgar da ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdüğü esnada önüne geçti, sağa adımlayıp geçmek istediğinde tekrar önüne geçti. Esila kızgın bir panter edasıyla gözlerine bakıp dişlerinin arasından tıslarcasına "Çekil!" dedi. “Dinleyeceksin!” diyerek sesini yükselten Rüzgar kontrolünü kaybetmiş görünüyordu. Esila “Hayır.” dedi ve bir hamle daha yaparak geçmeye çalıştı, Rüzgar bu kez de kolundan tuttu ve sertçe kendine çekip sarıldı. Esila, onu sinirle kendinden uzaklaştırmak istedi fakat kollarında bir milim bile gevşeme olmadı. Zihninin ona oynadığı oyunun altında ezilmemek için kontrolünü kaybetmemeye çalıştıkça Esila’yı daha çok kendine çekiyordu. Ve Esila bu özlem dolu sarılmanın sahte olduğuna adı gibi emindi. Emin olduğu bu düşünce kafasının içinde zonklamaya başladığında, tüm gücünü ayakkabısının ucunda toplayıp sertçe kaval kemiğine vurdu. Rüzgar yaşadığı anlık şokla uzaklaştı fakat hâlâ eli bileğindeydi, Esila nefretle gözlerini devirerek kızgın bakışlarının arasında "Bırak." dedi. “Bu akşam yemek yiyelim, hemen hayır deme!” “Tamam yiyelim.” dedi, kurtulmak için söz verdi, nasılsa burada olmayacaktı. “O zaman birlikte çıkarız.” “Tamam.” diyerek alttan aldı ve odadan çıkmak için ayıya dayı dediğini düşündü. *** Saat beşe gelirken aşağıya inen Rüzgar arabasına geçip Esila’nın çıkmasını beklemeye başladı ama neredeyse tüm şirket boşalmıştı fakat o hâlâ çıkmamıştı. Sinirle telefonu eline aldı ve arama bölümüne geçerek numarayı buldu, hızlıca arama tuşuna bastı fakat operatör aradığı kişiye şu anda ulaşılamadığını söylüyordu. Bir başka numara daha çevirerek, mimarlık bölümünü santralden bağlattı, sekreter çıktığında Esila Hanım ile görüşmek istediğini söyledi. Aldığı cevap ise uçağı olduğu için on beş dakika erken çıktığı oldu. O an aklına gelen tek şey, bir daha onu göremeyecek olmasıydı. *** Esila uçak alana indiğinde çantası olmadığı için hiç beklemeden oradan çıktı ve taksiye binerek Beleğe gitmek istediğini söyledi ardından telefonunu açarak arayanlara baktı. Çağrı kısmında Lazkopat yazıyordu ve onun dışında arayan yoktu. Mesajlar ardı ardına geldiğinde mesaj bölümüne girerek mesajlara baktı, gönderen kısmında yalnızca Lazkopat ve Buse’den gelen mesaj vardı. Arkadaşına hızla cevap verip diğer mesaja geçti. “Nereye gidiyorsun?” Bu mesaj üzerine keyfi yerine gelmişti. Şu an yüzünün ifadesini görmek için neler vermezdi. Sinirden deliye dönmüş olmalıydı. Boş verdi, ne hâle gelmiş ise gelmişti. Bunun rahatlığıyla klavyeyi açarak “Sana ne!” yazdı ve aynı keyifle gönderdi. Esila daha sayfadan çıkmadan çevrim içi olup tekrar yazmaya başladı. “Ne zaman dönüyorsun?” “Hiç.” “Ya güzellikle gelirsin ya da neredesin bulup, ben zorla getiririm.” “Sana harcayacağım vaktin sonuna geldik Lazkopat, git ve başka bir uğraş bul kendine.” yazdı ve telefonun sesini kısıp çantasına koydu. Beleğe geldiklerinde yolu tarif ederek köy içine girmesini söyledi. Camı açtı ve bağı bahçeyi seyrederek toprağın ve uzaktan gelen denizin kokusunu içine çekti. Beyaza boyanmış konağın bahçesinden içeri girdiklerinde içinin en derinleri huzurla doldu, taksiciye parayı verip indi ve heyecanla kapıyı çaldı. Gül Hanım kapıyı açtığında eli ile sus işareti yaptı, annesi kimin geldiğine bakmak için kalkınca Esila’yı gördü ve sevinçle kollarının arasına sardı kızını. Esila da aynı şekilde sımsıkı sarıldı annesine ardından huzurun kokusunu içine çekti. Yaşlı ve bakımlı kadın, koltuğa otururken “Kızım nereden çıktın sen?” diyerek sevinçle sordu. “Anne yemeği özledim, onun için geldim.” “Nasıl izin aldın? “Sabah gideceğim, erken saatte uçuşum var.” “Olsun kızım, bana o bile yeter.” demesiyle Esila, küçük bir kız çocuğu gibi annesine sarıldı. Babası oteldeki toplantısından eve geldiğinde masa üç kişilik hazırdı, abisi iş için şehir dışındaydı ve bu iki tatlı insan tüm gerçekliğiyle Esila’nın karşısındaydı. Birlikte muhabbet ederek yemeklerini yediler ardından bahçeye çıkıp, manzaranın tadını çıkarırken Gül Hanım da kahvelerini getirdi. Güzel bir akşamın ardından erken yatan Esila’nın sabah dört buçukta evden çıkması lazımdı. Ertesi sabah... Annesi zorla hazırladığı kahvaltıyı yedirip kapıya kadar arkasından çıktı, babası ise elinde termoslu çantayla geldi ve zorla eline tutuşturup "Küçük kavanozlara mevsimlik reçel koydum, taze çeri domatesi de var sen seversin, turşu da koydum zamanında tüket olur mu cennet meyvem." dedi. “Tamam.” dedi ve gülümseyerek arabaya bindi. Esila düşüncelere dalarken, Selçuk Bey arabayı sürmeye başladı. O babasının cennet meyvesiydi, adının anlamını yaşatarak vermişti ona bu ismi, seralarının isimleri de cennet meyveleriydi. *** İstanbul’a indiğinde saat yedi buçuğa geliyordu, mecburen bagaj beklemesi gerekiyordu ve bunu hiç sevmiyordu. Bagaj bandı dönmeye başlamadan telefonumu açtım ve beklemeye başladım, bant dönmeye başladığında telefonu da çalmaya başladı. Sanki açılmasını bekliyormuş gibi çalıyordu. Arayan Rüzgar’dı. Telefonun ekranını sağa doğru kaydırıp açtıktan sonra “Ne var?” diyerek burnundan soludu. “Eğer içeri gelmemi istemiyorsan dışarı çık! Bahçe kapısının çıkışındayım.” dediğinde Esila daha fazla kendini tutamayarak keyifli bir kahkaha attı. Karşı taraftan gelen içten kahkaha karşısında derin bir nefes alan Rüzgar, onun sesini bu tonda duymayı ne kadar çok özlediğini hissetti. “Saçmalamayı kes ve oradan uzaklaş.” “İstersen gelme, nasılsa ben geleceğim.” “Sen orada beni arayıp dur, ben çoktan İstanbul’a döndüm. Ayrıca babamın karşısına çıkmak istemezsin.” “Döndün mü? İnsan bir haber verir. Geceden beri seni bulacağım diye beş dakika uyumadım.” “İnan bana umurumda bile değil.” diyerek keyifle kapattı telefonu, bu başına gelen onun için azdı. Şirkete gittiğinde ilk iş olarak babasının verdiği çantayı masasının arkasındaki dolabın üzerine koydu. Aynı anda Emel geldi ve "Ne var bu çantada Esila? Çok özenle koydun." dedi. “Dün işten sonra Antalya’ya annemlerin yanına gittim, babam organik birkaç şey koymuş.” demesiyle arkasından Nisa "İki köylü bulmuş birbirini." dedi. “Evet köylüyüz.” dedi ve tek kaşını kaldırarak sertçe gözlerine baktı ardından proje odasına gitmek için çıktı. Ortalama bir iki saat çalışarak terminal kısmının maketini çıkartmaya başlamıştı, biraz soluk almak için kahve söylemişti o da henüz gelmemişti. O nedenle işine dönerek, kahve gelinceye kadar çalışmaya karar verdi. Cam görünümü vermek için parçaları yavaş yavaş yapıştırıyordu ki kapı açıldı, dikkatimi bozmadan yapıştırmaya devam etti. Masada, hemen sağ tarafına bırakılan kahveyi aldı. Sıcak diye önemsemeden küçük bir yudum alarak tekrar masaya bıraktı. Omuzlarına dokunan ellerle kısa bir ürperti hızla tüm bedenini dolandı. Ne olduğunu anladığında kalkmak istedi ama onu birer mengene gibi kıstıran parmaklardan kurtulamadı. Kalkmak için tekrar hamle yaptığında Rüzgar sertçe bastırıp kalkmasını engellerken bir yandan da masaj yapıyordu. Masajın onu rahatlatmadığını söylese yalan söylememiş olurdu. Zorla masaj yaptığı yetmiyormuş gibi boynuna eğilip kokusu içine çeke çeke derin bir öpücük kondurdu ardından karşısına geçip oturdu. “Bundan sonra elini kolunu sallayarak hiçbir yere gitmeyeceksin.” “Kim buna engel olacak, sen mi?” “Evet, ben!” “Başka kapıya gitmen gerekecek bu saatten sonra sana kapı açacak biri olmayacak!” “Sen kapıları kapadın diye arkamı dönmeyeceğim, sen o kapıyı açana kadar zorlamaya devam edeceğim.” “Boşa uğraşırsın.” demesiyle büyük elini boynuna doğru uzattı ardından sıkarak ensesini tuttu. “İnandığımı yaşarken bulacaksın kendini.” dedi ve kalktı daha sonra çıktı. Yorucu bir günün ardından kendini güç bela eve atan Esila uykusuzluktan neredeyse bayılacaktı. İlk önce babasının verdiği çantayı dolaba yerleştirerek salona geçti ve televizyonu açarak koltuğa uzandı, tam keyfini alacaktı ki çalan zil tüm hayallerine set vurdu. Her kimse gelene söylenerek kalktım ve tuşa bastı apartmanın önünde kimse yoktu. Delikten baktı, kapıdaki güvenlik boş gözlerle etrafına bakınıyordu. Neden geldi acaba diye düşünerek kapıyı açtı ve “Bir sorun mu var?” demesiyle güvenlik geri çekildi ve Rüzgar sinir bozucu bir şekilde karşısına dikildi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE