14. BÖLÜM
Esila onu görür görmez kapıyı kapatmak istedi fakat tam hamle yapacağı sırada, Rüzgar ayağını kapının arasına koydu. Esila sol eli kapının kolunda ve sol omzu kapıya abanarak iteklemeye çalıştığı hâlde maalesef kapıyı kapatamadı. Biri içeriden biri dışarıdan kapıyı zorlarken onları dışarıdan gören biri iki inatçı keçinin masalını hatırlardı. Rüzgar sonunda dayanamayarak tehditkâr bir ses tonuyla “Çekil kapıdan, zarar gör istemiyorum.” dedi.
Aynı tehdit dolu ses ile “Git!” yanıtını alan Rüzgar “Son kez çekil, diyorum.” dedi ve bir müddet bekledi. Esila çekilmeyince de adına layık bir şekilde eser gibi kapıyı itekleyerek içeri doğru girdi. Aynı anda Esila düşmemek için kendini zorladı ve birkaç adım geriledi. Açtığı sertliğe nazaran yavaşça kapıyı kapattı ve Esila’yı kolundan tutarak salona doğru çekti. Sürüklenircesine peşinden salona doğru yürümek zorunda kalan Esila, ne kadar dirense de kendini sabit tutamadı. Camın önünde duran tekli koltuklardan birine zorla itekleyerek oturmasını sağladı ve üzerine doğru eğildi.
Burnundan soluyarak “Bana bak, bu böyle olmaz! Bana böyle yüz çeviremezsin.” dedi. Resmen sinirden gözleri dönmüş hiçbir şey görmüyor gibiydi.
“Zoruna mı gitti, yoksa peşinde dolanmadığım için mi bu sinirin? Hatırlatırım böyle bir şey hiçbir zaman olmayacak.”
“Esila dinleyecek misin beni?” diye soran sesi neredeyse titreyecekti. Gözlerine baktığı an sinirleri de bakışları da yumuşamıştı. Bu değişimi fark eden Esila gözlerindeki loş ateşe kapılmamak için kendisini zor tutuyordu. Karşısında güçlü durabilmek adına aklına ona söylediği yalanı getirerek, yumuşamaya yüz tutmuş gözlerini kapattı ve “Hayır!” dedi.
“Ey, boğaldum daa! Ev üstüme geleyii! Dinleyeceksun dedum.” diyerek nasıl konuştuğunu duymayan Rüzgar Esila’nın iç sesinin güldüğünden bir haberdi.
“Defol git!” diye bağırdı ama aldırış etmedi.
“Bak, beni eyice delurtmeye başldun. Bilmeyusun ki lazum ben ve umudumun bittuği yerde inadum başlar.”
Esila ciddiyetini korumaya çalışarak “Delirsen ne olur?” diye sordu ve gözlerini nefretle gözlerine dikti.
“Bağa öyle bakmayacaksun!” diyerek burnundan soluyan Rüzgar’ın fabrika ayarlarına döndüğünü düşünen Esila gözlerini kısarak bakmayı sürdürdü. Bundan iyice rahatsızlık duyan Rüzgar sağ elini saçlarının arasına sokarak sertçe kendine çekip iyice ona yaklaştı. Esila kendinden uzaklaştırmaya çalıştı ama buna izin vermedi. Gözleri aynı doğruyu kestiğinde öylece birbirlerine baktılar, Rüzgar o büyülü anın etkisiyle dudaklarına doğru usulca süzüldü ama Esila buna müsaade etmeyerek zorda olsa başını öne eğdi. Rüzgar daha fazla zorlamayarak uzaklaştığında Esila toparlanıp kendine gelmeye çalıştı. Sinirleri tavan yapmıştı bu kadar pişkinlik olmazdı olmamalıydı, nasıl bu kadar rahat davranabiliyordu aklı almıyordu.
“Senden iğreniyorum, dokunuşların her şeyin midemi bulandırıyor. Orada öyle pişkin pişkin oturmayı bırak ve defol git artık.”
“Nenem olsa, “Garayemiş altini gara tavuk eşeyi, e gız senin sözlerun uşağumun, yüreğuni deşeyi.” derdi.
“Senin de dediğin gibi nenen derdi, hadi git.”
“Esila?”
“Ne var?”
“Lütfen konuşalım.” Artık sakinleşmişti ve konuşması da normale dönmüştü.
“Ne konuşacağız? Ne anlatacaksın bana? Her şey ortada bile isteye yalan konuştun, olmadığın gibi gösterdin kendini ve bana yalan söyledin! Biliyor musun benim hayatta en nefret ettiğim şey yalandır. Ben denenecek bir kız değilim ters kayaya çarptın, ayrıca bu yaptığın her şeyi seni es geçip peşine düşmediğim için yapıyorsun. Aksi olsaydı şu an ben işimin başında sen başka dalda kız kovalıyor olacaktın! Ayrıca şu elimdeki işler bitsin, defolup gideceğim hayatından da iş yerinden de!
“O biraz zor, elimi kolumu bağlayıp gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsan yanılıyorsun. Unutmadan bunu yapman için iki sene beklemen lazım, projeyi çizip öyle gidemezsin, biliyorsun ki bir sözleşmen var süresi de tam iki yıl. Yaptırımları senin için çok ağır olur.”
“Elimdeki işi bitirir bitirmez uçacağım buradan.”
“O iş biraz zor, ikincisine gelince şu an hakkında İstanbul dışına çıkma yasağı var buna uymazsan hapse bile gidebilirsin, yönettiğin projenin bitimine kadar hiçbir yere gidemezsin!”
“Buna ne hakla cüret edersin.”
“Bu, şirket sahibi olarak benim yasal hakkım. İstersen git, nasılsa geri geleceksin. İster güzellikle ister zorla!” demesiyle sıkı bir tokadı fütursuzca yüzüne yerleştirdi. Buna deli gibi sinir olan Rüzgar, büyük bir adımda yanına gelerek elini boynuna getirdi ve sıkar gibi çevresinde gezdirdi. Eli boynunda yavaş hareketlerle onu geri geri iteklediğini sırtı duvara değdiğinde anlayan Esila kendini kapana kısılmış gibi hissetmişti. Soğuk bir sakinlikle kulağına doğru yaklaştığında ılık nefesi ensesini yalayıp geçti ardından dudaklarını belli belirsiz kulağında gezdirirken “Ne yaparsan yap, elini kolunu sallayarak gidemeyeceksin. Buna müsaade etmeyeceğim!” dedi ve önce salondan daha sonra kapıyı sertçe çarparak evden çıktı. Esila elini başına götürerek yavaş adımlarla koltuğun kenarına tutundu ardından bir çuval gibi kendini koltuğa bıraktı…
Elini göğsüne getirip derin bir nefes aldı, resmen ne yapacağını bilmez bir hâldeydi. Rüzgar ona ne yaptığının farkında bile değildi, hayatına böylesine izinsiz nereye kadar girebileceğini sanıyor bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı. Buna daha fazla izin vermemekte kararlıydı.
***
Rüzgar artık kendini tanıyamadığını ve bu tanıyamadığı hâlinden oldukça memnun olduğunu düşünürken, “Ah, adı gibi cennet meyvesi olan kadın! Ne güzel şeysin sen öyle ve ben ilk kez bir kadınla böyle güzel olduğumu hissediyorum.” diye sesli bir şekilde söylendi. Bunun gerçek bir aşk olduğuna nasıl kanaat edecekti bilmiyordu. Aralarındaki şey ten uyumu dedikleri şey olmalı başka bir açıklaması olamazdı. Yaşadığı aşk ise eğer önceden uğruna her şeyi yaktığı duygu neydi o zaman...
Ve daha önce hiçbir kadında yakalayamadığı bu duyguyu kolay kolay bırakmamaya ölümüne kararlıydı.
“Ben de kalacaksın başka şansın yok Efulim.” *Sevdiğim.
***
Rüzgar uzun zaman sonra ilk kez saat on buçuğa kadar uyuduğunu kalkıp saate baktığında anladı. Bedeni dinlenmiş bir şekilde uyanmak müthiş bir duyguydu, madem bugünü astı bir duş alıp sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra çıkmasında hiçbir sakınca yoktu. Komodinin başındaki telefona uzanarak paralel hattı tuşladı, kısa bir süre sonra Hülya Hanım telefonu açtı.
“İskeleye kahvaltı hazırlayabilir misiniz Hülya Hanım? Yarım saat içinde ineceğim.”
“Peki efendim.” dedikten sonra telefonu kapattı ve hızlıca duşa girdi.
Bugün kendisiyle aşırı derecede ilgilenesi gelmişti, kişisel bakım uyguladıktan sonra aynanın karşısına geçti ve New York amber kokusunu alarak üzerine resmen boca yaptı. Uzun zamandır bu kokuyu kullanmamıştı, en son Fransa’ya gittiğinde iki şişe almıştı. Kendi aldıkları bitmişti ve sipariş ettikleri ise yeni gelmişti.
İskeleye indiğinde Hülya Hanım da masaya kuymağı koyuyordu, denizin kokusunu içine çekerek derin bir nefes aldı ve çayının doldurulmasını bekliyordu ki o sırada zıplayarak Pelin yanına geldi.
“Rüzgar abim buradaymış.” dedi ve kucağına zıpladı ardından yanağına ufak bir öpücük kondurdu. Aynı anda Hülya Hanım porselen çaydanlıkla gelip çayını doldurmaya başladı, doldurup gideceği sırada Pelin’e dönerek:
“Hadi bakalım abiyi rahat bırak yemeğini yesin.” diyerek küçük kıza ufak bir uyarıda bulundu. Annesinden gelen tepki üzerine gözlerindeki gülümse solan Pelin çekinerek “Ben de Rüzgar abimle yiyeceğim.” dedi ve onay almak istercesine Rüzgar’a dikti güzel gözlerini.
“Bir servis daha açabilir misiniz?” demesiyle başını öne eğip servis açmaya gitti, böylelikle günler sonra ilk kez böyle huzurlu bir kahvaltı yapmıştı.
Şirkete geçtiğinde saat on iki buçuğa geliyordu, ortalık sakindi çünkü öğle izini saatiydi. Proje odasına giderek maketin ne kadarı bitti görmek istiyordu, işini şansa bırakma gibi bir lüksü yoktu. Odaya girdiğinde kimse yoktu, maketse neredeyse bitmek üzereydi ve oda Esila’nın parfüm kokusuyla doluydu. ‘Çıkmadan sıkmış olmalı şimdi burada olsaydı da teninden koklasaydım bu kokuyu.’ diye düşünürken kapı açıldı ve içeri girdi. Aynı anda Allah’tan başka dua istemediğine pişman oldu.
“Pardon, pat diye girdim burada olduğunuzu bilmiyordum.”
Rüzgar aralarındaki siz ve sen oyunun keyif verdiğini düşünerek “Sorun değil.” dedi ve kendine engel olamayarak, hızlı üç adımda yanına gelip hiç beklemediği bir anda o bembeyaz gerdanına başını gömerek ciğerlerini teninin kokusuna karışmış parfüm kokusuyla doldurdu. İşte şimdi siz gitmiş yerini samimi bir sen lafzına bırakmıştı.
Esila ellerini saçlarının arasına getirip başını çekmeye çalıştı ama boş bir çabaydı bu, içi kokusuyla dolmadan asla çekilmeyecekti. Derin derin nefesler alıp ılık ılık ama yavaşça nefesini bıraktı ve ılık nefesinin tenini sarıp sarmaladığına emindi. Taş olsa çatlardı ama onda bir milim his belirtisi yoktu, son bir nefes aldım öptüm ve çekildi boynundan.
“Kene gibi yapışıp köpek gibi koklamaktan ne anlıyorsun acaba?”
“Müsait bir zamanda hatırlat burası yeri değil öğretirim sana!” diyerek gözlerine baktı, Esila’dan olumsuz bir cevap gelecekti ki Rüzgar’ın çalan telefonu buna mâni oldu. Asistanı görüşmek için bir misafiri olduğunu söyleyince sessizce odasına doğru gitti.
***
Rüzgar’ın gideli dakika olmuştu ama ılık nefesini hâlâ teninde hissediyordu. Bu duygunun kendisini ele geçirmesinden korktuğu için kafasındaki düşünceleri kovalayıp makete döndüğünde, Emel elinde kahvelerle geldi. Kupanın birini Esila’ya uzattı ve ardından odayı kokladığında ‘Bugün burada bir şey vardı da ben mi hissetmiyordum.’ diye düşündü.
“Rüzgar Bey mi geldi?”
“Evet neden sordun?”
“Yine o muhteşem kokusunu sıkmış, en az on dakika gitmez bu koku buradan.” demesiyle odaklandı, beş dakika önce bu koku dibindeydi o böyle tepki vermemişti. Kokusunu da herkesin bilmesi nasıl bir muammaydı böyle.
“Koku işte.”
“Bir koku bir adama bu kadar mı yakışır.”
“Bilemiyorum.” deyip geçiştirdi, sinirlendiğinin farkında bile değildi.
“Şirketteki bütün kızlar bilir bu kokuyu.”
“Allah aşkına başka işiniz yok mu? Rüzgar Bey de bir hayli çapkın olmalı bu kadar kadın kokusunu bildiğine göre.” dedi, sinirleri iyice gerilmişti.
“Neden sinirlendin ki şimdi?”
“Hayır sinirlenmedim sadece abartılacak bir şey yok, basit bir parfüm o kadar.” dedi ve kahvesinden bir yudum aldı ardından maket için birlikte çalışmaya başladı.
Esila öylece ne kadar çalıştılar bilmiyordu ama epeyce yol kat etmişlerdi. Bir an önce bitirip kafasını rahatlatması lazımdı. Sunuma çalışmak için çok zamanı kalmamıştı. Rüzgar’ın asistanı, proje odasına gelerek daldıkları işin içinden onları çıkarana kadar saatin nasıl üç olduğunu anlamamışlardı.
“Emel Hanım toplantı salonuna gitmeniz gerekiyor, Esila Hanım Rüzgar Bey sizi odasında bekliyor. Keşif toplantısı olacak.” demesiyle ikisi de aynı anda başıyla onay verdi ardından hep birlikte çıktılar. Rüzgar’ın odasına kapıyı tıklayarak giren Esila, Emel’in dediği gibi odanın içi daha yeni sıkılmış gibi parfüm koktuğunu anlayarak suratını ekşitti.
Yüzünün buruşmuş hâlini gören Rüzgar “Ne oldu?” diye merakla sordu.
“Bu kadar iğrenç bir parfüm kokusu olamaz, doldurma parfümcüden mi aldın yoksa?”
“Dalga mı geçiyorsun?”
“Hayır gayet ciddiyim.”
“Yoksa beğendiğin için mi böyle diyorsun çünkü bu benim tenimin parfümü bana özel seçildi, bunu aldığım gün iki kadın da koklayarak onay verdi. Eğer istersen senin için değiştiririm.”
“Tabi çok beğendim kokudan bayılacağım şimdi, parfümünü seçmekten aciz misin ki iki kadınla parfüm beğenmeye gittin?”
Dürüstçe “Hayır onlar orada bu iş için çalışıyorlardı.” dedi.
“Neyse ilgilenmiyorum, ne için çağırmıştınız Rüzgar Bey?
“Maket ne zaman biter?”
“Bugün bitirene kadar çıkmayı düşünmüyorum, az bir iş kaldı.”
“Tamam, bir sorun çıksın istemiyorum. Bu konuda özverili olacağını umuyorum.”
“Aslında şeytan işi mahvet diyor ama adıma yakıştıramıyorum.” dediğinde bunu yapmayacağını biliyorum diyen bir gülümseme gönderdi Esila’nın gözlerine.
“Tamam, şimdi toplantı odasına geçebilirsin.” dedi ve odanın arka tarafındaki kapıya doğru ilerledi Esila da çıktım.
Toplantı Rüzgar’ın katılımıyla başladı ve yeni bir eri dönüşüm projesi için önce keşif elemanları ardından işi yapacak mimarlara ve mühendislere görevleri verildi. Kısa süren toplantının ardından herkes işinin başına dönerken Rüzgar da biraz erken çıkarak Serhat’ın şirketine geçti. Rüzgar Serhat’ın odasına girerken Buse çıkmasıyla barıştıklarını anlamakta gecikmedi. Buse ters ters bakarak resmen gözleriyle Rüzgar’ı döverken yanından geçti. Haber vermeden geldiği için Serhat biraz şaşırmıştı.
“Dostum nereden esti böyle?” diye sorarken telefonunu cebinden çıkartıp Serhat’ın masasına koydu ardından oturdu.
“Efkârlıyım, sen almışsın yine hatunu yanına işin iş.”
“Evet iki gündür dil döküyorum, ancak bugün konuşmaya başladık.”
“Güzel, ben de erken çıktım akşam yemek yeriz.”
“Olur birkaç işim var çıkarız.” derken Rüzgar’ın telefonunu elinde evirip çeviriyordu, aynı anda telefon çalmaya başladı, hızla telefonun ekranına baktı ve "Efulin arıyor." dedi.
“Aramaz oğlum o beni, yalan konuşma! Hem niye arasın ki?” diyerek Serhat’ın eline uzandı ve telefonu aldı. Ekrana baktığında Serhat’ın doğru söylediğini anladı gerçekten de arıyordu. Hızla ekranı kaydırdı ve konuşmaya başladı.
“Efulim!” derken kalbinin teklemesine engel olamamıştı.
“Rüzgar.” diyen ses tonu endişe doluydu.
“Yavrum, sesin neden gergin?”
“Buraya gelmen lazım, bir adam geldi adı Tarık Başaran seni aramamı istedi buraya gelecekmişsin, şirkette kimse kalmadı korkuyorum.”
“Hemen geliyorum, sakın endişelenme!” derken ayağa kalktı ve Serhat’a eli ile çıkıyorum işareti yaptı. Ardından hızla asansöre doğru yürümeye başladı.