10.BÖLÜM
Emrivakilerden hoşlanmayan Esila, duyduğunun yanlış olduğuna inanmak istiyordu. Rüzgar haddinden fazla sınırını aştığı için rahatsızdı ve onun bu davranışlarına engel olamadığı için kedisine oldukça kızgındı. Sesinin her zerresine yansıyan bir tereddütle:
“Ne saçmalıyorsun sen?” diye sorarken, şaka yaptığını söyleyeceği bir cevap bekliyordu.
“Saçmalamıyorum aç kapıyı!” dediğinde, öfkeyle yerinden kalktı ve kapıya doğru bir hışım yürüdü. Ekranın görüntü alan kısmında Rüzgar’ın siluetini görünce tuşa bastı. Lazkopat gerçekten gelmişti.
Kısa bir bekleyişin ardından yukarı çıkan Rüzgar, yüzsüzlüğün dibine vurmuştu. Bu hâlinden rahatsız olduğu söylenemezdi çünkü bu oyun tahmin etmediği kadar ilgisini çekmeye başlamıştı. İçeri girdiğinde baştan aşağı Esila’yı süzerken “Nerede kalmıştık?” diye, sordu.
“O film dört gece önce bitti sahne kapandı Lazkopat!”
“Ben perdeyi kapatmadan o film bitmez inşaat güzeli.”
“Neden geldin?”
“Hiç misafirperver değilsin.” diye söylenirken üzerine doğru yürümeye başladı.
“Geç Allah’ın cezası!” Esila salona doğru geri çekildiğinde, Rüzgar da ardından gelerek baş köşeye kuruldu.
“Ne var ne yok, işler nasıl gidiyor?”
“Bu saatte buraya iş konuşmaya mı geldin?”
“Doğru, haklısın gece gece iş konuşmamak lazım.” dedi ve dudaklarına çapkın bir gülümseme yerleştirerek gözlerine baktı.
“Burası canın istediğinde gelebileceğin bir yer değil bu konuda anlaşalım.”
“Sakin ol, hâlâ bir kahve alacağım var, aslında çay daha güzel olur ama sallama olmasın.”
“Deli misin? Divane misin?” diyerek mutfağa geçti ve ısıtıcıya su koyarak hızlıca bir kahve yapıp geri salona döndü. Atarcasına fincanı uzatırken, bir an önce içip gitmesini istiyordu.
“İç ve git.”
“Bu arada iyi iş çıkartmışsın duydum.” Kahvesini içmeye başladı. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade, ‘Çay olsaydı daha iyi olurdu.’ der gibiydi.
“Buralarda olsaydın görürdün.”
“Bu nerede olduğumu merak ettiğin anlamına mı geliyor?”
“Tabii, günlerdir neredesin diye meraktan öldüm(!)”
“Uzakta değildim nenemin yanına gittim.”
“Hay senin nene de sana da. Burada olsa kesin söyleyecek bir şeyi olurdu.”
“O olsa gözlerine bakar ve "Karadenizun eni, güzel deduler seni, o kada da güzel değilsun, cilven yakayi uşağumi." derdi.”
“Lafını pek esirgemiyor sanırım.”
“Hem de hiç esirgemez.”
Biten kahve fincanını ortadaki sehpanın üzerine koyuşunu izledikten sonra sesini rica eden bir tona ayarlayarak “Evet kahveni de bitirdiğine göre artık gidebilirsin.” dedi.
“Gidiyorum ama şimdilik.” dedi ve oturduğu yerden kalkıp kapıya yöneldi, peşinden gitmediğini anlayınca "Zahmet etme ben kendim giderim!" diyerek, kapıyı açtı ve çıktıktan sonra kapattı.
Çıkıp gidişinin ardından düşüncelere dalan Esila, Rüzgar’ın amansız gelerek sinirlerini bozduğunu düşünüyordu. Bir an önce inşaattaki işlerini bitirip şirkete geçtiğinde ondan kurtulacağından emin kendin avutarak uyumaya çalıştı.
***
Günlerdir yoğun bir şekilde inşaat alanında çalışan Esila, üst kısmın da tasarımını bitirmişti, alışveriş bölümünde yalnızca dekorasyonun tamamlanması kalmıştı. Hafta sonundan sonra otel kısmına geçecekti ve en önemlisi ona bir asistan lazımdı.
Saat üçe gelirken yorgun argın, durur pozisyonda olan yürüyen merdivene oturdu ve çantasından su alarak içti, ardından notlarını gözden geçirip eksik var mı onları kontrol ediyordu. İşlerin yoğunluğu asistan gereksinimini artırırken, tek başına yoğunluğa yetemeyeceğini düşünüyordu. İçindeki sıkıntıyla, kendi kendine “Of! bir asistan, kesin şart oldu. Yoksa bu işler yetişmeyecek her dakika iş çıkıyor.” diyerek sesli sesli söylendi...
“Asistan lazımsa konuşuruz inşaat güzeli.” diyerek, gelen Rüzgar kısa süreli de olsa ürkmesine neden olmuştu.
“Sen beni mi dinliyorsun?”
“Hayır, sen deli gibi kendi kendine konuşuyorsun!”
“Seninle uğraşamayacağım çok yoruldum, biz senin gibi orası olmuş mu burası olmuş mu deyip boş boş gezmiyoruz, bir de ortadan kaybolup gezdiklerini hiç söylemiyorum.”
“Ben sadece bir işe koşturmuyorum.”
“Gören de İstanbul’daki bütün inşaatlarının senden sorulduğunu sanır.”
“Mesleğimi küçümseme!”
“Küçümsemiyorum meslek meslektir, ayrıca benim işimden daha rahat, bunu yapın! Onu yapın!”
“Siz kadınlar en çok sosyal statüye önem verirsiniz, para ve kariyer yapmanın iyi bir evlilikten daha önemli olduğunu düşünürsünüz. Kendiniz gibi kariyer sahibi birini bulunca da kırk yaşında evlenirsiniz.”
“Ben insanları sınıflandırmam, benim için bir insan ne kadar adam ben ona bakarım.”
“Ne yani bir lise mezunuyla evlenir misin?”
“Eğer adam gibi adamsa evlenirim, benim annem ziraat mühendisi babam meslek lisesi mezunu ama yıllardır mutlu bir hayatları var, hatta tüm sahip olduklarını birlikte yaptılar, ben üniversite hayatıma kadar bağ bahçede büyüdüm Lazkopat! Hiç de tahmin ettiğin gibi el bebek gül bebek hayatım yoktu, ayrıca anne ve babam bize daha iyi hayat verebilmek için bağ bahçede çalışırken ben derslerimi ayaklarım toprağa değerken yapardım.”
“Demek evlenirsin.”
“Takıla takıla buna mı takıldın yani?”
İçten bir gülümsemeyle gözlerine bakarak “Standart bir hayatı seviyorsan bu bir şansım olduğunu gösterir.” dedi.
“Bir şey itiraf edeyim, ben ayrıntılara takılmam evlenirim ama senin hiç şansın yok!”
“Neden?”
“Milyoner olsan da seni ömür boyu çekeceğimi sanmıyorum.” demesiyle elinden tutarak çekti ve mecburen ayağa kalkmak zorunda kaldı.
“Demek hiç şansım yok öyle mi?” derken ki ses tonu kendinden emin ve şansım olduğunu biliyorum der gibiydi.
Kollarını büyük ellerine hapsederek kıpırdamasına fırsat vermeden sıkıca tutuyor, gözlerini kırpmadan dikkatle yüzünü inceliyordu, biraz daha yaklaşsa aralarındaki mesafe kapanacak dudakları birbirine değecekti.
Boğazında düğümlenen yumru olmuş tükürüğünü zar zor yutkunarak “Evet şansın yok!” dedi.
“Bence şans diye bir şey yoktur.” dedi ve hissedilmeyecek derecede yanağıyla dudağı arasında bir yere buğulu bir öpücük bıraktı. Kendisini böyle istila etmesine izin verdiği için, iç sesiyle çoktan kavga etmeye başlamıştı.
“Bırak!” derken, sesinin duyulmadığına emindi.
En son evde onu öptüğünden beri ilk kez böylesine yakınlaşmıştılar ve kesinlikle o öpüşme hakkında konuşmamışlardı. Onun da kendisi gibi konuşmak istemediğini ve o konuyu kapatmak istediğini düşünmüştü ama bu dakikadan sonra böyle bir niyeti olmadığına bahse bile girebilirdi…
“Biri gelecek şimdi.”
“İyi peki, o zaman alacağım olsun.” dedi ve uzaklaştı.
“Okul diyorduk değil mi? Eminim sen öğretmenlerini delirtmişsindir.” dedikten sonra kalktığı yere tekrar oturdu.
Yanağından ufak bir makas alarak “Lisede öğretmenler benden illallah demişti, Üniversitede ilgim kızlara dağılmıştı öğretmenlere pek fırsat kalmadı.” dedi.
“Hangi bölüm okudun?”
“İnşaat.”
İnanmadığını gösteren bir bakış atarak “Hadi canım inşaat mühendisi misin? diye sordu.
“Beğenemedin mi?”
“Beğendim neden beğenmeyim. İşe mi alacağım sanki seni, bana ne!”
“Ben işimden memnunum.”
“Havalarının, neden bin beş yüz olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
“Havalı mı buluyorsun beni?
“Ukala, kendini bir şey sanan Lazkopat, bunları da eklemek lazım.” derken telefonu çaldı, arayan Burak’tı. Buse ile sinemaya gideceklerini ve kendisinin de gelmesini teklif ettikten sonra olumlu bir cevap alarak telefonu kapattı. Aynı anda Rüzgar’ın da telefonu çaldı, eliyle gidiyorum ben diyerek koşar adımlarla yukarı doğru çıktı.
***
Rüzgar sinirle arabanın kapısını açtı ve şoför koltuğuna oturup hırsla telefonu yan koltuğa fırlattı, telefon koltukta sektikten sonra yere düştü. Karşılaşmaya bile tahammülü olmadığı bir adamın sürekli damarına basmak için katıldığı ihalelere girmesi, artık Rüzgar’ı çileden çıkarıyordu. Ne yaparsa yapsın ona istediğini vermeyecekti ve o adam bunu anlamak zorundaydı.
Şirkete geldiğinde ilk olarak asistanına tüm ekibi konferans salonuna almasını söyledi. Ardından odasına geçerek otel projesinin yapılacağı yerin fotoğraflarının olduğu dosyayı alarak konferans salonuna geçti. Salona girdiğinde tüm ekip masada yerlerini almış onu bekliyordu, adına yakışır şekilde eserek masaya yaklaştı ve elindeki dosyayı sertçe masaya fırlattı. Daha sonra burnundan soluyarak konuşmaya başladı.
“Küçük işler dışında yapabileceğiniz neler var? Beyler ve genç hanımlar! Hele ki en büyük işin ihalesi kapıya dayanmışken, hadi beni şaşırtın ve bir şeyler karaladığınızı söyleyin!” dedi ama kimseden çıt çıkmıyordu.
“Size son on beş gün eğer içinizden biri şu projeye beni tatmin edecek bir sonuç getirmezse işe gelmesin direk muhasebeye uğrayıp çıkışını alsın!” dediğinde, Emel Hanım müsaade isteyerek konuşmaya başladı.
“Ben bir otel çizdim efendim, yıldız şeklinde olacak ve otelin yüzde yetmişlik bir kısmı deniz manzaralı odalardan oluşacak ve plajın ortasında duran kayayı dinamitle patlatarak orayı da kullanılabilir bir hâle getireceğiz!”
“En azından bir fikrin var ama tatmin olmadım, şimdi gidin ve tüm enerjinizi bu işe harcayın! Eğer bu işi Başaran holding alırsa hepiniz iş aramak zorunda kalacaksınız!” dedi ve sertçe kapıyı çarparak çıktı. Odasına geçerken asistanını yanına çağırdı ve masaya oturup gelmesini beklemeye başladı.
Selin, elinin tersiyle kapıyı tıklayarak içeri girdi ve Rüzgar’ın masasına doğru yaklaşırken “Buyurun Rüzgar Bey.” dedi.
“Eskizlerin kopyasını şantiyeye Esila Hanım’a da gönder ve stajyer mimarlardan birini inşaata Esila Hanım’ı asiste etmesi için ayarla, oradaki işlerin hızlanması lazım.”
“Peki efendim.”
“Bir kahve getirmelerini söyle, şimdi çıkabilirsin.” dedi ve arkasına yaslanarak Tarık Başaran ile tekrar karşılaşacağını ve geleceği varsa göreceği de olduğunun hesaplarını yapmaya başladı.
***
Rüzgar çizim derslerini daha çok hızlandırmasının farkındaydı ve mimarlık okumadığı için kendisine gereğinden fazla kızıyordu. En azından şimdi kurslarla uğraşmak zorundan kalmazdı. Bitmek üzere olan alışveriş merkezi projesini bile yardım almadan çizememişti. ‘Ah inşaat güzeli sana öyle bir daldım ki iş güç hak götüre, neyse bundan sonra her zamanki gibi öğleden sonra gideceğim inşaata böylelikle işlerime daha iyi konsantre olabilirim, akşamlarda çuvala girmedi ayrıca...’ diye düşünerek kendisine ufak bir telkinde bulundu.
Saat yediye gelirken şirketten çıktı, şirkette güvenlik dışında kimse kalmamıştı eve gittiğinde, Hülya Hanım ve Pelin salonda oturuyorlardı, Hülya Hanım onu görünce ayaklanarak:
“Geleceğinizi haber vermediniz Rüzgar Bey, bir şey hazırlayamadım.” diyerek kaygılı bir eda ile gözlerine baktı.
“Sorun değil endişelenmeyin.” dedi ve Peline yönelerek kucağına aldı.
“Söyle bakalım Pelin, sen beni neden özlemiyorsun?
“Özlüyorum Rüzgar abi ama sen geldiğinde ben uyumuş oluyorum ve seni göremiyorum, çok mu işin var senin?”
“Hem de çok.” dedi ve yanaklarından öptü. Telefonunun çalmasıyla, Pelin’i kucağından bıraktı ve masaya yöneldi arayan Serhat’tı, konuşarak çalışma odasına geçti.
Serhat selam bile vermeden “Dostum nasılsın? Diyerek, konuşmaya başladı.
“Şimdi eve geldim, berbat bir trafik vardı, sen ne yapıyorsun?”
“Ekildim ona yanıyorum.”
“Zar zor bir randevu kopardın ona da gelmedi, öyle mi?
“Hayır geçen hafta haddimi bildirmeye geldiğini unutma, bu iki.”
“Adamım sen bitmişsin, benden demesi.”
“Beni boş ver sen şimdi, ben asıl seni benim kızın neden görüşmeye gelmediğini söylemek için aradım.”
“Benimle ne alakası var?”
“Buse’nin kuzeni senin kıza yanık benden demesi bu gece mecburiyetten onlarla sinemaya gitti.”
“Demek, bugün arayanda oydu!”
“Neyse, bence uzatmadan bırak şu kızın peşini.”
“Sen yeni gelişmeyi bilmiyorsun, sosyal statümü bilmeden eğer gönlüne girebilirsem benimle evlenebileceğini söyledi.”
“İşler sarpa sarmadan bu işi bitir Rüzgar!”
“Bir iddiaya girmiştik unuttun mu?”
“Saçmalama bu yüzden gidip evlenecek hâlin yok, değil mi?
“Ben olduğumu bilmeden beni kabul ederse evleneceğimi söyledim, kabul etmedi ama beni kabul edeceğine inandırdı, yani anlayacağın kalbini çalarsam bu iş tamam.”
“Bu işin ucu bana da dokunacak, ona korkuyorum.”
“Korkma!” dedi ve vedalaşarak kapattı telefonu ardından Hülya Hanım’ın yanına mutfağa geçti.
***
Esila bu berbat filmi Burak’ın seçtiğine emindi, öyle ki neredeyse filmde uyuyacaktı. Filmden çıktıktan sonra ancak kendine gelmişti ve Burak’ın gereksiz ilgisi oldukça sıkmıştı onu.
Arabayı otoparka bırakıp çıktığında neredeyse uyuyacaktı. Çantanın içine bakmadan eliyle karıştırarak anahtarı buldu ve kapıda beklememek için hazırladı. Kapıya geldiğinde gözleri fal taşı gibi açıldı. Duvara yaslanmış bir adet Lazkopat onu bekliyordu…