9.BÖLÜM
Bir adımla yanına geldiğinde iki elinin arasına başını aldı ve hiç beklemediği şeyi yapıp dudaklarından öpmeye başladı, onu geri itip kurtulmaya çalışsa da buna fırsat vermeden öpmeye devam etti. En başında bu adama bulaşmakla ne kadar büyük bir hata yaptığını şimdi daha iyi anlıyordu. Telefon sesi dördüncü çalmada, Rüzgar’ın dikkatini çekmişti. Yavaşça uzaklaştı ardından cebinden telefonu çıkartıp açtı. Sesini kontrol etmeye çalışarak “Efendim.” dedi, çünkü nefes almakta zorluk çekiyordu.
“Uşağum, hayde gel daa, seni beekleyirum!” diyerek, hiçbir şey söylemeden direk lafa giren nenesiydi.
“Tamam.”
“Eyi misun, uşağum?” diye sordu çünkü sesindeki her tınısından bir sorun olduğu anlaşılıyordu.
“Yok bir şey, şimdi kapatıyorum.” dedi ve yanıt gelmesini beklemeden telefonu kapatıp cebine koydu. Nenesine bu telefon kapatmanın hesabını ayrıca vereceğini bilerek tekrar Esila’ya döndü.
“Nerede kalmıştık diyerek tekrar üzerine gelmeye başladığında nasıl yaptığına kendi de inanamayarak sıkı bir tokadı sağ yanağına yerleştirdi. Sertliğini elinin acısıyla Esila’da hissetmişti.
“Şimdi buradan defol git!”
“Böyle olmasını sen istedin, benim istediğim yalnızca bir kahveydi bu attığın tokada sinirlenip ağzımdan deminki tadın gitmesine izin vermeyeceğim!” dedi ve kapıya yöneldi.
“Sen hâlâ burada mısın? Git de kadın beklemesin!”
“Kal de kalayım,” dedi çarpık bir gülümseme ile gözlerine bakarak.
“Lütfen yalvarıyorum gitme(!)” dedi gözlerini devirip alay ederek.
“Merak etme inşaat güzeli tekrar geleceğim bu daha başlangıç.” dedi ve cevap vermesini beklemeden çıktı.
Sitenin dışına çıktığında güvenlikten taksi çağırmasını istedi, kısa bir süre bekledikten sonra taksi geldi, binip rahatladıktan sonra, nenesinin de kendisini tam yanına isteyecek zamanı bulduğunu, Allah bilir hangi kızı ona göstereceğini düşündü.
***
Uçak alana indikten kısa bir süre sonra hava alanından çıkan Rüzgar, sadece eline aldığı küçük çantasıyla uçaktan ayrıldı. Valiz beklemek gibi bir sorunu olmadığından, hiç vakit kaybetmedi ve köyün yolunu tuttu. Eve geldiğinde saat dokuz olmuştu ve çardağa harika bir kahvaltı masası kurulmuştu, dedesi Mehmet ve nenesi Saadet masanın başında oturmuş belli ki onu bekliyorlardı.
“Nenecuum!” diyerek, çardağa yaklaşan Rüzgar ellerini öpüp hızlıca masaya oturdu.
“Napayusun uşağum.”
“Ne yapayım nenem çalışıyorum.”
“Nenen kurban olsin senu verene, bubuannesi yer muncurlaruni.” deyip, yanaklarını sıktığında nenesinin onu hâlâ çocuk gördüğünü düşünerek dedesine döndü.
“Dedem sen nasılsın?”
“Çok hastayum uşağum sanki at kapayi beni!”
“Yalan deyi uşağum domiz cibidur oğa bişe olmaz.” diyerek nenesi araya girdi ve o sırada esmer yeşil gözlü, zayıf, güzel bir kız elinde çaydanlıkla çardağa doğru geldi. Çayları doldurdu ve gözlerine inceden bakışlar attı. Rüzgar da aynı hızda gözlerini kaçırırken ‘Allah bilir kimi yine getirdi kısmet diye bana?’ düşünmeden edemedi. Rüzgar, kaçar gibi köyden gitmekten bıkmıştı ama nenesi ona her defasında güzel bir kız göstermekten bıkmamıştı.
***
Esila gece boyunca uyuyamamıştı ve sabahın köründe gözleri yine fal taşı gibiydi ya bir saat ya iki saat uyumuştu ve bu kafayla kalkıp işe gidecekti. Allahtan bugün yarım gündü ve gitmese ne fark ederdi ki. Ayaklarını sürüye sürüye de olsa mecbur gitti. İnşaata geldiğinde direk aşağıya indi zaten görünürlerde kimse yoktu. Buna Lazkopat da dahildi, fakat aşağıdan kalabalıkça ses geliyordu. Yaklaştıkça kemençe sesi de duymaya başladı, Ali yine Karadeniz türküsü söylüyordu.
Neredeyse binadaki tüm çalışanlar oradaydı, yavaşça yanlarına gitti, Hasan onu görünce "Abulam cel sen da dinle." dedi ve yanını işaret etti. Yavaşça yanına gittiğinde türküde yeni başlıyordu. Güzel ve anlam dolu türkü bittikten sonra İdris konuşmaya başladı.
“Hayde uşaklar iş başuna, bu gada oynaşuk yeter.” Herkesi dağıttı ardından Esila’ya, akşam geç saate kadar çalışıp bitirdikleri kısımları gösterdi. Bu kadar çabuk biteceğini beklemeyen Esila, on günde iyi iş çıkarttıklarını söyleyerek durumdan hoşnut olduğunu hissettirdi. Örnek daireleri de yaptıktan sonra asıl iş onları yapacak ustalara geçecekti ve Esila’nın inşaatta işi bitecekti. Böylelikle şirketteki işlerinin başına geçecekti.
***
Üç gün sonra...
Yorgun argın bir şekilde kendini eve attığında Buse onu evde bekliyordu, en güzeliyse hazırlamış olduğu yemekle kendisini bekliyor olmasıydı. Eve geldiğinde Buse’ye hızlıca selam vererek kendini, üzerindeki tozu toprağı atmak için banyoya attı. Geri döndüğünde büyük bir mutlulukla hazır masaya oturdu ve bir yandan koyu bir sohbete başladılar.
“Sen olayı bilmiyorsun Esila!” diye, heyecanla anlatmaya koyulan Buse’nin tüm ifadeleri yüzünden okunuyordu.
“Evet patlat bakalım bombayı ne oldu?”
“O kendini beğenmiş Serhat, bugün ofise çiçek gönderdi. Üzerinde bir de not vardı.”
“Yuh iyice işin cılkını çıkartmış adam. Ne yazmış peki?”
“Yarın akşam beni gelmesem de geçen gittiğimiz yerde akşam sekizde bekleyeceğini yazmış.”
“Ne yapmayı planlıyorsun?” diyerek kahkaha atan Esila’nın keyfi yerindeydi.
“Tabi ki gitmeyeceğim, ya da gidip haddini mi bildirsem?”
“Böyleleri her istediğini elde edeceğini sanır, bence gitme!”
“Onu boş ver de senin inşaat uzmanından ne haber?”
“Bana ondan bahsetme.” dedi gülerek.
“Ne yaptın da kaçırdın adamı?”
“Yuh Buse ben ona ne yapabilirim?
“Doğru o sana yapmıştı ve sonra ortadan kaybolmuştu değil mi?” diyerek kahkaha attı ve birlikte harika bir akşam geçirdiler.
Saat on bire gelirken Buse evine gitmek için çıkmıştı, Esila’da arkasından pijamalarını giyerek televizyonu açtı. Bir dizinin tekrarı dönüyordu ve boş gözlerle onu seyrediyordu çünkü neredeyse gözleri kapanacaktı. Telefonumun tiz sesi tüm dikkatini dağıtıp uyuklamasını sona erdirdiğinde hızlıca kalktı ve orta sehpaya uzandı, arayan Lazkopattı. Bu saatte ne diye aradığını, üstelik üç gün sonra neden aradığını hiç merak etmiyordu. Her ne kadar tereddüt etse de “Ne var?” diyerek, açtı telefonu.
“Kaç gündür sesi mi duymuyorsun bu ne biçim muamele.”
“Az bile sana!”
“İnsan bir arar sorar öldüm mü? Kaldım mı?”
“Kafaya takacak bir şey yokmuş işte!”
“Neyse onu bunu boş ver, aç kapıyı aşağıdayım!”