Bahçe kapısını açılma sesiyle yerimde irkilip mutfağın küçük camından bahçeye baktım. Mutfağın camı direkt olarak bizim bahçeye bakıyordu, perdenin arkasında durup baktım. Tek tek bahçeye girip ordan da yukarıya misafir odasına çıktılar.
Yaklaşık ondan fazla kişi gelmişti, net olarak saymamıştım ama kalabalıktı. Hepsi büyük ağaydı. Genelde de bu kişiler karar alıp bunu uygularlardı.
Ellerim daha çok titredi. Üst üste yutkundum durdum, midem çalkalanıyordu. En sonda iki koluna korumalar girmiş bir şekilde abimin bedenini sürükleyerek avluya soktular. Şok ile baktım. Yüzü gözü darmadağın olmuş, kanlar içerisindeydi. Ne yapmışlardı böyle. Ne olmuştu abime.
Aynı şekilde yukarıye yönelen adamlar ile hızlıca mutfaktan çıkarak abimin yanına koştum. "Abi." diyerek yanına gidip önüne geçtim. Korumalardan biri "konuşamazsınız. Yukarıya gideceğiz." dese de omuz silktim. "Abi." elimin tersiyle dudağından akan kanı silip "Bana bak abi." çenesinden tutup yüzünü yerden kaldırdım.
"Ahu..."
"Naz..."
Kelimeleri zorlukla bir araya getirip öksürdü. "Su getireyim mi?" dedim. "Elini yüzünü yıkayalım gel." dedim.
"Hayır. Bizimle yukarıya gelecek." dedi koruma ve bana izin vermeden abimi çeke çeke aldı götürdüler öylece arkalarında kalmıştım. Gözyaşlarım sicim gibi aktı. Abimi ölüme götürüyorlardı, kendi canını hiçe saymıştı, şimdi ölüme gidiyordu.
Çıldırmak üzereydim, daha dün akşam birlikte gülüp söylediğim abim, şimdi ölüme gidiyordu. Kabul edemiyordum. Kabul edemezdim de.
Nasıl böyle bir hata yapardı. Nasıl bizi, ailesini düşünmezdi. Beyhan da ardından geldi ve yukarıya çıkarttılar onu da. Daha fazla olduğum yerde duramayarak ben de çıktım ve kapı kenarında durdum. Bekleyemezdim öylece. Bizzat olanları bende duymak istedim. Ama kaldırabilecek miydim duyduklarımı bilmiyorum.
Sıra üstüne herkes oturmuş salonun ortasında da abim ve onu ayakta tutmaya çalışan iki koruma kollarına girmiş bir halde duruyordu. Yutkunup, bu görüntüyü kafamdan silmeye çalıştım.
"Beyhan." diyerek söze giren tanımadığım bir ağa oldu. Başına beyaz bir sarık sarmıştı. Oldukça yaşlı ve otoriterdi. Elini çenesinde gezdirerek "Kendi isteğinle mi kaçtın, yoksa..." diyerek abime gözlerini kaydırdı "Yoksa seni zorla mı kaçırdı?" dedi.
Beyhan başını hızlıca iki yana sallayıp, ağlamaktan kısık çıkan sesiyle "hayır, ben kendi isteğimle kaçtım." dedi.
Elimi kalbime koyup, nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken başka bir ses duyuldu odada "Senin sözün vardı, bunu bile bile nasıl kaçarsın ha."
Gözlerimi devirdim, söz. Burda söz verilince geri olunmazdı. Sonu ölümdü. Ya şimdi, şimdi ne olacaktı.
"Seviyordum" dedi mırıldanarak. Seviyordum.
Bu topraklarda sevmek kim sen kim Beyhan diye geçirdim. Çok seviyordunsa söz verilmeden biz gelip isteseydik ya. Olay buralara gelmeyecekti. İkisi de sevda yüzünden bir ateşe atlamış kendileriyle birlikte bizi de yakıyorlardı.
"Ölüm.." diye başka birinin sesini duydum ve kafamı uzatarak baktım, kinle abim ve Beyhan'a bakan yaşlı bir adamdı bu da. Tanımıyordum, ben burada yaşıyordum ama o kadar uzaktım ki ondan sebep kimseyi tanımıyordum. Kimdi ki bu böyle ölüm diye kesin bir şekilde konuşuyordu.
"Bunun başka bir çaresi yoktur ölüm olacak, ne ettilerse çekecekler" diye katı bir sesle sürdürdü bu düşüncesini. Gözlerimi sıkıca yumdum ve hıçkırıklarımı içime hapsettim. "Beyhan için Urfaya söz verilmişti. Kaçarak bizi yüz üstü bıraktığı gibi cezasına da katlanacak. Ölecekler."
Baran abim, "Söz verilmeden ben size haber yollamıştım. Gelip isteyeceğiz demiştim. Siz kabul etmeyerek bu yola bizi mecbur bıraktınız."
Abim gidip isteyeceğiz mi demişti. Bundan kimsenin haberi yoktu "Benim isteyeceğimi duyar duymaz Urfada ki görücüler geldi ona sözünü verdiniz." dedi.
"Sana konuş deyen olmadı."diye bağırdı karşısında ki adam,"Burda ki kararları biz veririz." diyerek kendisini eliyle işaret etti.
"Bu akşam ikisi de ölmüş olacak" dedi buz gibi bir sesle. Hiç acımadı, affetmedi. Ölecek dedi.
Nefesim kesildi, elimi boğazımı sıkıca sarıp olanları dinledim. Elimden hiçbir şey gelmiyordu, abim, canım, kanım.
"Başka bir yol olmalı" diyen ağa araya girdi. "Her zaman başka bir yol olur ağam. O yol olsun" dedi.
Başka bir yol mu.
"Olmaz, o yol olmaz." dedi ketum bir halde. Yalnızca tek derdi ölmeleriydi. Başka türlüsünü kabul etmiyordu. Kimdi ki bu böyle kin besliyordu.
"Olur." Diye sürdürdü. "Beyhan kendi isteğiyle kaçmışsa olur. Bizim adetimiz kuralımız bellidir ağalar. Kendi isteğimiz doğrultusunda karar verilmez." dedi.
"Berdel, berdel olacak..." diyen ses kulaklarımda çınladı beynimde yankı yaptı.
Babamın gözlerinin bir kaç saniyeliğine bana kaymasıyla tekrar çevrilmesi bir oldu, burada olduğumu biliyordu. Bakamıyordu gözlerime. "başka yolu yok mudur ağalar" çaresiz çıkan babamın sesi aslında her şeyi ortaya seriyordu. Bundan başka yol yoktu bunu burada oturan herkesde biliyordu.
"Başka yolu olmadığını sende biliyorsun Haşmet ağa..." diyen adamın ses tonu bir miktarda kızgın çıkmıştı "ne kadar ağa olursak olalım bir suç işlendi ve bunun sonucunu çekecekler."
"Çekeceler tabii de..." deyip duraksayan babam acıyan gözlerini mavi gözlerime tekrar çıkardı, "ben bir umut..." dedi nefeslenerek. Gözümden akan yaşlar çoğaldı. Başka yolu yoktu, abimin yaptığı şeyin cezası benim boynuma kalmış, cezası ise iki suçsuz insana kesilmişti.
"Umut falan yoktur Haşmet ağa. Olan olmuş biten bitmiş. Biz şimdi sonrasına bakacağız, ya kan dökülür ya berdel olur" dedi sertçe.
Kafasını salladı babam yalnızca "peki" diyebildi. Baran abimin sesini duydum, "öldürün, ben bu yola ölmek pahasına yola çıktım. Bacımı size kurban edeceğime kafama sıkın"
"Sana söz hakkı yoktur" dedi diğer kinli adam. "Konuşmayacağısan"
"Öldürün" diye tekrarladı abim ama kimse bakmadı bile. Sadece diğer ağanın sesi daha baskın olduğundan onu duydum "Sergen Ağa kimle berdel edeceksin"
Gözlerim herkesin pür dikkat baktığı adama döndü. Kırışmış yüzünde yalnızca mavi gözleri parlıyordu, ak saçlarını ensesinden çekiştirip "Kılıç" dedi. Dedi ve benim ayaklarımın bağı çözüldü.
Kılıç!
Kılıç Lazen.
Kimseyi tanımıyor olsam bike Mardin'i tek bir sözü ile titreten adamı fazlasıyla tanıyordum. Ve ürküyordum. Ben onunla mı berdel edilmiştim. Babasından sonra 2 yıldır aşiretinin başına geçmiş her şey ondan sorulur olmuştu. Onu tanımamak mümkün değildi. Tüm herkesin dilindeydi. Acımasızlığı ve ketumluğuyla. Burada ortalığı birbirine katmaması bile bir mucizeydi. Çünkü yoktu, bir kaç gğn önce duyduğuma göre İstanbul'a büyük bir anlaşma için gitmişti. Abim belki de ondan bugünü beklemişti. Kılıç ağanın olmadığı bir günü.
Amcam sinirle araya girdiğinde başımı uzatıp baktım "Ahunaz olmaz." diyerek ortaya atladı. Ne yapıyordu gerçekten? "O Serhat'la evlenecek." Diye devam etti.
Sergen ağanın anında kaşları çatılarak babama baktı. "Beyhan'ın sözü geri alındı. Ahunaz'ın sözü de geri alınacak." dedi.
Amcam yine kabul etmemiş olacak ki başını iki yana salladı. Hiç babama fırsat tanımadan devam etti, kendi kurduğu seneryoyu sürdürüyordu. "Kendi aramızda dini nikah yaptık Sergen ağa. Ahunaz artık Serhat'ın karısı." dedi.
Nasıl böyle bir tehlikeyi göze alıyordu. Abim ölecekti, bunu bile bile hala oğlunun evliliğini düşünüyordu.
O kinli adam memnun bir hâlde "O zaman ölecekler." dedi "Ahunaz'la berdel olmayacaksa, boşuna konuşmaya değmez. Sonuç belli."
Babam, "Geri alırız dini nikahı. Serhat boşar." dedi yalanı sürdürerek. Eğer yalan olduğu ortaya çıkarsa hepimizin başı yanardı. Bundan sebep babam mecburiyetten yalanı devam ettiriyordu.
"Aralarında bir şey olmadı, yalnızca dini nikah yaptık ki sözümüz olsun arada. Serhat Ahunaz'ı boşar." dedi.
Konu iyice sarpasarmıştı. Babam ne tarafa döneceğini şaşırmış kalmıştı.
"Nerden bileceğiz bir şey olmadığını. Sonuçta dini nikahları var. İkisi de karı koca olmuş." deyip o öfkeden kararmış gözlerini bir abime bir de Beyhan'a kaydırdı. "Bunlar yüzünden evli bir çifti ayıramayız." dedi.
Adamın tek derdi öldürmekti. Başka bir derdi yoktu. Gözlerinden gördüğüm tek şey nefret duygusu. Ortayı bulmaya çalışan yaşlı adam "yalnız söz verilmişse, geri alınacak Haşmet ağa. Berdel dediysek Berdeldir."
"Serhat hemen boşa Ahunaz'ı." dediğin de herkes Serhat'a döndü.
"Ahu..." demesiyle Hazar abim lafını kesti. "Boşa hemen Serhat bu konu burada kapansın." dedi.
"Boş ol, boş ol, boş ol." dedi zoraki.
Evli olmadan boşanmıştık. Kimse bilmiyordu tabi. "O zaman asıl konuya gelelim."
"Onlar kaçsalar da..." diyen Sergen ağanın sesi yankılandı "Lazen aşireti herşeyi usulünce yapmak ister..."
"Akşama kızınız Ahunaz'ı, Kılıç Lazen'e istemeye geliyoruz" diyen Sergen ağa'yla hıçkırıklarım koca taş duvarlarda yankılandı...
Boğazıma o yumruyu Baran abim oturttu. Yapmaması gereken bir şeyi yapıp hayatımı mahvetti.
Gözyaşlarım sicim gibi aktı, aktı, aktı. Durdurmak istemedim, daha fazla akıp canımı yaksınlar. Benim hayatım bu geceden sonra tamamen değişecekti.
Geleceğim bugünden itibaren bitmişti, nasıl bir gelecek olacağını ise Lazen aşireti belirlemişti.
Evlenmek, mecburi evliliği kabul etmek.
Berdel olmak. Berdel edilmiştim. Abimin hatasından sebep beni kurban etmişlerdi.
Hemde Lazen aşiretine, Mardin'in korktuğu ismini dahi anarken titreyen adamına beni kurban etmişlerdi.
Bacaklarımı karnıma doğru çekip oturduğum yerde büzülerek başımı dizlerime yasladım.
Hazar abimin sert sesi ortamı bıçak gibi kesti "Ahunaz'ı verirken şartımız olacak Lazen aşireti." dedi.
Şart mı?
Ne şartı?