GÜLNİHAL ŞAHMERAN
Kapının önünde kadınları karşılayıp küçük salona geçtik. Ardımızdan da erkekleri babam ve ağabeyim büyük salona buyur etmişti. Kalbim güm güm atıyordu, elim ayağım titriyordu. Sakin olmaya çabaladım her ne kadar zor olsa da çalıştım. Gelenlerin elini öpüp hoşgeldin diyerek kapı kenarına çekildim, tüm gözler bendeydi, baştan aşağıya bedenimi süzüp beğeniler yağdırıyorlardı. Yerimde kıpırdandım. Böyle şeylere alışık değildim, kurbanlık koyun gibi dikmiş her kafadan bir ses ile konuşuyorlardı. Hayır sanki kendileri beğense ne olur beğenmese ne. Kendileri mi alacaktı koyunlarına. Tövbe tövbe diye gözlerimi devirdim, beni de yoldan çıkarıyorlardı.
Belli etmeden bir şekilde sıvışmam gerekiyordu bunu düşündüm sadece, onun için gözlerimi dört açıp an kolladım. Oturdular, uzun uzun konuşup gülüştüler, en başta da Yaren şerefsizi gülüp duruyordu. Bu kızın derdi neydi, gözlerimin içine bakıp bakıp gülmesine ki amaç ne olabilirdi. İnsanların mutsuzluklarından yararlanan kahpenin tekiydi. Mutsuz oldukça o daha çok mutlu oluyordu. Boğazına yapışmamak için kendimi sakin tutmaya çalıştım.
Sakin ol Gülnihal, sakin ol Gülnihal, sakin ol Gülnihal. Diye içimden tekrar ettim. “Keçemın, kahveleri yapasın” diyen anneme başımı salladım. Bu ortamdan uzaklaşmak bana daha iyi gelecekti. Kahve de bahanem olmuştu. Odadan çıkarak alt kata indim. Kalabalığın sesi buraya bile geliyordu özellikle erkeklerin sesi, o kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki gayet net bir şekilde duyuyordum ne dediklerini.
Mutfağa girince kızlar hemen ayaklandı “birşey mi istemiştiniz?”
“Kahveleri yapacağım...” diye mırıldandım. Hazır olan cezveye su ve kahve koyarak ocağın üzerine bıraktım “sizde servisleri yukarı çıkarın” diye hazırlanmış tabakları gösterdim baklava, börek, sarma, kuruyemiş ve dahası aslında yemekli oluyor sözler ama bizim ki aceleye geldiğinden ve erkek tarafı da ısrarla zahmet etmeyin nişana hep birlikte yaparız diye söylemeleriyle bizde bunları yapmıştık sadece. Kızlar tepsileri alıp erkekler içinde hazırlanmış olanları kapıda ki kahyamızla gönderip diğerlerini de kadınlara çıkardılar. Kahveleri yapıp mutfağa giren Ayşe’ye “Erkeklerin kahvesi kaldı, sen hazırla ben şunları verip geliyorum” diyerek elimde ki tepsiyle yukarıya çıktım. Kadınlar daha da kaynaşmış haşır neşir olmuşlardı bile.
“Dağıt keçemın” diyen annem ile büyük nene den başlayıp dağıttım her misafire, çoğu çay içtiği için yaptığım kahvelerde büyüklere yetmişti.
“Damada da yaptın mı Gülnihalcim” diye höpürdeterek çayından yudumlayan Yaren ile derin bir nefes aldım “Yaren!” diyen Dapir ile omuz kırdı, “birşey sordum nene, sanki ne var. Müstakbel kocasına tuzlu kahvesini yapmış mı diye sordum?” diyerek güldü.
“Yaren, kendine gelesin. Ya sus, ya da defol evine git” diye nene ağır aksanıyla bu sefer daha sert uyardı. O da bu sefer ciddiliği anlamış olacak ki sustu ve ağzına tek lokmada bir baklava attı.
Yüzümü buruşturup izin isteyerek aşağı indim erkekler içinde kızlarla kahveleri yaptık, ben ayrı olarak ‘müstakbel kocama da’ bol tuzlu kahvesini yaptım. Bu bir tık hoşuma gitmişti fincanın kulpuna bir kurdele bağlayarak içine tuz bocaladığım kahvesini keyifle koyup tepsiye yerleştirdim ve kahyaya verdim. Biraz da olsa eğlenmiştim en azından. Siyah saçlı kadınlardan hoşlanmıyormuşmuş, o zehir gibi kahveyi içsinde görsün siyah saçı. Şerefsiz herif.
Kollarımı göğsümde bağlayarak mutfak kapısına omzumu yaslayıp etrafıma bakındım, beklediğimden çok fazla adam vardı, bunların hepsi de Turan aşiretinin adamlarıydı. Ön kapı olmazdı zaten, saçma olurdu. Elimi kolumu sallayarak çıkamazdım ya oradan.
Bir arka kapı bir de damdan diğer dama geçerek öyle çıkma ihtimalim vardı, arka kapı ne durumda diye mutfaktan minik adımlarla uzaklaşarak bahçeden köşeyi döndüm ve kaldım. Allah kahretsin.
Bahçeyi adam doldurmuşlardı resmen, bu neydi ya? Şaka mıydı? Sinirle soludum ve burayı da eledim. En kolay yoldu burası, buradan çok çok emindim. Bu kadar adamla savaşa mı gelmişlerdi kız istemeye mi belli değildi. Omzuma dokunan el ile “Ay!” diye çığlık atıp damağıma vurdum. Ayşe “Korkuttum mu hanımım, vallahi özür dilerim, ben kaç kez seslendim ama duymadın” diye mahcubiyetle konuştu. “Ne oldu? “ diye sordum es geçerek, öyle dalmıştım ki ne ses duymuştum ne de başka birşey.
“Allah’ın emriyle sizi Boran Ağa’ya istediler, ağam da verdi. Şimdi dini nikah için hoca gelmiş seni çağırıyorlar hanımım”
Kaşlarım derince çatıldı, dini nikah mı? O da nereden çıkmıştı. Sadece söz olacaktı, haftaya nişanda nikah olacaktı.
“Ne nikahı? Ne dini nikahı ya? Ne saçmalıyorsun Ayşe” diye yükseldim ama bir kaç adamın bize bakışıyla bir daha o yükseldiğim yerden indim. Şimdi dikkat çekmenin hiç sırası değildi. Ama yine de sinirden yerimde duramıyordum. Bir cevap bekledim, bekledim, bekledim. Kem küm eden Ayşe ile “söylesene nereden çıktı bu nikah işi, haftaya olacaktı?” diye dişlerim arasından tısladım.
“Boran Ağa böyle istemiş, zaten kimsenin haberi yoktu, bir anda hoca geldi nikah olacak demiş”
Öfkeyle gözlerimi yumdum. Delirmemek elde değildi.
Boran Ağa, ah Boran ağa.
“Ben istemiyorum” diye çıkıştım.
“Ama hanımım...” diye Elleri önünde ne yapacağını şaşıran Ayşe bana baktı, zaten devamını getiremeden de annem ve ağabeyim indi aşağıya. “Gülnihal” diyen Polat ağabeyim ile hızla ona ilerledim. Nikah falan olmazdı, kabul etmiyordum. Nikah olursa asla peşimden düşmezdi Boran Ağa.
“Ağabey, ne demek nikah?” diye direkt konuya daldım, “haftaya nişanda olacaktı. Ne bu acele, kaçmıyorum ya” diye kendimi açıklamaya çalıştım. “ha bugün ha haftaya, beklesinler. Ben şimdi nikah falan yapmam”
“Sende diyorsun işte keçemın (kızım) ha bugün ha haftaya, Boran Ağa getirmiş hocayı, bekliyorlar seni yukarıda”
“Şaka mı ya istemiyorum. Ben hazır değilim”
“Gülnihal, bacım.” Diye ismimin üzerine baskıladı, “Ne uzatıyorsun anlamadım. Getirmiş işte hocayı, abdestini al gel, millet seni bekliyor” diyerek resti çekip çıktı yukarı, gözlerim doldu ne güzeldi yap Gülnihal, et Gülnihal. Yapacaksın Gülnihal. Burnumu çektim, ağlamayacaktım. Ben onun yüzünden bu hale gelmiştim, görmüyor muydu halimi, o sevdiğiyle evlenmişti benim ne çektiğimden bir haberdi. Ama insan bir kez yüzüme bakardı, yüzüme bakıpta ne hale geldiğimi görmeliydi. Ölüyordum da kimse görmüyordu. Annemin koluma girmesi ile yukarı çıktık, odama girdim ve gözyaşlarımı sicim gibi akıttım. Buraya kadardı, buraya dek tutabilmiştim. Hayatım bitmişti, nefesim kesilmişti. Hiç kimsenin umurunda değildi, sadece oradan oraya sürükleniyordum. Delirecektim. Bitirmişlerdi beni elbirliğiyle.
Banyoya geçip ağlaya ağlaya abdest aldım çıktım, annem uzun beyaz bir elbise verdi robot gibi ne istiyorlarsa onu yaptım, giyindim, başıma beyaz işlemeli eşarp attı ve çıktık. Adım adım ölümüme gidiyordum. Onlar böyle yaptıkça kendilerinden daha çok nefret ettim, annem, babam, ağabeyim. Herkesten nefret ettim. Artık onlara ne olacağı umrumda değildi nikah kıyılır kıyılmaz damdan kaçacaktım.
Küçük odaya girdik karşıda hoca oturuyor önünde heybetli ve kalıplı siyah gömlekli adam ve yanında iki yaşlı adamla ağabeyim vardı. Hocanın bakışlarının benimle çakışması ile “gel gelin kızım, otur şöyle” diye kalıplı adamın yanını gösterdi. Titreyen bedenim ile başımı eğip söylediği yere geçip oturdum.
Derin bir nefes aldım, içim şişmişti. Ellerimi birbirine sürtüp hocanın dualarını dinledim uzun uzun. Dişlerimi birbirine kenetleyerek bir an önce kaçtığımın hayalini kurdum. Gidecektim, ne olursa olsun gidecektim. Ya ölecektim ya gidecektim.
“Salih kızı Gülnihal mehir ne istersin?” diyen hoca ile yerimde kıpırdandım. Birşey istemiyordum ama mecburiydi bu. Hem birazda deli etmek amacıyla konuştum “kilom kadar altın, bir araba ve konak isterim” diye sırıttım alttan alttan. Hocanın bakışları yanımda ki Boran’a kaydı şaşkınlıkla, buralarda bu istekleri hiç isteyenin görmemişlerdi tamam altın ve takı olurdu ama araba ve konak hiç duyulmamış olmalıydı ki yaşlılar arasında da fısıldaşmalar başladı.
Ağabeyim boğazını temizleyerek “ben bir bacımla konuşayım hocam” diye iğneledi. Kafamı kaldırıp bakmadım bile.
“Sen bu mehirle Allah’ın huzurunda karın olmasını kabul ediyor musun Boran Ağa” diye soruyu sordu yanımda ki bedene.
“Kabulüm, kilosu kadar altını haftaya nişanda takarım ama...” diye sustu, tok ve ağır sesi ile yutkundum. Konak ve arabayı kabul etmese ne güzel olurdu, vazgeçerdim hemen, birşey de diyemezlerdi. İçimden dualar ettim.
Ama bu mutluluğum yine kursağımda kaldı, o tok erkeksi sesi huzurumu bozmaya yetti, “araba ve konağı bana bir evlat verince veririm bu da benim şartım” dedi, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
Kafasını sallayan hoca mehiri bir kağıda yazdı ve “Salih kızı Gülnihal kilon kadar altın, araba ve konak mehiri ile Adem oğlu Boran’ı kocalığa kabul ediyor musun?”
Gözlerimi acıyla yumdum. Az önce sert sesimin aksine cılız bir tonla “ediyorum” diye mırıldandım yalnızca.
“Kocalığa kabul ettin mi?”
“Ettim”
“Kocalığa kabul ettin mi?”
“Ettim” diye son defa mırıldandım.
“Adem oğlu Baran, Salih Kızı Gülnihal’i kilosu kadar altın, araba ve konak ile karılığa kabul ettin mi?”
Benden daha güçlü bir sesle “Ettim” dedi.
“Karılığa kabul ettin mi?”
“Ettim”
“Karılığa kabul ettin mi?”
“Ettim hoca ettim” diye yanıtladı.
“Bende sizi Allah’ın huzurunda karı koca ilan ettim” diyerek dualar okudu ve hayırlı olsun diyerek kalktı. Onunla birlikte hepimiz ayaklandık Boran hocanın elini sıkarak “Sağolun hocam”
“Allah bir ömür ayırmasın” diyen hoca ile Boran elinde büyük bir deste parayı hocaya uzattı “Amin amin” diyerek de destekledi.
Gözlerimi devirdim, ne hevesliymiş Boran Turan, ağzımın içinden şerefsiz diye mırıldandım. Ve beklemediğim bir anda mavi hareler ile gözlerim çakıştı. Sadece bir an, kısacık bir an. O kısacık anda bile bana depremleri yaşattı sanki. Bana cehennemi yaşatacakmış gibi bakış attı ve hocayla çıktı gitti.
“Bacım iyi misin?” diyen Polat ağabeyim ile geri çektim kendimi, bana dokunmasın istiyordum. “Bundan sonra iyi olsam ne olur olmasam ne? İyi olmasam ne yapacan ki” diye baktım, gözlerini benden kaçıran ağabeyim yutkundu, “elimde birşey olsa yapmaz mıydım? Özür dilerim bacım” Deyip hızla odadan kaçarcasına çıktı gitti.
Keşke bende birilerinden özür dileyipte arkama bakmadan kaçıp gitsem. Ne güzel olurdu. Odada kimsenin kalmayışı ile başımda ki eşarbı hızla çektim attım ve odadan gözü kara bir halde çıktım. Bunun geri dönüşü yoktu bitmişti.
Hızlı adımlarla ilerleyip ortalığı kolaçan ettim önce adamlar toparlanmış arabalar konağın önüne dizilmişti. Nikahta bittiğine göre gidiyorlardı demek. Tamda sırasıydı. Önce odama ilerledim, neyseki karşıma kimse çıkmadan odama girmiştim. Üzerimde ki elbiseyi nefretle çıkarıp bir kot pantolon ve gömlek giyinerek, ceketimi de alıp spor ayakkabılarımı hızla ayağıma geçirdim. Hazırladığım çantamı da dolaptan alarak derin bir soluk aldım ve elimi kalbimin üzerine bastırdım, gümbür gümbür atıyordu. Heyecan, stres, korku ve dahasını aynı anda yaşıyordum. Kalbim buna nasıl dayanıyordu ben dahil şaşıyordum.
Daha fazla burada kalamayacağımı bildiğimden odamın kilidini kapının arkasından alıp çıktım ve kapıyı kilitleyerek cebime attım. Bu onları sabaha kadar oyalardı. Biliyorlardı ki öfkelendiğim için ne cevap verecektim ne de çıkacaktım onun için kapının önünde konuşup konuşup gideceklerdi. İçim birazda olsa rahattı bu konuda üst balkondan hızla bir göz attım kapının önündeydiler, misafirleri teker teker el sıkışıp geçiriyorlardı.
Geri çekilip merdivenleri ikişer üçer hızlı hızlı çıktım, biri yukarı baksa merdivenleri görebilirdi ama akşam olduğu için dikkat çekmezdi. Yine de ben işimi tehlikeye atmak istemediğimden hızla merdivenleri çıktım ve dama ulaştım, nefes nefese kalmıştım. Dışarıdan hızlı bir araba sesi geldi arkamı döndüm, arabalara biniyorlardı. Bizimkiler şimdi içeri girerdi. Daha da hızlı davrandım dikkatli adımlarla çantama sıkı sıkı sarılıp diğer dama atladım. Arada kısa bir ara olsa da korkmuştum, küçükken buralarda az düşüp kalkmazdım. Ama aradan uzun yıllar geçmişti, şimdi küçük değildim, şimdi oyun oynayıp evime dönmeyecektim. Şimdi evlendiğim adamdan ve bir daha geri dönmeyeceğim evimden kaçıyordum. Damda temkinli adımlarla ilerleyip her zaman bildiğim merdivenlere gittim aşağı indim ve yan konağımızın arka kapısından çıktım. Evet bitmişti, kaçmıştım.
O cehennemden de Boran Turan’dan da kurtulmuştum. Elimi tekrar kalbimin üzerine yerleştirdim şimdi sadece mutlulukla ve sakinlikle atıyordu. Bitmişti. Şimdi gerisini Polat ağabeyim düşünsündü. O başıma belayı sarmıştı şimdi de Gülnihal diye bacısı olmadan halletsin bakalım nasıl halledecek. Arka sokağımızı ağır adımlarla ilerledim bu dar sokakta ne anılarım geçmişti, ne hayallerim vardı. Ben böyle bir evlilik asla hayal etmemiştim. Bir sevdiğim olacaktı, bir sevdam olacaktı. Bu akşam heyecanla hazırlanacak, onun için kahve yapacaktım. Onun yüzüğünü takacak, onun için gelinlik giyecektim.
Tabiri caizse hayallerimin içine sıçılmıştı el birliğiyle. Beni bu yola onlar itmişti. Ben istememiştim, kim söz gecesinden kaçar ki, ben kaçmıştım. Hemde nikah kıyıp kaçmıştım. Ne kadar uzaklaşırdım, ne kadar kaçardım bilmiyordum ama en azından onlara baş eğmeyeceğimi görmüş olacaklardı. Her fırsatta kaçacaktım.
Yerde ki bakışlarım bir arabanın sokağın başında acı bir frenle durması ile son buldu ve korku ile yerimden sıçradım. Aramızda yirmi adım vardı. Karşımda siyah bir jip duruyordu, farları gözlerimi aldığından bakışlarımı kısarak elimi gözlerimin önüne siper ettim. Kimdi bu dengesiz, kalbimin çarpıntısı ile yutkundum. Umarım bizimkilerden biri fark edip gelmemişti. Bir adım korku ile geriye attım. Hemen mi? Hemen mi yakalanmıştım yani? Bu kadar çabuk mu? Hayır olmamalıydı. Kabul edemiyordum. Gayet planlı bir kaçma girişimi yapmıştım daha köşeyi dönmeden kıskıvrak yakalanmış olamazdım.
Arabanın kapısının açılması ile nefesimi tuttum. Umarım aklımdan geçen kötü senaryolar olmazda, biri yol sormak için durmuş olsun.
Mavi harelerimi beyaz gözümü yakan farlar yüzünden daha da kıstım erkek ayakkabıları gözüktü önce daha sonra da heybetli bir beden, durdum, kaldım oracıkta.
“Benim karım kaçacakmış öyle mi?”