Mircan yüzünde ona yakışan gülümsemesiyle odanın kapısını açtı. Gelen Levi'ydi tam konuştukları saatte gelmişti. Levi çabucak içeri girerek "Hazır mısın?" diye sordu kardeşine. Hira böyle bir şey beklemediği için tereddütle "Evet..." dedi.
Hira hızlıca kaçar gibi abisinin kolunda odadan dışarı çıktı. Mircan ise onu düşünerek yalnızlığıyla baş başa kaldı. Olanlar onun açısından gitgide keyifli bir hâl almaya başlamıştı.
Nikah kıyılacağı için otele gelmişlerdi. Mircan ise biraz onu sinir etmek adına beraber kalacaklarını düşünmesi için abisinin sonradan gelip onu alacağını söylememişti. Hira'nın sinir olmasından resmen zevk alıyordu, acaba mazoşist mi olmuştu? Bunun adı buysa eğer kabul ediyordu, o bir mazoşistti.
*************
Çarşamba sabahı...
Karadağların köşkünde büyük bir telaş vardı. Her zamankinin aksine apar topar kahvaltı yapıp çıkmaya hazırlanıyorladı...
Baba evine son son bakan bir çift göz her zamankinin aksine bu kez buğulu bakıyordu, ağlamamak için kendini zor tutan Hira ne yapacağını nereye sığacağını bilmiyordu. İşin alacalı kısmı bitmiş her şey seffaflaşmaya başlamıştı. Kısacası gerçekler tokat gibi yüzüne çarpmıştı.
Gözyaşları sicim olup içine akıyordu, ağlamamak için verdiği karar onu sert durmaya mecbur bırakıyordu, aciz olmayacaktı, aciz olduğunu kimse düşünmeyecekti. Öyle bir asaletle çıktı babasının evinden, dik omuzları, arşa kalmış başı ve göğü delen bakışları...
Karalı.
Güçlü.
Onurlu...
Kimsenin kendisine acımasına izin vermeyecekti, kimse onu ezemeyecekti. Gerekirse onuru için ölümü göze alma düşüncesiyle girecekti o konağın kapısından ve orada birçok şeyi değiştirecekti. Korkan değil korkulan olacaktı, töre denilen illete yenilmeyecekti...
Yanacaktı!
Yakacaktı!
Ama asla şu babasının evinden çıkarken ki güçlü kızı ezdirmeyecekti, ölmesi gerekiyorsa bunun için ölecekti.
***
Mardin hava alanına indiklerinde neredeyse bir otobüs insan onları karşılamaya gelmişti. Yoğun ilgi şimdiden Hira'nın başını döndürmüştü. 'Bunlar nasıl insanlar böyle? Beni tanımıyorlar ama bağırlarına basıyorlar.' diye düşündü. Önce anlam veremedi ama sonra "Gelin ağam hoş gelmişsen." seslerini duydu.
Bu insanlar ağanın karısı olduğu için ona hürmet ediyorlardı. Ne kadar da içtendiler, demek ki Mircan burada saygı duyulan biriydi. Hira hiç böyle hayal etmemişti, ağalar genelde kötü olur ve sevenleri olmaz sanırdı ama bu insanlar ağanın karısına hediyeler vermeye çalışıyorlardı. Bu ilgi karşısında büyük bir çelişkiye düşmüştü. Hiçbir şey kafasındaki senaryoya uymuyordu.
Hira, insanların arasında onlara cevap vermekle meşgul olan Mircan'ı fark etti aynı anda göz göze geldiler. Daha sonra Mircan yavaşça onun yanına geldi ve "Hoş geldin." diyerek yanaklarından öptü.
Alandan dışarı çıkana kadar da elini bırakmadı, herkese o benim der gibi gösteriyordu sanki. Arabanın yanına geldiklerinde binmeden usulca kulağına egilip, "Çok güzel görünüyorsun." dedi.
Bunu Hira'yı güzel bulduğu için demediğini adı gibi biliyordu, üzerinde dizlerinin altında, yarım kollu hanım bir elbise vardı. Onun beğendiği buraya göre olması düşüncesiydi.
İnsanları geride bırakıp arabaya bindiklerinde Burak ve abisi de onlarla aynı arabadaydı, kısa bir süre abisiyle Mircan iş konuştular ardından Mina yıllar önce terkettikleri bu toprakları izlemeye başladı. Camı açtı, kokusu çok tanıdıktı çocukluğundan kalma bir kokuydu. Bu toprak kokusunu tanıyordu.
Burak "Ne kadar güzel bir doğa örtüsüne sahip burası." diyerek Hira'nın düşüncelerini böldü.
Levi, "Uzun yıllar oldu gelmeyeli, Allah bilir neler değişti." dedi.
"Her şey değişti Levi." Bunu diyerek araya girdi Mircan Ağa.
"Kokusu değişmemiş." Mina'nın içini çekerek söylediği bu cümleye Mircan ona hayretle bakarak karşılık verdi. Hıra'dab böyle bir şeyi duymayı beklemiyordu.
"Bilmiyorum."
"Siz nereden bileceksiniz ki? Memleketinden kopup gidenler bizdik."
"Demek bu kadar özlem duyuyordun doğduğun topraklara?" Bu Mircan'ın hoşuna gitmişti.
Burak, "Çok gelmek istedi Hira ama halam izin vermedi." diyerek araya girdi. Hira bu adamı öldürecekti, hiçbir şeyi saklayamıyordu.
"Demek ki nasip olan gün bugünmüş."
"Aslında değil." Burak kendini aşmıştı.
Hira sonunda dayanamayarak, "Tamam, Burak!" diyerek onu susturdu, yoksa bütün her şeyi ortaya dökecekti.
Eski Mardin'e geldiklerinde o muhteşem doğal yapılar karşıladı onları ve o an yıllar önce buradan kaçmamış olsaydılar hayatları nasıl olurdu diye düşünmeden edemedi.
Babası, yıllar önce terkederek gittikleri konağa günler önceden bakım için adamlar göndermişti, her yer dizayn edilip yeni mobilyalar gelmişti. Artık burada bir kapıları vardı, kolay kolay Hira'yı burada bırakıp dönemezlerdi zaten.
Konağa geldiklerinde babasının adamları karşıladı onları. Levi ve Burak önce indiler arabadan, Hira ineceği sırada Mircan Ağa onu kolundan tutarak inmesini engelledi. Ne oldu der gibi yüzüne baktığında "Eşyaların bizim konağa gitti kızlar yerleştirmeye başlayacaklar istersen sen de gel." dedi.
"Gelirim ama önce duş alıp üzerimi değişmem lazım."
"Kaçta alayım seni?"
"Ben kendim gelirim, biraz yürümek istiyorum."
"Bulabilir misin?"
"Bulamazsam sorarım, nasılsa herkes ağanın konağını biliyordur.
"Tamam, o zaman ben gideyim."
"Biraz zahmet olacak ama git yani."
Mina hayal meyal hatırladığı, kaçtıkları günü düşünerek kapıdan içeri girdi. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtı.
Kendini cok mutlu hisseden Zişan'ın artık günler sonra kendisini anlayacağına inandığı, arkadaşı gelecekti. Yani yengesi, ilk gördüğü gün hayran kaldığı yengesi.
Abisi ve ahaliden birçok insan hava alanından döndüklerinde çalışanlar da gelen valizleri içeri taşıyorlardı. Konakta çalışan kızlar giren valizleri tek tek sayıyordu.
Ayşe, "Dokuz oldu kızlar, ne var hele içilerinde acaba?"
Nurhan, "Birazdan açıp göreceğiz, sabırsızlanma."
Valizlerden sonra dört büyük koli getirdiler, hepsi üçüncü kata çıktığında Zişan'ın annesi fesatça adamların taşıdığı eşyalara bakıyordu, bazen annesine benzemediği için kendini şanslı hissediyordu.
Yengesinin, İstanbul'daki odasını düşünerek rahat olabilmesi için ona benzetmeye çalışmıştı, yatak odasıyla oturma odasının geçiş bölümü boş duruyordu orayı giyinme odası olarak düzenlemişti. Tüm eşyalar burada alınan özel dolaplara konulacaktı.
Valizler yatak odasına geldiğinde Ayşe dayanamayıp hemen bir tanesini açtı, koca valizde sadece iç çamaşırları vardı, kızlar karıştırmaya başladılar. Bir yandan da gülüyorlardı.
Nurhan, "Desenize Mircan Ağam yaşadı, şuanlara bakın televizyondakiler gibi."
"Kendi de çok güzel."
Ayşe, "Ya gelsin artık çok merak ediyorum."
İç çamaşırlarının olduğu valizi kapayıp, başka bir valiz açtılar. Eşyaların arasında kendilerini kaybetmişlerdi.
Bir yandan topluyorlardı, diğer yandan giysileri giymiş gibi üzerlerine tutuyorlardı.
***
Hira iki katlı konağın çardağına geçtiğinde, teyzeleri, dayıları kuzenleri oturuyordu. Bir bardak çay içecek kadar oturduktan sonra çıktı.
Bol paça mavi kot bir pantolon üzerine de yarım kol diz üstü buz mavisi bir gömlek lacivert bir ayakkabı giyip saçlarını tepede sıkı toplamıştı.
Kendinden emin bir şekilde yürüyerek etrafı izliyordu, rahat rahat şu sokaklarda yürüyemeden göçüp gitmişlerdi.
Şimdi evi buradaydı ama kalbi İstanbul'daydı. Ne kadar dayanabileceği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
Son bir iki mahalle sonra yeni evinin orada olacaktı, bir köşeyi döndüğünde atlı bir adam yoluna çıktı. Maalesef dalgın olduğu için son anda fark etti ve çok korkmuştu.
Kafasını kaldırdığında adamın mal gibi kendisine baktığını gördü. Sinirle 'Ne bakıyorsun?' diye bağırmak istedi ama son anda susturdu kendini. Daha ilk günden olay çıksın istemiyordu.
Hira yoluna gideceği sırada adam hunharca atını önüne sürdü ve "Kimsin sen?" diye sordu.
"Böyle rahatça adımı sorduğunuza göre yetkiyi belediyeden almış olmalısınız." Bu Hira'nın ağzından bir anda kaçıvermişti.
"Bir de dillisin, nasılsa öğrenirim." deyip ata "Deh!" diyerek sürdü ve uzaklaştı.