Duru bir yandan elindeki kâğıda bakıyor bir yandan da adamın öz güveninin nereden geldiğini anlıyordu. Düşüncelerinden sıyrılıp tekrar yazılanlara odaklandı.
'Bir yıl önce nikahını terk edip Türkiye'ye döndükten sonra Bahreyn'e bir daha gitmedi, sınırları olan güçlü bir adam.'
Diğer kağıtta yazanlara bakmadan resimleri çıkarttı ve tezini doğruladı. Bu oydu ve Duru yine kedi gibi dört ayak üstüne düşmüştü.
"O iş kolay bende bil, elimi kolumu sallayarak yanına yaklaşacağım."
"O zaman güvenliğe adamları yerleştiriyorum. Rast gele..."
"Balıkların hepsi benim kovamda olacak bu işi oldu bil."
"Benden haber bekle gidişat hakkında tam bilgi vereceğim."
Duru, "Öyle ise ben kaçıyorum," dedi ve oradan ayrıldı.
**********
Evine gittiğinde tüm cesaretini toplayarak telefonu eline aldı ve Salman'dan gelen çağrıyı açtı, ilk önce sarıklı diye kaydetti ardından arama tuşuna basarak karşı taraftan açılmasını beklemeye başladı. Uzun bir çalmanın ardından açıldı ama ses gelmedi ve ilk konuşan Duru oldu.
"Neredesin?"
"Çok mu özledin?" diye alayla sordu.
Duru da aynı tonda, "Çok(!)" dedi.
"Ne oldu neden böyle yana yakıla beni arıyorsun?"
"Konuşmak istiyorum."
"Şirketteyim şu an."
"Dün konum attığın adrese geçersen oraya geliyorum."
"İki saat sonra."
Duru, "Pazarlı yapma gelmem!" dedi ama sonra hemen pişman oldu.
Salman'ın, "İşlerim var sen geç." demesiyle Duru, telefonu yüzüne kapattı ve televizyonu açıp karşısındaki koltuğa kıvrıdı. Madem öyle Duru da geç giderdi, küçük kral ya onun istediği olacaktı ama bu kez değil.
Akşam ezanının okunmasıyla telefonunun çalması aynı anda oldu, arayan sarıklıydı. Duru gayet sakin bir şekilde, "Ne var?" dedi.
"Hani geliyordun?"
"Seni bekleyeceğime senin beni beklemene karar verdim."
"Yeterince bekledim kalk ve gel."
"Yarın gelirim artık şimdi hiç havamda değilim."
Dediğinin anında yapılmasına alışmışolan prens, "Ben seni aldırmadan buraya gel." diye ufak bir emirde bulundu.
Duru yüzsüzlüğün dozunu artırarak, "Aldır vallaha gelemem." dedi.
"İyi in aşağıya adamlarım orada."
Duru içten içe gülerken, "Doğru kuyruklarımı unutmuştum." diyerek telefonu kapattı ve hazırlanıp aşağıya indi fakat onun hayal ettiği gibi adamlarıyla gitmedi. Duru'ya yakışacak şekilde motoruna bindi ve öyle gitti.
Güvenlik duvarını geçtikten sonra evin kapısına geldi, aralarındaki tanıdık yüzleri ise görmezden geldi. Ev demeye bin şahit lazımdı, saray yavrusuydu mübarek ama aldırış etmedi. Dünyanın bu nimetlerine gözlerini kapattı ve sabırla kapının açılmasını bekledi. O bekledi, kapı inatla açılmadı bu yüzden elini zile bastırdı ve çalmaya başladı kapı açılana kadar da durmaya niyeti yoktu. Kapıyı genç bir kız açtı, o an yaptığından utansa da içeri geçti. Hemen girişte yaşlı bir kadın çekimser bir tavırla ayakta bekliyordu, belli ki Duru'nun neden burada olduğunu düşünüyordu. Duru gülümseyerek içeri geçti.
O sıra merdivenlerden aşağıya inen sarıklı, "Elif hanım çalışma odamda olacağım, iki kahve getir," diyerek sağ tarafa doğru yürümeye başladı. Duru da Salman'ın arkasının dönük olmasının rahatlığıyla etrafı inceleyerek arkasından yürüdü. Aklından "Vay anasını burası evse bizim yaşadıklarımıza ne diyorlar." diye geçirdi.
Neredeyse Duru'nun evinin tamamı kadar olan çalışma odasına geldiklerinde ilk dikkatini çeken girişteki büyük kütüphaneydi ikincisi ise karşısındaki camdan görünen muhteşem Boğaz manzarasıydı.
Duru'nun tabiri ile sarıklı, "Otur." diyerek tekli koltuğu işaret etti ardından masasına geçip oturdu, aynı anda Duru'nun gözleri ikili koltuğa daldı, "Utanmasa yatak koyacak mübarek." diye düşündü.
Prens, "Çok mu beğendin istersen sana vereyim," dediğinde dikkatini tekrar ona verdi.
"İstemez, sadede gel! Çok kıymetli kapının masrafları karşısında ne istiyorsun benden? Söyle de gideyim."
"Gitmek mi? Benim hesaplarımda gideceğin yok aksine çok kalacaksın."
Evet, eğer prens kalmasını istiyorsa kalacaktı ama o kadar yaygara çıkarttıktan sonra hemen kabul etmesi şüphe uyandıracağından zorlamaya karar verdi.
"Neden peki?"
"Çünkü her dakika hizmetimde bulunacaksın çağırdığımda yakınlarımda olman lazım."
Duru şaşkınlığını gizlemeyerek, "Sana hizmet edecek yığınla adamın var, neyin hırsı bu?" diye sordu, doğru noktaya değinmiş olmalıydı ki adam kısa bir süre düşündü.
Salman, "Senin hizmetini istiyorum," dediğinde Duru oturduğu yerden kalktı ve masasına iki adım yürüyüp ellerini masanın üzerine tokatlar gibi koydu. Sinsi bir şekilde gülümseyerek, "Ben senin hizmetini yaparken sen bana köle olacaksın." deyip gözlerine anlamlı bir bakış attı ve bir an bile ayırmadan doğruldu.
"Hiç köle olmadım bundan sonrada olmam."
"Seni, beni bu duruma düşürdüğün için pişman edeceğim."
"En azından dürüstsün, insanın arkasından konuşmuyorsun. Üstelik karşındaki..."
Sözünü tamamlanmasına fırsat vermeyen Duru, "Korkak değilim desek daha doğru kralı gelse lafımı esirgemem." dedi. Karşımdakinin kim olduğu umurumda değil diyen bir tavrı vardı.
Prens, "Ondan bir şüphem yok," dedi ve yerinden kalktı.
"Elif Hanım sana kalacağın yeri gösterecek birazdan."
"Hemen mi? Eşyalarımı alsaydım bari."
"Senin o giydiklerinle, benim yanımda dolaşman imkânsız, girdiğim mekânlara bile almazlar seni."
"Ben kimsenin isteği ile kılık değiştirmem."
Salman, "Benim isteğimle değiştirirsin." diyerek doğruldu aynı anda kapı tıkladı. Duru'nun hiç duymadığı bir ciddiyetle, "Gel" dedi, orta yaşlı kadın içeri girdi ve kahveleri verdi. Kadın çıkmadan boğuk sesiyle bir emir daha verdi.
"Duru Hanım'a misafir odasını hazırlayın, birazdan da kalacağı yeri gösterin."
"Peki efendim." dedi kadın ve hızlıca odadan çıktı.
Duru sakince kahvesini içerken üzerindeki bakışları rahatsız edince fincanı masaya koyarak bakışlarını ona dikti, rahatsız olup çekmesini bekledi ama çekmedi.
"Yeter bakmakta bir yere kadar niyetini söyle bir şeye benzesin."
"Güzel kadınsın, yani görüntün öyle diyor ağzını açınca o da yok olup gidiyor, kısacası diğer kadınlar gibi senin ruhunda temiz değil."
"Ruhu şeytanla pazarlık içinde olan bir kadınım ve hiçbir zaman melek olmadım, dolayısıyla hiçbir zaman ruhumun temiz olduğunu iddia etmedim ve temiz dahi olsa onu kanıtlamaya uğraşmam, kim nasıl istiyorsa öyle görür."
"Zaten görüyorum merak etme!"
"Merak etmiyorum, ayrıca güzel bakan güzel görür güzel düşünen hayatından lezzet lezzet alır, hayatınızın neden zehir gibi olduğu da böylelikle açıklığa kavuşmuş oluyor."
"Hiç sınır tanımıyorsun ve ben bu sınır tanımazlığınla nasıl başa çıkacağımı iyi biliyorum da," dedi ve sustu.
"Çekinme çekinme söyle ne yapacaksın?"
"Sen adama tövbe bozdurursun," dedi ve kalktı derdi neydi ki acaba ve bozulacak bir tövbesi mi vardı, işte Duru o tövbeyi bozardı.
Duru'nun, "Tüm tövbelerini bozduracağım sana." demesiyle arkasını dönmüşken tekrar Duru'ya döndü ve çözemediği bir kıvrılmayla aralandı dudakları.
"Oysaki tövbemi sayende korumuştum." dedi ve çıktı. O da ne demekti öyle, nasıl Duru onun tövbesini korumuştu ki? Önceden onu tanımadığına bahse girebilirdi, o zaman ne ara tövbesini korumasına yardım etti ki, madem ona bir iyilik yaptı o zaman neden kendisine insan gibi davranmıyordu?
Arkasından sıra sıra düşünmesi bittikten sonra yavaşça kalktı ve çalışma odasından çıktı. Salonun ortasında yirmili yaşlarda olan ve daha önce kapıyı açan kız karşıladı onu ve yüzüne hiç de sevecen olmayan bir tavırla bakıyordu. Çatık kanlarıyla, "Sana kalacağın yeri göstereyim." dedi.
"Zahmet olacak(!)" dedi alayla ve ikinci kata doğru artist gibi çıkışını izledi. Bu kızın sarıklı da gözü yoksa o da Duru değildi.
Duru inatla, "Sarıklının odası neresi?" diye sordu ama kız cevap vermeyince, "Tek tek odaları gezemem söylesen iyi olur." diye ekledi.
"Onun adı var."
"Ben öyle seslenmekten keyif alıyorum."
Ayrıca kızı da sinir etmekten keyif almıştı.
Kiz, "Kendin öğren o zaman." derken sağdan bir kapı açtı. Duru içeri girer girmez de oradan ayrıldı.
Duru odada tek başına kaldığında ilk önce odayı inceledi ardından çiçeksi kokuyu içine çekti. Rutubet kokusu yoktu ve alışmak istemediği bir konfor söz konusuydu, misafir odası buysa kendi odası nasıldır diye düşünmeden edemedi.
Dolaba yaklaştı ve yavaşça kapılarını açtı. İçinde hiçbir şey yoktu, iyi de Duru bu gece ne giyecekti? Bunu kavradığında tekrar odadan çıktı, ilk önce ona sarıklının odasını söylemeyen kıza saydırmaya başladı ardından da tek tek odaların kapılarını açıp içeri girdi ama bir türlü doğru odayı bulamadı.
Sonunda dolu odayı bulduğunda duştan yeni çıkmış prens ile karşılaştı ve kızgın gözlerle ona bakıyordu. Sariğı yoktu ve sadece belinde bir havlu bağlıydı.
Salman'ın, "Sen hangi hakla kapıyı çalmadan benim odama girersin?" demesiyle omuzlarını dikleşirdi ve meydan okurcasına yarı açık olan kapıyı açtı ardından içeri girip karşısına dikildi. Karşısında yeni duştan çıkmış hâli ile peşinden koşacak pozisyonda değildi.
Sonuçta savunmasızdı, üzerinde sadece beline doladığı havlusu varken kafasında ayrılamadığı sarığı yoktu. Bir şey olsa o üzerini giyene kadar çoktan kaçardı. Yani en azından Duru öyle umuyordu.