5. BÖLÜM

1862 Words
Aramızda en ufak bir yakınlaşma olmamasına rağmen neden böyle birden yakınıma kadar girdiğini anlamaya çalışırken birkaç, adım sesi duyuldu. İkimiz de aynı anda, "Buzlar kraliçesine selam," diye seslenen Melih'e baktığımızda Melih de bizi süzüyordu, o bize bakmaya devam ediyordu, başımın belası daha çok yakınıma sokuluyordu, muhtemelen Melih'in bana olan ilgisini fark ettiği için böyle davrandı ama neden? Bu sarılmada bir üste çıkma savaşı vardı. Yani en azından ben öyle hissediyordum. "Selam." dedim fakat sesim neredeyse duyulmadı. "Yalnız geldiğini sanıyordum." "Hayır arkadaşımla birlikte geldim." dediğimde Melih küçümser bakışlarını arkamdaki adama gönderdi. Kendisi çok önemli bir şahsiyetmiş gibi onu beğenmiyordu. "Bu avcıyla işin ne senin, yoksa ona kadar düştün mü?" diyerek resmen adamı yerin dibine soktu. Aralarında tuhaf bir ilişki olduğu ve birbirlerini daha önceden tanıdıkları belliydi. Asıl merak ettiğim onun ne diyeceğiydi. "Yok asıl bana düşen o, ayrıca avcı olduğunu nereden çıkarttın onu anlayamadım." diyerek gülümsedim. Ne demek istediğini açık açık söylesin istiyordum. "Yapma sen sıradan adamlarla takılmazsın, avcı derken ne demek istediğimi de gayet iyi anladın." Hayır anlamamıştım, ne diyordu ki? Neyse neydi, Melih'in dediği bir sözle hareket edecek değildim. Adamın hayatı oyun üzerine kuruluydu. "Saçmalamaya başladın Melih." "Yakında çıkar kokusu." dedi ve tekrar geldiği yöne doğru ilerledi. "Siz tanışıyor musunuz?" diyerek ona döndüm. Ne cevap verecek diye gerçekten merak ediyordum. Sessiz kalması ise beni şaşırtmıştı, bana gelince susmayan adam onun karşısında hiç konuşmamıştı. Belki de tenezzül etmemişti. "Benim böyle adamlarla işim olmaz." "Sana bir sürü laf söyledi hiçbir şey demedin gücün bana mı yetiyor acaba senin?" "Bazı insanlar vardır onlarla konuşmak için enerjini kaybetmek istemezsin işte o adam da böyle adamlardan biri." Demek ki Melih hususunda ikimiz de aynı fikirdeydik. "Ayrıca bana sokulmanın hesabını vereceksin." "Onu boş ver, seni yiyecek gibi bakan adama haddini bildirdim sadece." Bunu yalnızca benim için yapmadığına emindim ama yine de üstelemedim. "Sana mı kaldı beni sahiplenmek?" "Bana kaldı tabi karım değil misin?" "Yine başladın." dedim ve heykelin son hâline odaklandım. "Ben arabaya gidiyorum çok bekletme beni." "Defol." dedim ve ayakkabımın çözülen bağcığını bağlamak için yere doğru eğildim kalktığımda iki adamı konuşurken gördüm aramızda mesafe olduğundan ne konuştuklarını duyamıyordum, yalnızca benim keskin bakışlı elini Melih'in omzuna koymuş sıkarken onu öldürecekmiş gibi gözlerine bakıyordu. Her ne kadar böyle davrandığı için ona kızsam da Melih'e karşı böyle davranması açıkçası beni sinir etmiyordu. Yukarı doğru hızlı adımlarla çıkıp yanlarına geldiğimde ilk önce keskin bakışlarını ardından elini Melih'in üzerinden çekti ve bana dönüp, "Gidelim." dedi, aynı anda Melih bana yaklaşarak yanağımdan öptü. "Görüşürüz bebeğim arayacağım seni." dediğinde tereddütle elimi selamlar şekilde salladım ve keskin bakışlı delinin peşinden yürümeye başladım. O bana bebeğim mi dedi. Geri zekâlı, durup ona haddini bildirmeliydim. Arabaya bindiğimizde çıt yoktu, neden böyle sessizleştiğine anlam veremedim, fıtratına aykırıydı bu durum. Ya da gerçek hâli buydu, bana göstermiyordu. "Bir ara yemek yemeği düşünür müsün yoksa açlıktan ölelim mi?" diye alayla sorduğunda geri döndüğünü anladım. "Evet ben de acıktım." "Yarım saat kadar sonra bir gözleme evi çıkacak orada dururuz gelirken görmüştüm." "Gözleme nedir?" diye sorduğumda dilimi eşek arısının sokmasını istedim. "Hiç yemedin mi?" diye sorduktan sonra gülümsedi ama alay yoktu dudaklarında. Bu durum karşısında ben sadece gülümsemeye çalıştım. "Yemedim." "Osmanlı torunusun ve gözleme bilmiyorsun!" "Evet bilmiyorum, neyden yapılıyor nasıl bir şey yani? Benim annem tuhaf bir kadındı ben on yedi yaşına kadar dondurma bile yemedim." Bundan ona neydi ki? Susamaz mıydım sanki, neden anlatıyorum ki." "El açması yufkanın içerisine peynir, patates gibi şeyler koyularak saçta pişirilir." "Maalesef, yemedim ama sanırım bir tv programında görmüş olmalıyım." dedim ve içimden anneme lanetler okudum. "Ne oldu?" "Bizim evde hamurdan şeyler yenilmedi ve yasaktı alışkanlıklar da daha sonra yememe izin vermedi, açıkçası yemedim yemek de istemedim çünkü tadını bile bilmiyorum." "Çok şey kaçırmışsın. Ben sana yediririm sen merak etme, anlaşmamızın içinde karıma iyi bakmam yazmıyorsa ekle olur mu?" diyerek yine cinlerimi tepeme çıkarttı, iki dakika kendine kızdırmadan duramıyordu garip insan. "Çok konuştun sus artık." "Adımı merak etmiyor musun?" diye hiç beklemediğim bir anda sorduğunda ne cevap vereceğimi bilemedim ama merak ediyorum da diyemezdim... "Merak etmiyorum." "Nasılsa öğreneceksin." dedi ve yola döndü. ****************** Patatesli gözleme önüme geldiğinde yiyecek çatal bıçak aradım ama yoktu, adını bilmediğim bu şeyi daha önce görmüştüm. Hepten de bu konuda cahil değilmişim yani. Karşımdaki adamın dürüm yapılan gözlemeyi peçete ile tutup yemeye başlamasının ardından aynısını yaptım, bu benim sıradan bir yerde yediğim ilk yemekti ne kadar çok şeyi kaybettiğimi o dakika anladım, insanlar kim ne der düşüncesi olmadan özgürce gözlemelerini yiyordu ama Mihrimah dışarıda karavanında bile önüne yemeği gelen biriydi, boş versene sen! Ah ben, annemin bazı huylarını sevmesem bile beni bu insana dönüştürmesine izin vermiştim. Şimdi yoktu ama hâlâ eseri onun bıraktığı gibi yaşamaya devam ediyordu. Ne kadar çok şey kaçırdım hayattan kim bilir, daha tecrübe etmem gereken neler var acaba, neyden bahsediyorum ki Mihrimah arkadaşlarıyla bir kez bile olsa top oynamamış biri, Ziyagil olmanın bedelini daha bilmediğim kaç şekilde ağır ödedim acaba, kendi kafama buyruk gitmeyip dışarıdaki gerçek hayatı teğet geçmek de vardı ama bunun bedeli ailemin okuduğum bölümü sosyeteden saklamasıydı. Hayatıma dair verdiğim tek karar seçtiğim bölüm ve okuduğum üniversiteydi. Ben bir arkeoloğum ve mesleğimi çok seviyorum, bu sayede Ziyagil yalısını arkamda bırakmayı göze almadım mı, evet aldım ve bunun için bir gün bile pişman olmadım... Ziyagil olmanın ağırlığı üzerimde ne kadar büyük bir yükmüş, bir türlü sırtımdan atamadığım bir yük ve ömür boyu üzerime yapışıp kalacak bir yük... "Asilzade kızımız neden konuşmuyor acaba?" dediğinde bıyık altı bir gülümseme bıraktım ortaya, artık kim üzerine alınırsa. "Düş yakamdan." "Kısa bir süreliğine düşeceğim." "Neden kısa bir süreliğine temelli gidemiyor musun?" "Ben değil nasılsa sen gideceksin, sandığından daha iyi tanıyorum seni. Ama ben değil, emin ol bebeğim sen bulacaksın beni." "Evet fırsatını bulur bulmaz gideceğim, bakalım o zaman ne yapacaksın?" "Hiçbir şey yapmayacağım, dediğim gibi nasılsa sen bulacaksın beni." Bunu ikidir neden dediğini anlayamıyordum. "İki dünya bir araya gelse, mumla aramam gerekse bile seni bulmak için bir şey yapmayacağım." "Büyük sözler söylüyorsun." dedi ve yerinden kalktı ardından kasaya giderek hesabı ödedi ardından da otelin yolunu tuttuk. Otele varır varmaz üzerimi değiştirerek sahile indim, beyaz rahat salaş elbisem öylesine rahattı ki sandaletlerimi çıkartmadan edemedim... Son son kum ve denizin tadını çıkartıp buradan gideceğim sonra koca bir yıl yoğun bir tempo içerisinde çalışacağım, yani en azından ben öyle umuyorum... Bir yerlerden her an çıkacağını düşündüğüm densiz, düşündüğüm gibi gelmedi ve rahatça dolaştım ardından odama çıkıp çantamı aldım, çıkış işlemi ile uğraşmadan direkt otelden ayrıldım... Demek pes etti, sonunda kurtulmuştum. Hava alanına geldiğimde saat sekize geliyordu, uçağın kalkmasına kırk dakika vardı chek in için sıraya girip işlemimi yaptım ve bekleme salonuna doğru ilerledim, elimdeki biletten hangi kapıya gideceğime bakarken arkamdan gelen sesle duraksadım. "Demek gidiyordun?" Arkamı döndüğümde gözlüklerini çıkartıyordu, ne sanır bu insanlar kapalı mekânlarda gözlük takmayı acaba? Gözlük çıkarması ise ayrıca bir havalı olmuştu. Kara gözleri meydana çıktığında dikkatlice gözlerime baktı. "Evet gidiyorum bir itirazın mı var?" diye yüksek sesle sordum. "Hayır bir itirazım yok." dedi yanağımdan makas aldı ve tekrar gözlüklerini takıp yanımdan geçip gitti, arkasından derin bir nefes aldım demek ki bir iki gün tatilde eğlenmek istedin pislik herif, bu durumun geçmesine sevinsem de benimle alay etmeye çalıştığı için sinirlerimi bastıramadım, bu düşüncelerle bekleme salonuna geçip kapıların açılmasını beklemeye başladım. Agah... Evet Antalya'daki kısa tatilimin ardından artık eve dönüş vaktiydi, sıkıcı işlerin başına geçip monoton hayatımın tepesine oturma vaktiydi, kısacası önce dedemin ardından babamın üzerime hörgüç gibi bıraktığı yükleri taşımaya devam etmekti, benim için iş ailemden kalanları yönetmek zorunda olduğum bir yüktü ve taşımaksa git gide zorlaşıyordu, neyse ki artık dikkatimin dağıldığı bir nokta daha vardı. Küçük Asilzade... Evet bana güzel bir iş çıktı ve şimdilik bırakayım da kendini benden kurtulmuş sansın, nasılsa gelip beni bulacak okların yönü değiştiğinde nasıl davranacaksın küçük asilzade göreceğiz, bu düşüncelerle özel jetlerin olduğu bölmeden geçerken merdiveni inmiş uçağın başında bekleyen hostese bakarak o tarafa doğru yürümeye başladım. "Hoş geldiniz Agah Bey." diyen hostesi başımla selamlayarak merdivenleri çıktım ardından cam kenarındaki masalı koltuklardan birine oturdum. Bu hayatın bana verdiği gücün en çok konforunu seviyordum, bir çadırda günlerce yatabilirim aynı şekilde sokakta da ama döndüğümde hayatımı kolaylaştıran yaşamımı görmek bana huzur veriyor, ben parayı vermek için sevenlerdenim rahat yaşarım ve rahat yaşatırım ve parayı sadece dağıtmak için diliyorum yaratıcıdan. Evet bu hayatı ben seçmedim, şu an büyük bir dünyam olabilir fakat küçük bir dünyam olsaydı da çok mutlu olabilirdim, bu hayatın bana sağladığı nimetlerden sonuna kadar yararlanıyordum ve mecbur bir vasıfla parçası oluyordum. Evet para, mal, mülk hepinizle bir domino oyunu gibi oynuyorum. Evet hayat, bir kez olsun bana mutlu olma şansı verecek misin peki? Hayatım boyunca başkalarını mutlu ederek mutlu olan bir insan oldum, aşk mı? O da beni teğet geçti, var mı ki korkmadan yüreğini avuçlarıma koyacak bir kadın? Emin değilim henüz dünyaya gelmemiş olmalı, geldiğindeyse yaş farkından kaybedeceğim de kaçınılmaz bir gerçekti. Uçak piste inerken düşüncelerimden sıyrıldım ve yedi tepeli şehri izlemeye başladım, tekerler kavuşmayı bekleyen âşıklar gibi buluştuklarında telefonumu uçuş modundan çıkarttım ve cebime koydum, uçak aprona yanaşıp kapılar açıldığında iyi akşamlar diyerek uçaktan indim. Eve geldiğimde Asya Hanım kurulu masayla beni bekliyordu, bu kadında anne sıcaklığı vardı ne ondan ne de yaptığı yemekten vazgeçebiliyorum, duş alıp yemeğe indiğimde asistanım Aslı elindeki bir yığın dosyayla karşımda duruyordu, dakika bir gol bir pamuktan kelepçeler bileğime takılıyordu. "Aslı bir bıraksaydın da yemeğimi yeseydim." "Agah Bey biliyorsunuz dün geldim İstanbul'a ayrıca siz dönmeseydiniz bu belgelerle yanınızda bitecektim." "Yakamdan düşmediniz gitti zaten." "Ah Agah Beyciğim yine başladınız tatil bitti nazlanmayın da bakın şu evraklara." "Sen bakmadın mı?" "Beni aşmayanları hallettim, bunlar mutlaka görmeniz gerekenlerdi." "Dahası da vardı yani?" "Evet." dedi ve evrakları masanın bir kenarına bıraktı, bir yandan yemeğimi yedim bir yandan evraklara baktım imzalamam gerekenleri imzaladım ve tekrar Aslı'ya uzattım. "Ben kalkayım o zaman." Evet bir zahmet gitmeliydi ben de yol yorgunu olarak işlerimi halledip di nlenmeye çekilmeliydim. Yarından sonra beni bir yığın iş bekliyor olacaktı. "Yemek yeseydin." "Şirketten yiyip çıktım." "Çok çalışıyorsun Aslı." "Sizin yüzünüzden sevgili patronum." Bu beni güldürmüştü, o da benimle bir oraya bir buraya koşturup duruyordu. "Hadi git yorma kendini, yarın yarım gün izin öğleden sonra gelirsin." "İşte bu son haftalarda aldığım en güzel haber." dedi ve kalktı. Yemeğimi yedikten sonra odama geçtim ve terasa çıktım, Boğaz uzaklarımda kalsa da harika görünüyordu, havuzun yanından geçerek yalılara baktım asilzade onlardan birinde muhtemelen kırılarak oturuyordur. Otursun bakalım, nasılsa yakında o yalının iskelesinde beraber kahve içecektik. Bu evi yedi tepeden birinin en uç noktasına yaptırmam muhteşem bir fikirdi böylelikle birçok cepheden İstanbul'u seyretme fırsatı yakalıyordum, bedenim yorgunluğa yenik düşmek üzereyken son kez İstanbul'a baktım ve içeri geçerek yattım... ************** Mihrimah... İstanbul'a döneli bugün tam üçüncü gündü, evrakları tamamlayıp sözleştiğimiz gibi Adem Bey ile Sarıyer belediyesinde buluştuk ve işlemler için sıra alarak beklemeye başladık. "Para hesabınıza yattı mı?" "Evet ulaştı teşekkür ederim." "Umarım iş olanakların dilediğin gibi gerçekleşir." "Bu sayenizde olacak." dediğinde numaramız yandı ve memurun yanına girdik evrakları verip beklemeye başladık, memur ekrana dikkatli bakışlar sergilediğinde bu durum benim de dikkatimi çekti ve sormadan edemedim. "Bir sorun mu var?" "Bir saniye." dedi ve emin olmak istercesine tekrar ekrana baktı. Sakince ne olduğunu anlatmasını beklemeye başladık. Ama biraz daha uzarsa kriz geçirebilirdim. "Maalesef efendim evlenmeniz mümkün değil." diye söylendi aynı anda Adem Bey ve ben "Neden?" diye sorduk. "Çünkü Hanımefendi zaten evli." dediğinde aptal bir ifade ile adamın yüzüne baktım. Bir yerlerden birileri çıkacak ve kamera şakası yaptık diyerek alay edecekleridi ama beklediğim şey olmadı ve adam gayet ciddi bir ifade ile yüzüme bakmaya devam etti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD