Adam keskin bakışlarını gözlerime dikti ve şeytanı bile korkutacak bakışlarıyla bakmayı sürüdrerek:
"Nereye gidiyorsun acaba?" diye sorduğunda kalbim yakalanmış olmanın verdiği hisle gümbür gümbür atıyordu. Suç işleyen yaramaz bir çocuk gibi hissediyordum. O da bunu fark etmiş olackatı ki bileğimdeki elini gevşetti. Bakışları yumuşadı ve sıcacık bakmaya başladı. Bu bakışlardan hoşlanmadım, hemen gözlerimi kaçırarak:
"Aptal tabi ki de seninle evlenmeyeceğim bu yüzden kaçıyordum." dedim, tavrım netti.
"Ben de bunu bildiğim için tam olarak şu an burada karşındayım." dedi biraz daha sokuldu ve devam etti. O an tenine yakışan parfüm kokusu ciğerlerime doğru firar etti. Adam tüm pisliklerine rağmen çekiciydi ve bugüne kadar kimseyle ilişkisi olmayan ben onu dikkat çekici buluyordum.
"Yakınlarındayım ve kıskacımdasın." Ben konuşmayınca bir şeyler söyleme gereği duyduğunu anlayabiliyordum.
"Çekil önümden." diye tısladığımda daha çok yüzüme yaklaştı, ellerimse hâlâ avuçlarının arasında duvarda sabit duruyordu.
"Ya çekilmezsem." dedi ve bakışlarını alnıma çevirdi ardıdan yüzüme doğru üfleyerek nefesini verdi aynı anda sağ gözümün önünden saç tutamları çekildi, ellerimi bıraktı ve aynı saçı kulağımın arkasına doğru iliştirdi. Tehdit eder gibi dokunmak başkaydı bu başka, yumuşacıktı dokunuşu.
"Sen nasıl bir belasın acaba?"
"Ben değişik bir adamım öyle kolay kolay çözemezsin uğraşma yani." Gerçekten deliydi, üstelik bunun da farkındaydı.
"İşim yok tabi benim seninle uğraşacağım."
"İşin yok tabi, yaşam biçimin söz konusu olduğunda basının bahsettiği ne kadar çok gezip tozduğun."
"Basın ne bilir ki?" diyerek onu itekledim ve yanından geçip yatağın üzerine oturdum. O basın belası yüzünden olmadığım gibi lense ediliyordum. Kimse arkeoloji okuduğumla ve üniversitede çalıştığımla ilgilenmiyordu. Tek bildikleri benim gezip tozduğum, giydiğim ayakkabılar, çantalar ve marka giysilerdi. Bilmiyorlardı ki benim asıl mutlu olduğum yer tozun toprağın içiydi. Bu karşımdaki adam da beni o okuduklarıyla yargılıyordu, içimi ne bilirlerdi ki? Nereden bileceklerdi ki bu davranışlarım annemin eseriydi, kim tahmin edebilirdi ki insanlar yanında güçlü durmam gerektiğini öğrenerek yetiştiğimi. Her kes bilip bilmeden konuşurudu ve ben ışıltılı hayatımda yapa yalnız kalırdım.
"Demek basın yalan haber yapıyor?"
"Doğru, geziyorum ama onların dediği gibi alışveriş tutkunu para yiyen bir budala gibi değil, gezmek benim işimin bir parçası."
"Ne iş yapıyorsun ki?" diyerek merakla sordu bu ondan duyduğum en samimi konuşmaydı samimi bir merakla sorduğu apaçık belliydi.
"Seni hiç ilgilendirmez." diyerek merakını gidermeyeceğimi açıkça gösterdim.
"Sana yüz bin dolarlık koca lazım değil mi?" dediğinde istemsizce gülümsedim.
"Evet bana yüz bin dolarlık koca lazım."
"Tamam ben de onun için buradayım."
"O koca sen olmayacaksın yeterince açık oldu mu?"
"Anlatımında bir kusur yok ama ben pek anladığımı sanmıyorum." diyerek o eski kendini beğenmiş hallerine geri döndü.
"Anlayacak kapasiten olmadığını anlamıştım zaten. dediğimde üzerime doğru gelmeye başladı, aramıza elimi dur işareti yaparak koydum çünkü ilk kez bir adam sorgusuzca bu kadar yakınıma giriyordu ve bu ilk kez korkmama sebep oluyordu bu yüzden arkama bakmadan kaçıp gitmek istiyordum.
Üzerime geldikçe yatar pozisyona yaklaşıyordum ve elim hâlâ kalkan gibi aramızda duruyordu, o dakika anlıyordum ki bu adamı sinirlendirmek çok akıllıca yapılacak bir davranış değildi.
"Demek kapasitem yok öyle mi?"
"Evet yok?" dedim bir anlık gafletle sanki biraz önce kendine telkin veren ben değilmişim gibi. Ne yapabilirim geri adım benim lügatımda olmayan bir kelime, bugüne kadar böyle yaşadım bundan sonrada değişecek hâlim yok ya!
"Demek yok." dedi dur işareti yapan kolumu bileğimden kavradı ve aramızdan çekti, şuan kendimi savunmasız hissediyordum.
"Yaptıkların sence akıllı işi mi?" diyerek tuhaf bir ifade ile sorduğumda şen bir kahkaha atarak doğruldu. O da farkındaydı akıllıca şeyler yapmadığının.
"Korktuğun hâlde burnundan kıl aldırmıyorsun ya, çok mizahi geliyor bana, işte o zaman bu hallerine gülmeden geçemiyorum."
"Pislik." dedim ve ayağa kalktım, resmen benimle alay ediyordu, dahası bundan deli gibi keyif alıyordu. Bir şeylerin intikamını almak ister gibiydi. O kadar ki artık bir yerlerde bilmeden ona bir şey yaptığımı bile düşüneceğim.
"Şimdi uslu durup otelde kalacak mısın yoksa ben burada yanında mı kalayım?"
"Fırsatını bulur bulmaz kaçacağım farkında mısın?"
"Evet farkındayım çünkü o gün gitmene ben izin vermiş olacağım." Tam cevap vereceğim esnada telefonum çaldı arayan Nuray'dı.
"Seni dinliyorum." diyerek can kulağı ile gelecek sesi bekledim.
"Öncelikle iyi akşamlar Hocam, Samsun'daki araştırma alanı için gerekli tedbirleri aldık, resmî evrakların onayını müsteşarlık verdi yirmi gün sonra çalışma iznimiz çıkıyor, diğer haberse Antalya'nın doğusunda Melih Hoca'nın ekibi amfi kalıntılarına raslamış üzerinde çalışmaya başlamışlar şu an oradasınız belki gitmek istersiniz diye düşündüm."
"Tamam yarın mutlaka gideceğim."
"İyi akşamlar Hocam." dediğinde biraz bekleyip kapattım telefonu.
"Nereye gidiyoruz yarın?" diyerek sorduğunda baş ucu lambasını kafasına geçirmemek için zor tuttum kendimi. Hak ediyordu doğrusu.
"Arabanın neresine saklanacaksın acaba çok merak ediyorum?"
"Saklanmakla uğraştırma beni kaçta ve nereye gidiyoruz?" dedi ve alayla yüzümü incelemeye başladı.
"Ben gidiyorum sen gelmiyorsun."
"İyi öyle olsun el mi yaman bey mi yaman göreceğiz." dedi ve kalktı arkasından Nisa geldi gidiş programımızın iptal olduğunu ve kalacağımızı söyledim daha sonra sabah beşe bir arazi aracı ayarlamalarını istedim...
********
Sabah dört buçukta uyanıp üzerime rahat bir şeyler giyip odadan çıktım, ilk önce lobideki kahve makinesinden bir bardak sade kahve aldım ardından kapının önüne çıktım saat beş olmak üzereydi, kapıya çıktığım anda lange rover marka siyah bir araç önüme doğru yanaştı aracı getiren şoför aşağıya inip yanıma doğru gelmeye başladı, anahtarı bana vermesini beklerken yanımdan geçerek "Teşekkürler." diyen adama verdi.
Arkamı döndüğümde yüzüme sinir bozucu bir şekilde bakan kara gözlerle karşılaştım ama bu bakışma uzun sürmedi hemen önüme döndüm. Yılmıyor, utanmadan bir de dediğini yapıyordu. Görevliden bir şoför ile birlikte bir araba ayarlamasını söylemiştim, adam kendini şoför olarak yanıma yamamıştı. Acaba otelde mi çalışıyor diye düşünmeden edemedim, mübarek her yerden çıkıyordu.
"Evet Mihri hazır mısın?" diye sorduğunda gözlerimi kısarak yanıma gelen adama baktım adını hâlâ bilmediğim ama adımı kısaltarak kullanan sinir bozucu adam...
"Sen kimsin ki benim adımı kısaltarak kullanıyorsun?" Benim adımı samimi ola arkadaşlarım bile kolay kolay böyle söylemezdi, adamdaki cesaret takdire şayandı.
"İllaki birisi olmama gerek yok böyle seslenmek istiyorum ve sesleniyorum."
"Pardon senin sadece kendi istediğini yapan şuursuz bir adam olduğunu unutmuşum. Ben bana böyle seslenmeni istemiyorum, yeterince açık olmuştur umarım."
"Şimdi bunu boş ver arabaya bin de gidelim." Çok az kalmıştı benden bu adam sıkı bir dayak yiyecekti ama o raddeye gelmemek için kendimi son son tutuyordum.
"Şoför gitti."
"Ben gitmesini istedim birlikte gideceğiz." Demekki otelde çalışan biri değildi. Bu ihtimal de kafamdan silinince alternatif üretmeyi bıraktım.
"Of of yemin ediyorum ne çeşit bir manyaksın çözemedim." dedim ve çaresiz arabaya bindim o da şoför koltuğuna geçerek motoru çalıştırdı.
Agâh, "Hayret ettim doğrusu," derken otelin bahçesinden çıkıyorduk.
"Demek insanlık belirtilerin var, neye hayret ettin acaba?"
"Arabayı kullanmak istemedin, üste çıkma çabaların var ya hayret ettim nasıl kendini bana emanet edip kullandığım arabaya muhalefet etmeden bindin?"
"Çok büyük bir olay değil, böyle küçük şeylerle uğraşmıyorum."
"Dört saatlik yolumuz var kullanırsın diyeceğim ama bir kadının kullandığı arabaya asıl ben binmem."
"Sana o eziyeti çektirmeyeceğim rahat ol."
"Sen! Bana eziyet olmayacaksın, inanayım mı? Ne saklıyorsun sen, geri adım atmak senin tarzın değil." Yüzsüzlüğün cılkını çıkarmış bir de doğru şekilde analizimi yapmıştı. İyi görebiliyordu, bundan hoşlanmadım.
"Ne saklayacağım senden be!" dedim sesim sinirliydi araba kullanamadığımı ona söyleyemezdim.
"Senin gibi bir kadın nasıl olur da araba kullanamaz!" Hemen anlamıştı, çok zeki biriydi. Bu, tavırlarından da belliydi ama bu zekâsını boş şeylere harcıyordu.
"Sana ne."
"Demek kabul ediyorsun." diyerek tahmininde kendini haklı çıkarttığını belli etti.
"Hayatım boyunca şoförlerim oldu ihtiyaç duymadım." Bu itirafım üzerine güçlü bir kahkaha attı.
"İhtiyaç duymadın mı, böyle bir yetin mi yok?"
"Sen yoluna baksana." dediğimde bu kez içten bir kahkaha attı. Gülmenin her türlüsünü biliyor gibiydi.
"Ben sana öğretirim."
"Sana güvenip direksiyona oturur muyum ben hiç."
"Kimseye güvenip oturmadığın apaçık belli inkâr etme batıyorsun."
"Ya yoluna bakarsın ya da çok fena olur." Tehditlerim işe yaramıyordu ama yine de pes etmiyordum.
"Ne yaparsın?" dediğinde direksiyona sıkı sıkı tutundum. Artık gerçek manada deliliğimi görmesi lazımdı yoksa susmayacaktı.
"Sağ tarafa öyle bir kırarım ki bu direksiyonu kaç kilometre takla atacağını şaşırır bu araba." Gözlerini fal taşı gibi açtı, korkmamıştı ama böyle davranmamdan etkilenmişti, bundan hoşlanmıştım. Şimdi beni ciddiye almaya başlayabilirdi.
"O kadar deliyim diyorsun." dedi ve gözlerimi süzdü ardından susup yola odaklandı. Susmayı tercih etti ve yolun akışına bıraktı kendini.
Güneş yavaş yavaş gül yüzünü göstermeye başladığında ışınların beni rahatsız etmesinden uyumuş olduğumu anladım ve yerimde gerinerek kendime gelmeye çalışırken kolumu sol tarafa uzatmamla elime değen sıcaklıkla gözlerimi fal taşı gibi açtım ve ateşten çeker gibi hızla elimi çektim, resmen elim adamın boynundaydı adama yuh derler ne yaptım ben böyle? Muhteşem bir koku geliyordu ondan teninin mi parfümünün mü kokusu anlayamadım. Belki de tenine yakışan bir koku...
"Günaydın." demesiyle ters ters yüzüne baktım.
"Neredeyiz?"
"Varış noktasına on kilo metre uzaklıktayız." derken etrafımı incelemeye başladım bir tarafımızdan dağlar uzanıyordu diğer tarafımızdan karstik bitki örtüsü, ah Romalılar yine lanet olası Melih'in ağına takıldınız ve adam yine turnayı gözünden vurdu.
Umarım şu Samsun projesi elimde patlamaz eğer yine boş bir işin peşinden koşuyorsam bu kez hiç iyi olmayacak ve yine birlikte çalışalım diye teklifler yağdıracak bana, kendisini ne sanıyorsa yok! Ben Mihrimah isem ömrüm boyunca biriyle çalışmak zorunda kalmayacağım.
İlk önce kurulan kampı gördük kurulu çadırlar Melih'in karavanı ve ekipman bölümü, arabaların olduğu tarafa yanaşırken "Varmak istediğimiz nokta olduğuna eminsin değil mi?" diye sordu. Böyle bir yere gelmiş olmamdan ötürü büyük bir şaşkınlık duyuyordu. Gözleri bir müddet sonra hayranlıkla alana baktı, sanat tarihine mi ilgi gösteriyordu yani?
"Evet burası." dedim ve durur durmaz arabadan inip çalışma yapılan alana gittim işin çoğu bitmiş durumdaydı, iç sesim her şey çok güzel görünüyor diyemiyor hatta hasetimden çatlamak üzereyim, ballı pislik, içimdeki çekememezlikle alana geldim ve Melih'i buldum.
Arka taraflarda çalışmalar halen devam ederken, bu kadar ilerleme olmasına ramen neden duyulmadığını düşünmeden edemedim...
"Ooo Mihrimah seni burada görmek ne güzel." diyerek beni görünce üzerime doğru yürüyen Melih'e gülümseyerek baktım; aslında gülmemeli idim, beni yanlış anlamasından korkuyordum açıkçası, biraz yüz versem üzerime kalacakmış gibiydi. Mecbur olmasam asla konuşacağım biri bile değildi.
"Duydum ki yeni keşifler içerisindesin, gelip göreyim dedim."
"Benim çalışma alanımda sana her zaman yer var."
"Biliyorum." dedim, ifadesiz bir biçimde.
"O zaman daha ne bekliyorsun benimle çalışmak için."
"Yanlışın var Melih ben kimsenin altında çalışmam bu yüzden hayaller kurma." dedim ve narince üzerinden tozları alınan heykeli incelemek için arka tarafa doğru gittim.
"Mihrimah." diye Melih'in seslenmesiyle kafamı kaldırıp yukarıya baktım.
"Efendim."
"Biraz işlerim var geleceğim hemen gitme."
"Tamam rahatına bak ben buralardayım." diyerek tekrar heykele odaklandım tahmini iki bin beş yüz yıllıktı.
Agah...
Vay demek kızımız arkeolojiye meraklı ilginç doğrusu, o ne anlar ki toprak kazıyarak bir şeyler keşfetmekten, mesleği ney ki bununla ilgili hiçbir açıklama yok. Açıkçası bu yüzden ona bir mirasyedi gözüyle bakmıyorum desem yalan söylemiş olurum, eğer bir arkeolog olsaydı mutlaka bununla ilgili bir yazı olurdu sosyal medyada. Ya da en azından kulağıma çalınırdı, bu piyasanın ruhunu bilirdim ben.
Yolculuğun ardından biraz dinlenmeye ihtiyaç duyarak uyumayı tercih ettim ve koltuğu arkaya yaslayarak uyumaya çalıştım. Sabahları erken kalkmaya alışık olsam da şu an bedenimin dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hissediyordum.
***********
Uyandığımda karnımın açlığı neredeyse tavan yapıyordu, saate baktım neredeyse birdi, uykumu aldığıma göre artık arabadan inip etrafı inceleyebilirdim sonuçta bu benim en sevdiğim işlerden biriydi, kazı yapılan alana baktığımda antik çağlardan kalma Roma tarzı amfiyi fark ettim, eski yapıları incelemeyeli neredeyse iki yıl olacaktı.
Bizim asilzade ise çalışma yapanları incelemekle meşguldü, ilgisi bu alanda mı yoksa bu alanda çalışan birinde mi bilemedim, sessizce arkasından yaklaşıp izlediği noktayı başının arkasından görmeye çalıştım aynı anda hızla arkasına döndü ve saçlarının ipeksi kokusunu hissettim, çok doğaldı ama etkilenmemeye çalıştım. Hata yaptığımın farkındaydım ama hata üzerine hata yapmak aptallıktan başka bir şey olmazdı.
"Dibimde ne aradığını öğrenebilir miyim acaba?"
"Bu kadar dikkatle neyi incelediğini merak ettim doğrusu."
"Eksiktin zaten."
"Eksikliğimin hissedilmemesi açısından gelmemin doğru olacağını düşündüm." Gereksiz bir cümle olmuştu, resmen konuşmak için konuşuyor gibiydim.
"Aman ne iyi düşünmüşsün." dediğinde halen yakın olduğumuzu fark ettim ve doğruldu aynı anda toprak zeminde ayağı burkuldu ve dengesini kaybetti, ona yakınlığım aynı anda refleks olarak elimi beline götürmeme sebep oldu ve dengesini sağladı.
"Benimle iyi geçin yoksa toprak çarpacak seni." dediğimde sinirle gözlerime baktı ve doğruldu elinden gelse bir kaşık suda boğacaktı beni, o beni boğmak isteği ile dolarken ben keyifle sinir olmasını izliyordum...
Mihrimah...
Aptal, bir yakamdan düşmedi gitti, düşecek ama nasıl o gün gelene kadar kafayı yemesem iyidir, cüretine ve sınır tanımamazlığına hayret ediyorum hayatımda ilk kez biri karşımda eğilmiyordu eğilmemesi yetmiyor bir de saygı göstermiyordu. Bu hiç alışık olduğum bir durum değildi. Çevremdeki herkes konumuumdan ötürü karşımda eğilirdi ama o hiç bir şeyi görmüyor aksine karşıma çıktıkça çıkıyordu.
Önümdeki heykelin detaylarının ortaya çıkmasını sabırla beklerken bir şey anlamadan halen arkamdan o da bakıyordu, gören de bir şey bildiğini sanırdı, arkamdan çekilmesini söylemedim nasılsa dinlemeyecekti fakat arkamdan sarılması asla beklediğim bir şey değildi, sarılmasıyla istemsizce doğruldum aynı anda başını saçlarımın arasına götürerek iyice sokuldu, ne olduğunu anlamaya çalışırken gerçeklik payını kafamda tartıyordum ve gerçekti bunu sırtıma değen adaleli vücudundan hissedebiliyordum.