3.BÖLÜM "HOŞÇA KAL..."

3003 Words
Sinirlerim bozulduğu için İstem dışı gülümsüyordum. “Gerçekten Rüya” dediğinde kaşları yukarı doğru kıvrıldı ve “tebrik ederim seni.” Diyerek ellerini çırparak cümlesini tamamladı. “Ben bir şey yapmışım gibi konuşuyorsun.” Dedim gözlerimi devirerek. Arkasını dönüp eve doğru ilerlerken peşine takılmıştım. İçeri girdiğimizde dışarının soğuğu kapıyı örtmemizle kesildi. “Adamı gider ayak fıtık ettin. Ciddi bir şeyi yoktur umarım.” Gözlerimi devirerek yanından geçtim be karşısında durdum. “Ben mi dedim sabahın köründe gel beni kucakla diye. Kendi kaşındı.” Saate bakarak “daha ne kadar vaktimiz var?” Dedim. Saate baktıktan sonra montunu çıkartıp mutfak sandalyesine oturdu. “Aslında bakarsan seni kaldırmak için erken gelmiştim. Bir yarım saat daha oyalansak iyi ederiz.” Bıkkınlıkla bir soluk vererek karşısına geçip oturduğumda cinnet geçirmek üzereydim. Beni sabahın köründe kaldırarak bu yaptıkları iş değildi kesinlikle. Suratındaki pişkin tebessümüyle bana doğru bakmaya devam etti. “Aç mısın?” Sabahın köründe benim yüzümden gelmek zorunda kalmıştı. En azından ben onun kadar düşüncesiz olmayacaktım. “Evet, sütle hazırlanan kolay gevreklerden varsa benim için hazırlayabilirsin.” Evet, pekala da vardı. Yerimden kalkıp ikimiz için de birer kase koyup geri geldiğimde telefonuna bakıyordu. “İşte.” Diyerek kasesini önüne koydum ve bende kendi yerime oturup karşısına geçtim. “Ama işe yaramış?” Tek kaşımı sorarcasına kaldırdım “ne?” Omuz silkerek etrafa kısa br bakış attı ve “ babanın fıtık olması, geziye gelmek için ikna olmuşsun.” “Hiçbir yere gelmiyorum Eymen.” Tüm kararlılığımla konuşmuştum. Tek kaşını yukarı doğru kıvırdı ve telefonunun ekranını bana doğru kaldırdı “anneni aramamı ister misin?” “Of Eymen!” Zaten ona takılmıştım. Ne olursa olsun beni götüreceğini biliyordum. Okulun önüne, servisin kalkacağı yere geldiğimizde bizim sınıf hariç tüm on ikiler neredeyse oradaydı. Gözlerimi kısarak bakınmaya devam ettiğimde Hira’yı, Aslıların yanında gördüm. Bizim sınıftan yalnızca üç kişiydik. Suratımda alaycı bir tebessüm oluştu. Bu kız ne ara Aslılarda kaynaşmıştı böyle. Cidden hayret ediyordum ona. Beni görünce suratında o yapmacık tebessümü oluşmuştu. Yine görmezden geldim onu. “Hira’yla aran bozuk herhalde?” “Evet.” Daha fazla bir şey sormadı ve biz de grupların oraya ilerlemeye devam ettik. Bizi birlikte görenlerin surat ifadeleri hayretle değişiyordu. Artık hiçbiri umurumda değildi. Önceden herkesi dert edinen kız kaybolmuştu. “Oo, okul birincilerimiz de buradaymış, hoş geldiniz çocuklar!” Nevin hoca bize doğru sıcakkanlılıkla yürüdüğünde birkaç adım ötemizde kalmıştı. Sevecenlikle ikimizi süzdü ve olumlu anlamda kafasını salladı. “Harikasınız gerçekten de. Bu taktiği en çok siz hak ettiniz.” Kendisi tüm öğrencilere kan kusturan Bir öğretmendi. Yalnızca bize karşı bu kadar kibar davranması komik kaçıyor ve oldukça göze batıyordu. “Gelin bakalım, beklemeyin bu havada üşüteceksiniz.” Arkasını dönerek kenarda sigara içen adama bağırdı. “Kamil! Gel buraya otobüsü aç.” Arkada gruplaşan öğrencilerden uğultular gelmeye başladığında her biri kendi arasında konuşarak dedikodumuzu yapmaya başlamıştı. “Hocam kaç dakikadır burada bekliyoruz açmadınız kapıyı şimdi mi açıyorsunuz?” “Bu resmen öğrenci ayırmak ya, bende ikinci sınıftayım ona bakarsanız.” Dedi bir başka tanımadığım ses. Arkadaki adam apar topar gelip kapıyı açınca içeriye girmeye başladığımızda Kamil hocanın azarlayan sesini işittim. “İkinci sınıftasınız diye nasıl kendini onlarla aynı kefeye koyarsın. Aranızda puan farklı olarak kaç yüz bin kişi var, marifetmiş gibi konuşuyor bir de utanmadan!” Gözlerim irice açıldı ve hızla araca bindim. Öğrencilerin hepsi daha şimdiden bizden nefret etmişti, harika. Otobüse yerleştikten sonra hareket haline geldiğimizde gözlerim pencerenin dışına dalmış, öylece akıp gidiyordum. Bizim semtin oradan uzaklaştıkça boğazım düğümleniyordu. Savaş belki de burada bile değildi ancak uzaklaşmak içimde garip bir burulma hissi uyandırıyordu. Savaş dan uzaklaşıyor, onu gerimde bırakıyormuşum gibi düşündükçe onun dükkana gelebilme ihtimalini hissediyor, kahroluyordum. Tam da o anda içimde garip bir coşku uyanıyordu. Bu coşku otobüsü durdurup aşağı inmeme, dükkana doğru koşma isteğimin oluşmasına sebep oluyordu. “Ne yapacağım?” “Efendim?” Kendi düşüncelerime öyle çok dalmıştım ki kulağıma doğru eğilip konuşan Eymen’i hissedince irkilerek ona doğru döndüm. Suratlarımızın arasında bir karış mesafe kalmıştı. “Ödümü koparttın.” Dedim yumuşak bir sesle. Soluğumu yavaşça bıraktığımda gözlerime öylece bakıyordu. Önüme dönerek onu görmezden geldim. Aklıma babam gelince telefonumu çıkartıp annemi aradım. Sabah sabah o da benim yüzümden belinden olmuştu. “Alo! Rüya! Ne yaptın?” Annem her zamankinden de daha hararetli bir şekilde telefonu açınca aramanın sesini hızla kıstım. İnsanın kulağını tırmalıyordu sesi. “Otobüsteyiz şimdi, az önce harekete geçti araç.” “Heh, aferin. Bindin demek.” Gözlerimi devirdim. Arkadan işittiğim seslerden hala daha hastanede olduklarını düşünüyordum. “Babamı sormak için aradım, ne yaptınız?” “Hayatım dur bekle! Ben giydiririm!” suratımı buruşturarak telefonu suratımdan uzaklaştırdım. Her halükarda bu kadının sesi çok yüksekti. “Bekle iki dakika Rüya arıyor!” “Of…” Soluğumu bıkkınlıkla vererek kafamı geri yasladığımda otobüsün tavanıyla göz göze gelmiştim. “Baban nasıl olsun emara falan girdi işte. Belini incitmiş adam çok fena. Doktor taş mı taşıdın dedi. Senin yüzünden adamın başına gelmeyen kalmadı.” Tekrardan bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. Bu kadın gerçekten de beni deli edecekti. Ona kendimi açıklama girişiminde bulunmadım bu sefer. Ne düşündüğü gerçekten de umurumda değildi. “Ne yaptınız şimdi, eve ne zaman geçeceksiniz?” “Geçiyoruz şimdi sen kapatınca babanı giydireceğim” “Ağrısı var mı?” “Var tabii olmaz mı? Ay Selami dur bir lütfen!” Diye tekrardan bağırınca aceleyle konuştum. “Tamam ben kapatıyorum eve varınca haber ver bana.” Annem cevap vermeden aceleyle telefonu kapattığında gözlerimi yumdum. “Ne olmuş?” Eymen tekrardan bana doğru eğilip konuşunca irkilerek gözlerimi açtım. Ona doğru öfkeyle baktığımda çekik, siyah gözleri garip bir ifadeyle parlıyordu. “Şöyle sinsi sinsi yaklaşma, beni korkutuyorsun.” Sanki söylediklerimi hiç duymamış gibi baktı ve bakışlarını olabildiğince kısarak yüz hatlarımı inceledi. “Kemiklerin çıkmış ortaya, zayıflamışsın sen.” Dedi. Eskiden olsa bu duyduklarım beni sevindirir, mutluluktan eminim ki göklere kadar çıkartırdır ancak şimdi… Hiç umurumda dahi değildi. Evet, bazı kıyafetlerim normalde olduğundan daha da bol geliyordu. Güçlükle giyindikleriminse içine girebiliyordum. Kafam öylesine doluydu ki bu konunun üzerinde hiç durmadım. Cam tarafına doğru dönüp dışarısını izlemeye koyulduğumda tekrardan onun güzel suratı belerdi önümde. Koyu yeşil gözleri zihnimde canlandığında içimdeki belirgin aşk acıyla harmanlandı ve gözlerimi yumarak kendimi uykuya bıraktım. “Rüya! Nereye kayboldun sen!” İşittiğim sese doğru ilerlediğimde karanlık bir koridordan geçiyordum. Ben yaklaştıkça ses daha da uzaklaşıyordu sanki ancak sese doğru yürüdüğümden emindim. Birden karşıma haftalardır hasret kaldığım o beden belirince nevrim döndü ve öylece kaldım. Savaş… Kavisli kalın kaşlarını çatarak önüme geldi ve öfkeyle soludu. “Kaç saattir kaytardığından haberin var mı?” “Savaş… Sen…” Dedim ve öylece bakakaldım. Kafasını hafif yana yatırdı ve genelde bana karşı takındığı o yalancı öfkeyle yaklaştı. “Daha tuvaletleri bile temizlememişsin! Tüm maaşını önden verdiğim halde hiç çalışmıyorsun.” Diye hayıflanınca suratımda bir tebessüm oluştu. Uzun ve kararınca iri olan bedenine hasretle baktıkça gözyaşlarıma engel olamadım. Bu bir rüyaydı, biliyordum. Biliyordum ancak… O kadar çok gerçekçiydi ki, ondan yararlanmak istedim. “Savaş seni çok özledim.” Yanına koşup hemen bir adım ötesinde durduğumda hayal Savaş’ın kaşları bir yay gibi kıvrıldı şaşkın olduğunu belirtircesine. Afallamıştı… Suratında kurnaz bir tebessüm oluştu “işten kaytarıyorsun değil mi?” Rüya Savaş’ın garipsemesini umursamadan kollarımı boynuna sıkıca doladım ve parmak uçlarımda yükselerek ona sarıldım. İşte benim tüm huzurumda mutluluğumda buradaydı, burasıydı… O güzel kokusu çok tazeymiş gibi tekrardan burnuma doluştuğunda midemde yalnızca onunlayken olan kıpırdanmalar oldu. Evet, bunun bir rüya olduğunu biliyordum ancak ben rüyalarımı yönetebiliyordum ve burada onu yapacaktım. Her şey hayaldi. Çok gerçekçi olması yalnızca benim yararımaydı. Geri çekilerek yüzüne yakından bakmaya devam ettim ve baktıkça doyamadım. O kadar güzeldi ki… “Rüya sen ne yapıyor-“ Ona kelimesini tamamlama fırsatı vermeden iki parmağımla dudaklarını örttüm ve fısıldadım. “Şşşşh.” Dolan gözlerle bakmaya devam ederken içimdeki sese kulak astım. Bakışlarım dudaklarına kaydığında istemsizce kendiminkileri ıslattım ve uzun süredir merak ettiğim o şeyi yapmak için ona doğru yükseldiğimde bir yandan da kendimi telkin ediyordum. Bu bir rüyaydı. Burada ayıp yoktu, günah yoktu. Bunu yalnızca ben bilecektim. O yüzden yapmamam için hiçbir sebep yoktu. Kalbim neredeyse ağzımda atıyorken şakaklarım kıpkırmızı olmuş, tüm bedenim ısınmıştı. Dudaklarındaki elimi çekip iki yanağını da tutarak suratının sabit kalmasını sağladığımda amacıma ulaşmak için yalnızca milimler kalmıştı. Rüya Savaş öylece donuk duruyorken uyanma korkusuyla hızlı davrandım ve kendi dudaklarımı onunkilere bastırdığım an oradaki gökyüzünde ciddi bir parlama oldu ve birden korkutucu bir şekilde gök gürledi. Beni öne doğru savuran rüzgara direnmeye çalışarak dudaklarında kalmaya devam etsem de daha fazla direnemeden birden öne doğru kaydığım an yer ayağımın altından geri çekildi sanki ve hızla gözlerimi açtım. Bedenim şiddetle öne doğru savrulduğunda kafam önümdeki koltuğa çarptı. Otobüsten yankılanan çığlık sesleriyle birden neye uğradığımı şaşırmıştım. “Rüya! İyi misin?” Eymen yanımdan seslenerek beni geri çektiğinde koltuğuma oturup hayretle etrafa baktım. Şoförün yaptığı ani fren yüzünden böyle olmuştu. Tekrardan arabayı çalıştırdığında tanımadığım bir öğrencinin konuşmasıyla ne olduğunu anladım. “Neyse ki köpeğe bir şey olmadı.” Demek ki aniden öne bir köpek çıkmıştı. Öyle çok korkmuş, rüyamdan sıçrayarak uyanmıştım ki bir türlü kendime gelememiştim. Elim ayağım titreyerek korku içerisinde öylece oturuyordum. “Al su iç.” Önüme doğru tutulan şişeye odaklandığımda hala daha kendime gelebilmiş değildim. Dudakların niye öyle?” Çatılan kaşlarımla Eymen’e doğru döndüm. Neyden bahsediyordu o öyle. Elim büzülü duran dudaklarıma doğru gidince avuç içimle kapatıp hayretle öylece kaldım. Suratım adeta sıcaktan yanıyordu. Dudaklarımı gerdikten sonra alt dudağımı dişlerimin arasına alıp sertçe ısırdığımda midem yanıyordu. Az önceki rüyamı kendi lehime çevirip kötü amaçlarım için nasıl da utanmazca kullanmıştım? Yaptığım fenalıklar, Savaş’ın dudaklarının pamuksu tadı zihnimde canlandıkça bir fena oluyordum. Ah köpekçik! Ne vardı bizim otobüsün önüne çıkacak? Şu rüyayı daha da uzatsaydım, devamında nelerin olacağını görseydim fena mı olurdu? Düşündükçe kahroluyordum. Midemdeki kasılmalarla birlikte orada öylece duruyorken önümdeki şişe sallandı. “Kime diyorum ben?” Eymen’in ses öfkeliydi. Çocuğa da sürekli ayıp ediyordum. “Affedersin.” Şişeyi alıp gözlerimi yumarak kafaya diktim. O rüyanın üzerine böylesine soğuk bir su iyi gelecekti. Suyu bıraktıktan sonra Eymen’in gözlerine bakarak “teşekkür ederim, affedersin açılamadım bir türlü.” Diye olayı toparladım. Aklım hala daha Savaş’la ilgili olan rüyamda kalmıştı. Stabil bir hızla gitmeye devam ediyorken an koltukta oturan iri yarı bir çocuk ikinci kez şoförü petrolde durması için uyardı. Mola verilmesini istiyorlardı. Kaptan onu dinlemeyince daha fazla dayanamadı ve ayağa kalkıp seslendi. “Kaptan! Sağa çek!” Arkadaşları ona hayret dolu merakla bakınca onlara doğru döndü ve gülümsedi “işeyeceğim!” Arka koltuklardan hararetli bir kahkaha duyulduğunda bu kahkaha kısa süre içerisinde tüm yolcuları içine aldı ve herkes tepkisine güldü. Otobüs sonunda konaklayacağımız otelin önünde durduğunda öğrencilerden coşkulu sesler yükseliyordu. Herkes şimdiden planlarını yapmaya başlamıştı. “Yavaş!” Ahıra girer gibi çıkmayın şu otobüsten! Tek sıra halinde evladım!” Namık hoca öğrencileri azarlayarak hizaya soktu ve yavaşça aşağı inmelerini sağladı. Sıra bize gelince yüzünde geniş bir tebessüm oluştu ve “oo, okulumuzun medarı iftiharları, buyurun şöyle geçin bakalım.” Arkamızdan yayılmaya başlayan söylentileri duysam da umursamadım ve aşağı indim. İki servis çıkmıştık yola. Diğer servisteki öğrencilerde inerken gözüme Aslıların arasına sıkışan Hira çarptı ardından onu umursamadan Eymen’le beraber yürüdüm ve otelin içerisine doğru ilerledim. Hocalar bir yandan da sayımımızı hallediyor, bize yapılacaklarla ilgili bilgiler veriyordu. “Evet, dörder dörder kalınacak odalarda şimdiden ayarlamanızı yapın orada uğraştırmayın bizi.” Dörder dörder? Benim hiç kız arkadaşım yoktu ki? Eskiden olsa panik eder korkardım ancak şimdi umurumda bile değildi. Herkes ayrıştırmasını yapsın, eksik olan gruba katılırım diye düşündüm içimden. Lobideyken öğretmenlerimiz tüm ayarlamaları yapıyordu. Gülben hoca bize doğru döndü ve seslendi. “Kızlar, siz şöyle gelin bakayım.” Deyip önünü işaret edince orada toplandık. “Evet, dörder gruplara ayrılın.” Dedi. Tahminimden de kısa bir süre içerisinde gruplar belirlendi. Evet, aslında bu normal olandı. Her biri arkadaş olduğu için karar vermeleri de ona göre kolay olmuştu. “Rüyacığım? Senin bir grubun yok mu?” Dedi Gülben hoca. Eskiden olsa kendimi ezik hissederdim şu durumda. Olağan bir şekilde kafamı salladım ve konuştum. “Evet Hocam yok.” “Bizim gruba gelebilir!” Sesin geldiği yere, Hira’ya doğru baktığımda tek kaşım yukarı doğru kıvrılmıştı. Aslı, Dilan ve Hira. Üçünün olduğu bir gruba mı gidecektim? Donuk bakışlarım üçünün üzerinde geziniyorken iğrenircesine burun kıvırdım. Başından beri rahatsız olduğum arkadaşlarımdan daha da sinsi çıkmıştı Hira, şaka gibiydi cidden. Bunu ayarladıklarına yemin dahi edebilirdim. Onların oldukça kalabalık bir arkadaş grupları vardı. Bir kişi eksik çıkmaları imkansızdı. Genel olarak her şeyin umurumda olmaması gibi bu durumu da önemsememiştim. Aslı’nın odalarımızın ayrı olması için herhangi bir konuşma yapmamama dikkat ettiğini hissettim. Korkmamı, onlardan ayrı kalmam için tepkiler vermemi ve bunun karşılığında zevkle çaresizliğimi izlemeyi beklemişti. Ona ilk defa istediğini vermediğim için kendimle gurur duyuyordum. Onlarla beraber ilerleyip yukarı çıktıktan sonra açtıkları kapıdan içeri girdim ve yataklara baktım. Cam kenarı olan yatak gözüme battı. Diğer üçünden de ayrı duruyordu. Oraya doğru ilerledim ve çantamı üzerine bıraktım. Kızlarda peşimden girdiğinde Aslı’nın, Dilan’a kaş göz yaptığını hissettim. “Rüya! Cam kenarına ben geçecektim.” Dedi şımarık bir sesle. Tepkimi ölçüyorlardı. Onlara doğru döndüm ve boş bakışlarla bakarak “geçseydin o zaman.” Dedim. İfadesi değişince “artık çok geç, burayı ben kaptım.” Diyerek cümlemi tamamladığımda diyecek sözü kalmamıştı. İşte demek bu kadardı. İnsanlara dişlerinizi göstermeniz gerekiyordu insan muamelesi görebilmeniz için. Aksi takdirde sizi yok sayıyorlardı. Eğer biraz daha değer görmek isterseniz yalnızca kaba davranmanız, onlara onay vermemeniz ve aşağılamanız yeterliydi. Kızlar kendi aralarında gündelik konularından konuşarak valizlerini yerleştirmeye başlayınca valizimi bir kenara koyup ayakkabılarımı çıkartıp ve yatağıma yattım. Kollarımı göğsümün altında bağlayarak camdan dışarısını izlemeye başladığımda cebimdeki telefonum titredi. Bugün saat ikiye kadar serbestmişiz. Hazırlan aşağıda buluşalım. Seni bir yere götüreceğim. Eymen. Soluğumu bıkkınlıkla bırakıp telefonumu kenara koyup bakışlarımı tavana diktim. Şimdiden bu tatil beni yormaya başlamıştı. İki günümü üç kızla aynı odada geçireceğimi düşünemiyordum bile. Ben asla bir başkasıyla odamı paylaşmazdım. İlk defa böyle bir etkinlikte bulunuyordum. “Rüya?” Aslı’nın tepemde dikilmesiyle bakışlarım onu buldu. Sorarcasına bakınca devam etti. “Kahvaltıya ineceğiz, gelecek misin?” Nedense bunu gerçekten de samimiyetle sorduğunu hissediyordum. “Gelmeyeceğim, size afiyet olsun.” Dediğimde hayretle kaşları kıvrıldı. Bir şeye şaşırmıştı. “İlk defa bahane sunmuyorsun.” Dedi kendi kendine ve bir adım geri çekilerek kafasını salladı. “Tamam, bir şeye ihtiyacın olursa yanımıza gelebilirsin.” Dedikten sonra diğerlerine katılıp odadan çıktı. Evet, bu zamana kadar hiç onlara karşı şeffaf olmamış, rahatsız olduğum durumları söyleyip çözme girişiminde bile bulunmamıştım. Belki sürekli tek taraftan baktığım için kendi hatalarımı defalarca kez görmezden gelmiştim. Telefonumun bildirim sesi tekrardan duyulunca üşengeç bir hareketle yataktan kalktım ve söylendim. Bu sefer hiç heyecanlanmayacaktım. Savaş’a karşı o kadar ümitsizleşmiştim ki… Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp onlara benzer yeni takımlar giyindikten sonra bir farklılık yaparak saçlarımı tepemde topladığımda tekrardan telefonuma bir bildirim gelmişti. “Of Eymen! Çatladın mı?” Söylenerek yataktaki telefonumu alıp ekrana baktığım an mideme yumruk yemiş gibi hissettiren o bildirime öylece bakakaldım. Aramızdaki anlaşmayı bir neticeye bağlamadan çekip gittiğim için üzgünüm, hayatında mutluluklar dilerim ancak artık ben yokum. Bunu kabullenip geride kalan arkadaşlarımı aramalarınla rahatsız etmezsen sevinirim, hoşça kal. Savaş Dolan gözlerle öylece ekrana bakmaya devam ediyorken biri etimi kıstırıyordu sanki. Zaman ve mekan kavramım kaybolmuş, kulaklarım uğuldamaya başlamış, yer ayağımın altından kaymaya başlamıştı. Yüreğimden kopan sıralı hıçkırıklarla beraber dizlerimin üzerine, yere çöküp titreyen omuzlarımla beraber hırsla ağlıyor, ağladıkça daha da parçalanıyordum. Mesajını bir kez okumama rağmen sanki kelimesi kelimesine ezberlemiştim. Kendime engel olamadan, titreyerek telefonu elime alıp yazılanları tekrar ve tekrar okuyor, okudukça kahroluyordum. Dişlerimi sertçe birbirine bastırarak hırıltılarımı dizginlemeye çalıştım. "Savaş..." İçimden öyle bir acı yükselerek çoğalıyordu ki dayanamıyordum. Geçen günlerde yaşadıklarımın kat ve kat fazlası içimden durmaksızın akan bir şelalenin suları gibi fışkırıyor, taşarak akıyordu. Acı tüm benliğime fazla geliyordu. Hiçbir şey düşünecek halde değildim. Öğrenciler, öğretmenlerim ve buraya ne amacıyla geldiğimiz. Tek yapmak istediğim kaçmak, deli gibi saklanıp kendimi yıpratana kadar ağlamaktı. Burnumu çekip aklıma gelen ayrıntıyla hızlı davranıp telefonu elime aldım ve numarasını aradım. Açmalıydı! Sesini duymalıydım! Benimle konuşmalıydı. en azından bir kez olsun benimle buluşmalıydı! Açmayınca pes etmeyerek hızlı davrandım ve ona mesaj yazdım. Telefonu aç. Bu şekilde gidemezsin. Bana her şeyi açıklamak zorundasın, beni bırakamazsın. Rüya Tekrar aradım ve tekrar. Açmadı, mesaj olarak da dönmedi. Mideme öyle ateşler atıp kaybolmuştu ki ortadan, orada öylece iki büklüm kalmıştım. Bana bir de utanmadan hoşça kal diyordu. Bıraktığı enkazdan nasıl haberi olmazdı. Hıçkırıklara boğularak ona lanetler okumaya başladığımda tüm dünyam başıma yıkılmıştı birden. "Savaş! Bana bunu nasıl yaparsın Savaş! Alçak herif!" Resmen ıkınarak ağlıyordum. Telefonum çalınca panikle ekrana baktım. Eymen arıyordu. Burnumu çekerek hıçkırıklarımın birbiri ardına dökülmesine izin verdim ve aramasını sonlandırdım. Benim Savaş dan başkasını görecek halim kalmamıştı. Savaş beni mahvetmişti. Savaş beni bitirmişti. Savaş beni enkaza çevirmişti. Savaş... ah Savaş, ah sevdiğim adam... Bana herkese karşı güçlü olmayı öğretirken, beni çoğu kişiden korurken aslında en büyük kötülüğü yine kendin yapmıştın. Kendimi sana karşı korumayı bana öğretmemiştin. Kendini benden korumayı seçmemiştin. Beni yalnızca sana karşı fan olmamam için uyarmıştın. Bu ne kadar adaletli olmuştu peki? Ağlamaktan artık başım patlamaya başladığında kapım çalındı. Burnumu çektikten sonra omzumun üzerinden oraya baktım. Başka hiçbir şey yapmadım. "Rüya! İçeride olduğunu biliyorum aç şu kapıyı!" "Eymen git lütfen!" Nefes nefese, hıçkırıklarımın arasından güçlükle konuştuğumda kapıyı yumrukladı. Onu da panikletmiştim. "Ne oldu sana! aç çabuk şu kapıyı yoksa kırarım." "Eymen lütfen!" Dedim ve delicesine bir ağlama krizine daha kapıldım. Bu seferki çok daha hiddetliydi, daha şiddetliydi, daha yıkıcıydı... Sesimi birilerinin duyacağı korkusu olmadan kendimi tamamen bırakarak ağlıyordum. Kapının açıldığını işitince gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Mantığım az da olsa devreye girmeye çalışmıştı. Eymen’i içeri girerken görmemle rahat bir soluk bırakmam bir olmuştu. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra yanıma geldiğinde ona doğru yükseldim ve hıçkırarak “bana mesaj atmış.” Dedim “Şşşh, tamam, sakin ol.” Diyerek bana doğru çömeldi ve omuzlarıma sarılıp kafamı göğsüne doğru bastırdı. Sarsılarak bedeninden ayrıldım ve acı içerisinde yüzüne baktım. “Bana arkadaşlarımı” kendimi dizginleyemedim ve deli gibi hıçkırarak “rahatsız etme hoşça kal demiş.” Deyip sarsılmaya devam ettiğimde benden daha güçlü davrandı ve sıcak göğsüne yasladı bedenimi. “Şşşh, sakin ol güzelim, sakin ol. Bu günler geride kalacak." Orada öylece acı içerisinde kıvranıp ağlamaya devam ediyorken içim gidiyordu. Bana mırıldanarak bir şeyler fısıldıyor, sürekli yatışmam için konuşuyor, beni rahatlatmaya çalışıyordu. "Geçemez..." Dedim titreyen sesimle. Artık öyle bir hale gelmiştim ki ağlamaktan başıma ağrılar girmişti. Omzumu sıvazladı avuç içiyle ve dudaklarını saç diplerime yaslayıp koklayarak öptükten sonra fısıldadı. "Geçecek, yemin ederim ki geçireceğim." Gözlerimi yumdum. Yardımı sayesinde az da olsa sakinleşmiştim ancak hala daha titreyerek ağlıyordum. Burnumu çekerken onu dinlemeye devam ettim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD