Evin uzun koridorlarında bacaklarım titreye titreye zorla salona ulaştığımda, “Bugün başka bir ev bakacağım… Daha fazla burada kalamam,” dedim.
Haluk Amca oturduğu koltuktan kalktı. “Tamam kızım, sen iyi ol da… Hadi gidelim,” diyerek koluma girip beni çıkışa yönlendirdi.
Evin tüm çalışanlarının bakışları üzerimdeydi. Herkesin acınası bakışları kalbime bir yük daha bindiriyordu. Dışarıdan bakıldığında gerçekten bu kadar acınacak halde miydim?
Arabaya ulaştığımızda Oktay sessizce kapımı açtı, ben de içeri geçtim. Haluk Amca da araca binince araba şirketin yolunu tuttu.
Aklımı bulandıran diğer bir sorun ise şirketti. Kafamın içindeki uğultuyu bastırmak için sordum:
“Şirketin ne tür sorunları var?”
Haluk Amca derin bir nefes aldıktan sonra konuştu:
“Şirketin bir CEO’su var; fakat işleri yoluna koymak yerine daha da batırıyor. Hisselerin değerleri düşüyor, yatırımcı kaybediyoruz. Baban öldükten sonra yatırımcıların şirkete olan güveni zaten bitti. Kızım, ben avukatım, alanım dışında ama güvenilir, işinin ehli bir CEO bulmak zorundayız. O adama hiç güvenmiyorum.”
Adama güveniyor veya güvenmiyor olması çok da umurumda değildi.
“Anladım,” dedim tekdüze bir sesle. Sıkıntılı bir nefes verip başımı cama yaslayarak İstanbul’un eşsiz deniz manzarasını izlemeye başladım.
Şirkete vardığımızda Oktay’ın kapımı açmasıyla arabadan inip içeri yöneldim.
“Senin için oda ayarlattım kızım,” dedi Haluk Amca güler yüzüyle. Başımı hafifçe sallayıp onayladım ve peşinden asansöre bindim.
Asansörden indiğimizde bizi uzun bir koridor karşıladı. Koridorun boydan boya uzanan, duvarlarındaki aydınlatmalarla parlayan beyazlığı gözlerimi kamaştırıyordu. Kapı aralıklarından bilgisayar sesleri, dosya fısıltıları ve kâğıt kokusu geliyordu. Küçük odalarda çalışanlar sessizce önlerine eğilmiş işlerine devam ediyordu.
Burası babamın odasının olduğu kat değildi ve bu beni oldukça rahatlattı. Belki bir süre sonra bu durumu kabullenip odasına girebilirdim. Bilmiyorum… Belki de hiç giremezdim.
Koridorun sonundaki cam kapıdan içeriye girdiğimizde beni çok büyük olmayan bir oda karşıladı. Odaya genel anlamda beyaz tonlar hâkimdi. Beyaz renkte suni deri koltuklar, cam masanın önünde yer alıyordu. Masanın sağ köşesinde zarif bir çiçek, sol köşesinde ise beyaz ayaklı bir askılık vardı. Odanın sağ tarafını boydan boya kaplayan camdan, İstanbul’un harika manzarası karşılıyordu beni. Derin bir nefes alıp çalışma masama oturdum.
Tam Haluk Amca’ya bir şeyler söylemek üzere ağzımı açmıştım ki, kapıdan siyah saçlı, minyon tipli bir kız gözüktü.
“Merhaba, Ezgi Hanım,” dedi çekinerek.
“Seni dinliyorum.”
“Ben asistanınız Hande. Bir saat sonra yönetim kurulu toplanacak, onu haber vermek istedim.” Başımla onayladım, bakışlarımı tekrar Haluk Amca’ya çevirmiştim ki, bu kez de “İstediğiniz bir şey var mı?” diye sordu.
“Aslında var,” dedim, üzerini süzerken. Siyah kumaş pantolonunun üzerinde beyaz şifon bir gömlek vardı. Gözlerindeki mavi ışıltı kısa bir an dikkatimi çekti, sonra bakışlarımı hızla çektim üzerinden.
“CEO’nun ismi neydi?”
“Taylan, efendim.”
“Taylan Bey’e söyleyin, odama gelsin. Bir de sert bir kahve rica edeceğim senden.” Zor olsa da gülümsemeye çalıştım. Hande başıyla onaylayıp odadan çıkarken, Haluk Amca’nın sinirli bakışlarıyla karşılaştım.
“Ne yapıyorsun Ezgi, ne diye çağırdın o şerefsizi!” diye hiddetle çıkışmasına şaşırmadım desem yalan olur.
Omuzlarımı dikleştirdim. Keskin bakışlarım bal rengi gözlerine kilitlendi:
“Öncelikle beni buraya sen getirdin Haluk Amca. Şirketle ilgilenmemi istedin, ben de ilgileniyorum. Taylan’la tabii ki görüşeceğim; şirketin CEO’su adam. Şirketle ilgili her şeyi o biliyor.”
“Ama…” dedi, içi içini yiyen öfkesiyle. “Bütün her şeyde onun parmağı var; sana yolda anlattım. O adam tehlikeli, onun işine son vermen lazım.”
“Önce bir konuşalım, sonrasına bakacağız.”
Umursamaz tavrımın onu daha da sinirlendirdiği çok belliydi. Fakat şu an yapabileceğim başka bir şey yoktu. Kim olursa olsun bir önemi yoktu. Onun emirlerine göre hareket etmeyecektim. Ben kimseye göre hareket etmem ki… Kaldı ki onu dinleyeceğim.
“Toplantıda olmamı istersen haber verirsin,” diyerek kapıya doğru ilerledi. Eli kapının kulpundayken, “Umarım yanlış bir şey yapmazsın,” öfkeli kelimeleri dudaklarından son kez çıktıktan sonra odayı terk etti. Ben de derin bir nefesle arkama yaslandım.
Haluk Amca’nın tuhaf tavırları canımı sıksa da umursamadım. Kafamı bir de onun ergen tavırlarıyla yoramazdım.
Bir süre sonra kapının çalınmasıyla, “Gelebilirsin,” dedim. Kapının eşiğinde uzun boylu, oldukça zayıf, kumral bir adam belirdi. Elinde iki kupa vardı.
“Kahvenizi ben getirdim,” diyerek masama doğru ilerledi. Elindeki siyah kupalardan birini önüme bıraktı. Kendi kupasını da beyaz koltukların ortasında duran cam sehpaya koyduktan sonra kapıyı kapatıp koltuğa yerleşti.
“Taylan İlter,” dedi, koca bir gülümsemeyle elini bana uzatarak.
Elini sıkıca kavradım.
“Ezgi Özdemir,” dedim; göğsüm kabarırken sesim içimdeki bütün kararlılığı taşıyordu.
“Memnun oldum, bu arada başımız sağ olsun,” dediğinde sıkıntıyla başımı sallayarak karşılık verdim. Daha sonra şirketin durumunu kısa bir özet geçti. Doğruyu söylemek gerekirse hiçbir şey anlamamıştım. Hisselerin değerlerinin düştüğünü, yatırımcı kaybettiğimizi ve durumu nasıl atlatacağımızı bilmediğini anlatıyordu. Ama nedense adamdan negatif bir enerji almamıştım. Gayet işine hâkim birine benziyordu.
“Anladım, Taylan Bey,” dedim umursamaz bir tavırla. Şirket umurumda değildi zaten. Hem doğruyu söylemek gerekirse, anlattıklarından bir bok da anlamamıştım.
“Sadece Taylan, lütfen.” dedi, dudaklarının kenarında yine o gülümseme belirerek. Ben de istemsizce hafifçe gülümsedim.
“Taylan, seninle açık konuşmak istiyorum. Şirketin derdi tasası çok umurumda değil. Ama bir takım duyumlar aldım, doğrusu…”
Odaya girdiğinden beri süren kocaman gülümsemesi bir anda silindi.
“Hakkımda kötü şeyler söylendi sanırım. Direkt seninle çalışmak istemiyorum diyebilirsin, alınmam,” dediğinde, söylediklerimi yanlış anladığını fark ettim.
Ela gözleri sıkıntıyla kahvelerime takılı kalmıştı. Ben ise anlamsız bakışlarımı üzerine diktim.
“Bunu sana düşündüren benim söylediklerim mi? Halbuki öyle bir şey demedim. Yoksa benim bilmediğim bir şey mi var?”
Gayet güzel sorular sordun Ezgi… Aferin kızım sana. Şu an sanki herkes gözümde katil gibi. Belki de katil Taylan’dı… Belki de katile çalışıyordu. Yoksa Haluk Amca neden bu adama bu kadar sert tepki versin? Di mi? Yine çok zekiyim.
“Bilmediğin çok şey var,” dediğinde kaşlarım iri kahve gözlerimin üzerine indi.
Sinirle nefes aldıktan sonra sertçe, “Açık konuş,” dedim.
“Ezgi, belli ki benden önce Haluk Bey’le görüşmüşsün. Haluk Bey’le aramızın ne kadar ‘iyi’ olduğunu şirketteki herkes bilir.” Dudaklarından histerik bir kahkaha yükseldi. “İroni yapıyorum. Birbirimizi sevmeyiz. Daha doğrusu o beni sevmez. Nedeni de bence çok açık; zamanla sen de görürsün. Bir şey söylemek istemiyorum. İşime son vermek istiyorsan benim için bir problem yok. Ama sana şunu söylemek istiyorum: Haluk Bey’e güvenme. Son zamanlarda Hüseyin Bey’le arası pek iyi değildi. Bu sebeple Hüseyin Bey onu Amerika’daki şirketin hukuki işlerini halletmesi bahanesiyle göndermişti. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Her türlü kararına saygım var.”
Söylediklerini şok içinde dinlerken beynim eror verdi. Ali Karahan. Kalender Karahan. Haluk Karataş. Taylan İlter. Dört kişi olası şüpheliler arasında. Bildiğim tek şey vardı: düşmanlarımı yakınımda tutmam gerektiği.
“İşine son vermek gibi bir niyetim yok. Toplantıda görüşürüz,” dedim ve gülümsedim.
Oturduğu koltuktan kalkarken gülümsemesi tekrar yüzüne yerleşmişti.
“Söylediklerimi unutmayın,” dedi ve kapıya doğru yöneldi.
Kapıya yaklaştığında sağ ayağıyla hızlı bir dönüş yapıp ekledi:
“Bu arada akşam ödül töreni var, katılmanız gerekiyor.”
“Benim yerime sen katılsan,” dedim çaresizce. Buraya bile zor gelmişken bir de ödül törenine gitmeye halim yoktu.
“Üzgünüm, sizin katılmanız daha iyi olur.” Yamuk bir gülümsemeyle tekrar kapıya yönelip odadan ayrıldı.
Sıkıntıyla sandalyemden kalkıp cama doğru ilerledim. Her şey birbirine girmişti resmen. Haluk Amca’yı küçüklüğümden beri tanırdım; babamın en yakın arkadaşıydı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezken, Taylan’ın söyledikleri bana mantıksız geliyordu. Haluk Amca’ya böyle bir şeyi konduramıyordum. Ama… babamın bana mektupta yazdığı o cümle bütün tezlerimi çürütüyordu:
Kendinden başka kimseye güvenme.
Taylan’a gelirsek… İlk başta bir kötülük sezmesem de Haluk Amca’yla aralarında sorun olduğu apaçık ortadaydı. Bunun sebebi, babamın ölümüne sebep olan adamlar yüzünden olabilir. İkisinden birinin masum olmadığına inanıyordum.
Ali ve babasına gelirsek… Onlarla ilgili ufacık bir bilgim bile yoktu ama bu olanlarda ikisinin de parmağı olduğuna emindim. Ve bunu öğrenecektim.
Masama ilerleyip telefonu elime aldım, asistanı odama çağırdım.
Kapıyı çalıp içeri girmesiyle, “Buyurun Ezgi Hanım,” dedi tüm sevecenliğiyle.
“Sadece Ezgi demen yeterli. Hande, senden bir şey isteyeceğim. Bana Ali Karahan’ın numarasını bulabilir misin?”
“Tabii ki… Vardı zaten, hemen bakıp geliyorum,” diyerek odadan ışık hızıyla çıktı.
Beş dakika geçmemişti ki elinde kahverengi bir ajandayla geri döndü.
“Buyurun, Ezgi Hanım.”
Sert bakışlarımı üzerine dikmemle, “Pardon… Ezgi,” dedi mahcup bir tavırla.
“Çok teşekkür ederim. Bir kahve daha getirebilir misin bana?”
“Tabii ki.”
Odadan çıkmasıyla defterde yazan telefon numarasını telefona kaydedip aradım. Telefon dört kez çaldıktan sonra cevaplandı.
“Efendim,” dedi telefonun ucundaki baş zanlı.
“Merhaba Ali, ben Ezgi… Tanıdın mı?”
Bu nasıl bir giriş Ezgi ya! İnzivada kala kala konuşmayı unuttun resmen.
“Evet, dinliyorum.”
Adama bak… Bir de ben konuşmayı bilmiyorum sanıyordum.
“Müsaitsen kahve içmek isterim. Yanlış anlama… teşekkür için,” dedim utana sıkıla. Yanlış anlama diyorum bir de… Yanlış anlaşılacak ne varsa artık! İçim sıkıldı yemin ediyorum.
“Teşekküre gerek yok,” deyip kestirip atmasının ardından birkaç saniye duraksadı. “Ama kahve içebiliriz. Yarın.”
“Tamam, haberleşiriz. İyi günler sana.”
Karşı taraftan gelecek cevabı beklemeden hızla telefonu kapatıp masaya bıraktım. Elimi göğsüme yerleştirip sıkıntıyla derin bir nefes verdim.
Babamın katili olabilecek bir adamla kahve içmenin ne kadar berbat olabileceğini tahmin bile edemezken, bunu gerçekleştirecek olmanın sıkıntısı içime işlemişti. Ne olursa olsun, babama bunu kim yaptıysa hesabını en ağır şekilde verecektim. Bu yolun sonunda üzülen onlar olacaktı. Bunun için ne gerekiyorsa yapıp, analarından emdikleri sütü burnundan getirecektim. Babamın istediği gibi ayaklarımı yere sağlam basıp güçlü olacaktım. Ezgi pistlere indiğine göre artık kaybedecek olan onlardı.