3. Bölüm

1137 Words
( 2 Hafta sonra ) O gittikten sonra dünya dönmeye devam etti. Kuşlar ötmeye, insanlar yaşamaya devam etti. Kısacası hayat devam etti kimileri için… Ben ve babam hariç herkes hayatına devam etti. Cenazeden sonra odamdan dışarı adımımı atmadım, atamadım. Onun gezdiği yerlere ayak basamadım. Bu evin her köşesinde babam var ve ben bununla yüzleşemiyorum. Bir günde bir insanın hayatındaki tüm renkler çalınır mı? Hayatın bana yaptığı buydu; çalınacak başka bir şey yokmuş gibi tüm renklerimi çaldı. Herkese bahar getirirken, beni bir ömür boyu kışa mahkûm etti. Herkes renklerin içinde cıvıl cıvıl yaşarken, ben kurşuni renklere mahkûm kaldım. Bu süre zarfında gelen hiçbir taziyeyi kabul etmedim. Haluk Amca birçok kez kapıma gelse de geri çevirdim. Ne okul, ne miras, ne de babamın işi umurumdaydı. Tek istediğim yalandı. Her şeyin yalan olmasına ihtiyacım vardı. Çünkü gerçekler o kadar acıtıyordu ki… yalanlara ihtiyacım vardı. Odamda kendime söylediğim yalanlarla yaşamaya çalışıyordum. Bir zamanlar büyük bir hevesle mavilere bürüdüğüm odamdan nefret eder olmuştum. Mavi artık bana çok uzak bir renkti; renklerin hepsi artık bana çok uzaktı… Saat 09.23. Günlerden ne bilmiyorum. Neyi mi biliyorum? Uyuyamadığımı biliyorum. Gözlerimi her kapattığımda üç el silah sesiyle geri açıyorum. Nefes almakta zorlanıyorum, yüreğimdeki ağırlıkla yürümekte zorlanıyorum. Aynada gördüğüm kişiyi artık tanıyamıyorum. Karşımdaki, ben değilim. Göz altları morarmış, gözleri ağlamaktan şişmiş, soluk tenli, kemikleri gözle görülür şekilde belirginleşmiş biri var orada… Yaşayan bir ölü var… Saat; 10.00 “Ezgi, kızım… artık konuşma vakti geldi. Hadi çık odandan.” Her gün aynı saatte kapıma gelen Haluk Amca yine gelmişti; bir türlü vazgeçmiyordu. “Kızım, lütfen aç artık.” “Ezgi, lütfen… Bak, açmazsan bu sefer kapıyı kıracağım.” “Aç hadi.” Kapıya inen güçlü darbelerle yataktan doğruldum. Kapının kilidini çevirdim; geri yatağıma dönerken kapı arkamdan hızla açıldı. “Çok şükür,” dedi; sesindeki rahatlığı gizleyemiyordu. “Salona gel de konuşalım.” Yatağıma oturup Haluk Amca’yı süzmeye başladım. Uzun boylu, yapılı bir adamdı. Babamla aynı yaştalardı; ak saçları siyahlarının arasından peyda olmuş, bal rengi gözlerine umursamaz bakışlarımı atıyordum. Haluk Amca babamın hem çok samimi bir arkadaşı hem de şirketin avukatıydı. “Bak Ezgi, bu şekilde bir yere varamazsın. Baban seni böyle görse perişan olurdu,” dedi. Gözlerindeki korkuyu gizleyemiyordu; belki de benim hiçbir tepki vermiyor olmamdan daha çok korkuyordu. Yavaşça yatağa oturup elini elim üzerine koydu. “Ezgi… Ben de senin baban sayılırım kızım. Lütfen böyle yapma, bak durumlar çok ciddi.” Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Günler sonra dudaklarımın arasından ilk kelimelerim döküldü: “Ciddi olan ne?” Sesim sanki bedenimden bağımsız çıkmıştı. Kuruyan boğazımdan çıkan hırıltılı ses beni bile şaşırttı. Haluk Amca derin bir nefes aldı; tereddütlü bakışlarını kahverengi gözlerime dikti. “Korkmanı istemiyorum ama…” dedi ve bir an sustu. “…o geceki görüntüleri izledim. Ölmesini istedikleri kişi baban değildi.” Birkaç saniye odadaki sessizlik kesildi, sonra o cümle bir bıçak gibi geldi: “Hedefleri sendin…” 'Hedefleri sendin...' 'Hedefleri...' 'Sendin...' Kelimeler kulaklarımda yankılanırken, yüreğime inen darbeyle dudaklarımı araladım. “Be-benim yüzümden mi?” Sanki biri enkazı kaldırmak yerine inadına beni daha derine gömüyordu. “Hayır, hayır… Bak Ezgi; bu işin içinde başka şeyler var. Şirketin durumu hiç iyi değil. Senden başka kimse imza yetkisine sahip değil, şirketle ilgilenmek zorundasın. Bunun gelecek olan ihale ile bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Bunu çözüp babanın gerçek katillerini bulmalıyız.” Kurduğu cümleler beynimin içinde dönüp duruyordu. Doğru söylüyordu: Babamı birileri öldürmüştü ve ben, salak gibi, bu odaya kendimi tıkamıştım. Onları bulup cezalarını vermek yerine kaçmıştım. “Ne biliyorsun başka, Haluk Amca?” Çantasında­ki laptopu hevesle çıkarıp konuşmaya başladı. “Odasındaki güvenlik kameralarını inceledim. O gün Ali Karahan, babanla görüşmeye gelmiş. Görüntülerde ve şirketteki çalışanların anlattıklarına göre görüşme hiç iyi geçmemiş, bak şimdi.” Bilgisayarı bana çevirip videoyu başlatınca izlemeye başladım. Ali, yumruğunu masaya vurup babamla hararetle konuşurken, babam karşısında gülümsüyordu. Odaya giren çalışanlar Ali’yi odadan çıkarmaya çalışırken Ali parmağını babama doğru sallıyordu. “Ses yok mu?” diye sordum. “Yok kızım,” dedi Haluk. “Ama çalışanlarla konuştum. Odadan çıkarken ‘Seni öldürürüm’ diye tehditler savurmuş babana. Ali Karahan’dır demiyorum; ama olabilir. Görüntüler hiç iç açıcı değil. Bir de babası Kalender Karahan var onunla da büyük bir düşmanlığı var. Başka kimse gelmiyor aklıma.” Ali Karahan… Babamı öldürttükten sonra acımasızca benimle mi ilgilendi yani?! Kalender Karahan, babamın düşmanı; fakat onun ölmesini isteyecek kadar aralarında ne geçmiş olabilir? Yoksa her şeyi birlikte mi planladılar? Ama neden? Babamı öldüren bu adamlarsa eğer, yaptıklarını çok ağır bir şekilde ödeteceğim. Hele ki Ali Karahan — zaferini gözleriyle izlemek için hastanede yanımda durdu! Öfkeyle yatağımdan fırlayıp banyoya doğru ilerlerken, “Tamam, ben hazırlanayım; şirkete gidelim.” dediğimde Haluk Amca’nın sesi adımlarımı böldü. “Bir şey daha var,” dedi Haluk Amca, çantasını karıştırırken. Çantasından bir zarf çıkartıp bana uzattı. “Bu ne?” “Bunu bana baban bir iki ay önce verdi. O zaman da tehdit mesajları alıyordu. ‘Eğer bana bir şey olursa bunu Ezgi’ye ver,’ dedi. İçine bakmadım.” dedi, dolu gözleriyle. Tereddütle zarfı elime almamla Haluk Amca odamdan çıkıp kapıyı kapattı. Derin bir nefes alıp, büyük bir cesaretle zarfı açtım ve okumaya başladım. Kızım… Bu mektubu okuyorsan, çok üzgün olduğumu bilmeni istiyorum. Eğer sen bu mektubu okuyorsan, artık hayatında değilim demektir. Tek temennim, umarım ölmeden önce sana her şeyi anlatabilmişimdir… Seni çok sevdiğimi bilmeni istiyorum. Birbirimizden uzak kaldık; senden uzak kaldım. Tek sebebi, seni de annen gibi kaybedecek olmamdı. Çünkü kızım, bu hayatta sevdiğin her şeyi kaybedersin. Ne kadar uzak durursam o kadar iyi olur diye düşündüm. Ama sevgi, uzak durarak kestirip atılan bir şey değilmiş… Bunu öğrendim. Sana hayata dair nasihat vermem gerekiyorsa şunları söyleyebilirim: Kendinden başka kimseye güvenme ve kimseye hak etmediği değeri verme. Sana yaşattığımız her şey için senden af diliyorum ve senden bir şey istiyorum. Bana söz ver: Ne olursa olsun güçlü olacaksın, baban gibi… Unutma ki sen Hüseyin Özdemir’in kızı Ezgi Özdemir’sin. Babanın kızı olduğunu herkese göster… Seni çok seven baban. Gözyaşlarım yazıların mürekkebini dağıtırken, yüreğime çöreklenen acıyla mektubu yatağa bıraktım. Bunca yıl babasızlığımın tek sebebi onun korkması mıydı? Bunca yılın heba edilmesine değer miydi? Yaşamadıklarımız içimde ukde kalırken, yaşadıklarımın, babamın beni sevmiyor sanışlarımın, ağlayışlarımın hepsi boşuna mıydı? Bazı acıların tarifi olmaz. Bazı acılar insanı bir anda paramparça eder. Sanırdım ki babamın beni sevmiyor oluşu en büyük derdimdi; ama şimdi öğreniyordum ki asıl olan tek şey varmış: ölüm. En acı gerçek kaybetmekmiş. Bir daha kokusunu, sesini duyamayacak olmak, ellerinden uçup gidişini izlemekmiş en ağır acı… Gidenin ardından kalan kişi olmak, asıl acı buymuş. Onun da dediği gibi, güçlü olup herkese Hüseyin Özdemir’in kızını gösterecektim. Bunu her kim yaptıysa hak ettiği cezayı alacaktı. Artık bu saatten sonra başka yolum yoktu. Bu acıları üzerime ören her kimse, infazı benim ellerimden olacaktı. Hızla yatağımdan kalkıp banyoya ilerledim. Suyu soğuğa ayarladıktan sonra alev alev yanan vücudumu içine attım. Kısa bir duşun ardından dolabımdan dizlerimin üzerinde siyah bol bir elbiseyi geçirip ayaklarıma siyah spor ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı kurulayıp at kuyruğu yaptıktan sonra, gözlerimdeki mor halkaları kapatıcıyla örterek günler sonra odamdan çıktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD