3. BÖLÜM
Beril neye uğradığını şaşırırken suyun ağzından ve burnundan girmesiyle öğürerek öksürmeye başladı. Kendine gelmesi birkaç dakikasını aldı, Beril hâlâ öksürürken genç adam kenarda duran sandalyeyi alarak tam onun karşısına geçti ve oturdu. Kendinden emin bir tavırla arkasına yaslandı ve hafifçe başını yana eğerek Beril’e bakmayı sürdürdü. Derin bir nefes aldı ve geri verirken de “Evet Beril Akıncı, başla bakalım.” dedi ama Beril hiçbir şey söylemedi. Sakince nefesini düzenlemeye çalıştı ve sessiz kaldı. Bu gibi durumlarda her zaman sakinliğini korumayı iyi bilirdi. Güçlü durmak sahip olduğu en belirgin özelliklerden biriydi.
Adam sinirliydi elini burun kemerine getirdi, sertçe sıktı ve yanık buğday teninde elini gezdirdi. Eğer biraz açık tenli olsaydı kesin çoktan yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Sağ elini kirli sakalında gezdirirken, “Beni uğraştırma kim için çalışıyorsun?” diye sordu. Öyle sabırsız görünüyordu ki, yüzündeki ifade bir an önce konuş da işime döneyim der gibiydi.
Beril bu kez de sessiz kalmıştı, bu sessizlik ise genç adamı çileden çıkartan en büyük etken olmaya adaydı. Ona zarar vermemek için kendini zor tutuyordu. Beril tek kaşını havaya kaldırdı ve karşısındaki adama baktı, daha önce gördüğü hiçbir adama benzemiyordu. Anlamlandıramadığı bir yakışıklılığı vardı ama kendisiyle derdi ne bir türlü anlayamıyordu. Daha önce başına öyle çok iş almıştı ki bu hangisi için çözemiyordu. Biraz daha sessiz kalmaya karar verdi, kim bilir başına nasıl bir bela almıştı.
Genç adam koyu lacivert gözlerini devirdi ve büyük ellerini kumral saçlarının arasından geçirdi. Bunu yaparken de sıkıntılı bir nefes alıp verdi ardından sinirle ayağa kalkıp Beril’e doğru adımladı. Beril korkuyla sırtını dikleştirdi ama elleri arkada bir sandalyeye bağlı olduğu için sadece yerinde doğrulabildi. Gidecek en ufak bir mesafesi bile yoktu. Bundan gerilmişti çünkü adamın kendisine neler yapabileceğini kestiremiyordu. Bu da temkinli davranması gerek demekti.
Genç adam sandalyede oturan Beril’in üzerine doğru eğilerek ela gözlerine baktı. Beril de gözlerini kırpmadan ona bakmayı sürdürdü, kendisinden korktuğunu düşünsün istemiyordu. Adamın gözlerindeki ateş resmen harelerine yansıyan laciverti bile yakıyordu. Beril gerilmişti, seslice yutkundu. Nefes almakta zorluk çekiyordu.
Beril bu kez cesaretini toplayarak konuşmayı denemeye karar verdi. Gözlerini kaçırmak istiyordu ama buna cesaret edemiyordu. Bakmayı keserse kopan bağ boynuna dolanacakmış gibi hissediyordu. Sakince, “Asıl sen kimsin de beni böyle kapamaya cesaret ediyorsun?” dedi, içindeki tereddüdün sesine yansımamış olmasını diledi.
Genç adam güçlü bir kahkaha attı, temiz kokan nefesi Beril’in yüzüne çarparak havaya karışmıştı. Yüzündeki gülümsemeyi silerek bir anda ciddi bir ifadeye büründürdü ve “Demek ben kimim öyle mi? İnan bana güzelim asla tanımayı istemeyeceğin biri. Yok eğer tanırsan tanıdığına pişman olacağın biri.” dedi, hiç doğrulmadan gözlerine bakmayı sürdürdü. Bedenindeki ürkütücü hava saniyesinde Beril’i etkisi altına almıştı. Beril onun yakınlığından nefes almakta güçlük çekiyordu ama kendinde konuşmak için ufacık da olsa bir güç buluyordu. Artık emindi istediği her ne ise onu öğrenmeden asla Beril’e zarar vermeyecekti. Buraya getirilmesinin mutlaka bir sebebi olmalıydı.
Öncelikle adamı kendinden uzaklaştırması gerekiyordu. Bunun için ayaklarının serbest olmasına sevindi önce bacağını göbeğinin hizasına getirdi ardından hâlâ ayağında olan topuklu ayakkabısının topuk kısmıyla adamı karın boşluğundan geriye doğru itekledi. Genç adam sendeleyip uzaklaşırken, “Evet kimsin? Unutmadan ben öyle kolay kolay pişman olmam!” dedi.
Genç adam karın boşluğundaki acıya aldırış etmeden tekrar Beril’in üzerine yürüdü ve bu kez hiç fırsat vermeden çenesini sıkıca kavradı. Sertçe sıkarken de kendisine bakması için başını yukarı kaldırdı. Beril onunla göz teması kurduğunda ise burnunu havaya kaldırıp kibirli bir tavır takınarak, “Ben Yavuz Kandemir.” dedi, adam bunu öyle kibirli öyle kendinden emin söylemişti ki adımı ve soyadımı bilmesen bile bilmek zorundasın der gibiydi. Varlığındaki kibir, sesinin tonundan bile anlaşılıyordu.
Beril bunu görmezden gelmek istedi çünkü adam kimliğine öyle güveniyordu ki o egosunu yerle bir etmek artık ona borç olmuştu. Beril en az onun kadar kendinden emin bir tavır takınarak, “Bu isim benim için hiçbir şey ifade etmiyor.” dedi, bunu öyle bir demişti ki Yavuz’un bakışları değişti. Beril egosunun zedelendiğini ifadesinde çözmüştü ama Yavuz çok zaman geçmeden toparlandı.
“Demek benim adım senin için hiçbir şey ifade etmiyor öyle mi?”
“Evet aynen öyle, nitekim nüfus memuru değilim. Bir işin varsa belediyeye gideceksin.”
“Sadece bir isim istiyorum, malı kimden aldığını söyleyeceksin. Sadece bir isim. Sonra istediğin yere gidebilirsin.”
Beril hızlıca düşündü, bunun için başı belaya girdiyse eğer kesin yanlış bir şey konuşmaması lazımdı. Aksi hâlde yanlış bir şey yapmış olabilirdi. Onun için çok zor olsa da konuşmama kararı aldı. Adı Yavuz mu her neyse, ona asla istediği bir cevabı vermeyecekti. Gerçi henüz tam olarak ne istediğini anlamamıştı ama kesin bu adamın işine bir yerlerde çomak sokmuş olmalıydı.
“İstediğin ismi benden alamayacaksın, iyisi mi yol yakınken beni bırak. Yoksa başına tahmininden çok daha büyük bir bela almış olursun. Unutma ki çok da önemli olmayan ismini biliyorum. Sadece ismini değil sıfatını da tanıyorum.”
“Öyle elini kolunu sallayarak buradan gidemeyeceksin, öncelikle bundan emin olabilirsin. Sonrası için henüz bir plan yapmadım ama başının belada olduğuna hiçbir şüphen olmasın.”
Yavuz istediğini alıp kızı konuşturduktan sonra yeteri kadar delil de topladıktan sonra onu gerekli mercilere teslim edecekti. Onun gibi birinin başı boş dolaşmaması şarttı. Kim bilir daha kaç kişinin canını yakacaktı, Allah’tan korkmayacaktı da istediğini öğrenip onu şuracıkta gebertecekti. Belli ki arkası sağlam ve tehlikeliydi yoksa bu kadar kendine güven fazlaydı. Güvendiği birilerinin olduğu kesindi ve Yavuz, onlar kim mutlaka öğrenecekti.
“Bak Yavuz, derdin ne inan bana hiç umurumda değil. Açıkçası beni korkutarak bir yere varamazsın. Nelerle başa çıktığımı bilseydin sen de benden korkardın. Seni tanıma meselesine de gelince bende asla bir yer edinemeyeceksin. Ne olursa olsun ne seni tanıyorum ne de seni tanıyacağım.”
Yavuz bu kez sinsi bir gülümsemeyi dudaklarına yerleştirdi ve sertçe çenesini bırakarak geriledi. Onunla daha çok işi olduğunun farkındaydı ama asla pes etmeyecekti. Beril ise o sinsi gülümsemeden korkmuştu, bu gülüş adamın neler yapacağını kafasında çoktan hesapladığını gösteriyordu ve açıkçası öğrenmeye pek de niyetli değildi. Bildiği tek şey kendinden emin durması gerektiğiydi.
Yavuz tekrar sandalyesine oturup Beril’i göz hapsine alırken sinir bozucu bir şekilde, “Merak etme, her şartta tanışacağız. Beni öyle bir öğreneceksin ki, sen unutsan da ruhun beni asla unutmayacak!” dedi ve henüz oturmuş olduğu sandalyeden kalkarak odadan daha sonra da gizli bölmeden çıktı. Beril ise onun ardından estirdiği şiddetli rüzgârı düşünüyordu. Adamın öyle tuhaf bir etkisi vardı ki o etkiye kapılıp boğulmamak elde değildi.